Tiyatro yaşamın aynasıdır... Ana Sayfa
Forum Anasayfası Forum Anasayfası >10 - HABERLER >Sanat Haberleri
  Yeni Mesajlar Yeni Mesajlar
  SSS SSS  Forumu Ara   Kayıt Ol Kayıt Ol  Giriş Giriş

Kilitli ForumSemiha Berksoy -"Ben Yaşardım Aşk ve Sanatla"

 Yanıt Yaz Yanıt Yaz
Yazar
Mesaj
  Konu Arama Konu Arama  Konu Seçenekleri Konu Seçenekleri
mgerdan Açılır Kutu Gör
Yönetici
Yönetici


Kayıt Tarihi: 15.Eylül.2008
Aktif Durum: Aktif Değil
Gönderilenler: 267
  Alıntı mgerdan Alıntı  Yanıt YazCevapla Mesajın Direkt Linki Konu: Semiha Berksoy -"Ben Yaşardım Aşk ve Sanatla"
    Gönderim Zamanı: 23.Şubat.2010 Saat 16:05

İlklerin kadını Semiha Berksoy sergisi

Eklenme tarihi: 03.02.2010 15:59:07 | Kaynak: Haber7
İlklerin%20kadını%20Semiha%20Berksoy%20sergisi

Berksoy’un yaşamına, sanatına pencereler açacak sergide sanatçının yaptığı resimler, otoportreler ve desenlerin yanı sıra kıyafetleri, fotoğrafları; Nâzım Hikmet, Fikret Mualla ve Celal Esad’ın kendisine hediye ettiği eserler ve arşiv değeri olan objeler sergilenecek. Ziyaretçiler, sanatçının video kayıtlarını izleyip aryalarını ve şiirlerini de dinleyebilecekler.

Resim Heykel Müzesi koleksiyonuna ait olan ve sanatçının kendisini en iyi anlatan yapıtı ünlü “Semiha Berksoy Odası” Sermet Çifter Salonu’nda yeniden canlandırılacak.

Berksoy’un birebir yatak odasını aktaran bu alanda sanatçının başyapıtları, sanatçının bir zamanlar aşk yaşadığı Nâzım Hikmet anısına hazırladığı köşe, piyanosu gibi pek çok eser ve obje sergilenecek.

Sergiyle eş zamanlı olarak yayımlanacak sergi kitabında; sanatçının eserlerinin yanı sıra sanatçının kızı Zeliha Berksoy, serginin küratörü ve tasarımcısı M. Melih Güneş, Prof. Dr. İlber Ortaylı, tiyatro yönetmeni ve sanatçı Robert Wilson ve küratör Rosa Martinez’in yazıları yer alıyor.

Semiha Berksoy (24 Mayıs 1910 – 14 Ağustos 2004)

Türkiye’nin ilk profesyonel kadın opera sanatçısı olan Semiha Berksoy, 1910 yılında İstanbul’da doğdu. 1928’de burslu olarak İstanbul Belediyesi Konservatuarı’na girdi.

1929 – 1930 yılları arasında Güzel Sanatlar Akademisi Namık İsmail Atölyesi’ne kabul edildi. 1931’deMuhsin Ertuğrul’un çektiği ilk sesli Türk filmi olan “İstanbul Sokakları”nda oynadı. 1934’de Atatürk tarafından takdir edilerek ilk Türk opera temsili olan “Özsoy” operasında oynadı.

1936’da Berlin Devlet Yüksek Müzik Akademisi Opera Bölümü’nü birincilikle bitirdi. 1941’de Karl Ebert tarafından kurulan ilk opera stüdyosunda Nurullah Taşkıran ile birlikte ilk profesyonel opera sanatçısı olarak yer aldı. 1950’de Ankara Devlet Operası’na solist olarak kabul edildi.

1961’de “Bursa’da Fatih’in Doğduğu Ev” ve “Yeşil Camii” tablolarıyla Ankara Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi resim sergisinde ödül aldı.

1966’da Başartist (Primadonna) unvanını aldı. 1984’te TBMM Başkanlığı tarafından ilk kadın opera sanatçısı unvanıyla “Atatürk Ödülü” olarak nitelediği ödülünü aldı.

1992’de Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda “Semiha Berksoy’a Saygı” töreniyle birlikte resim ve çarşaf resimlerinden oluşan bir sergi açtı. Paris, Münih, Venedik, İstanbul ve Ankara dâhil birçok şehirde eserleri sergilendi.

Semiha Berksoy’un kızı ünlü tiyatro oyuncusu, sanatçı, konservatuar hocası Zeliha Berksoy yazısında annesinin sanatını yakın tanıklıkla anlatıyor:

“1999 yılında Semiha’nın konukları vardı. “Millenium 2000” projesi için Bonn Güzel Sanatlar Müzesi ve Viyana Güzel Sanatlar Müzesi bir yıl sürecek büyük bir sergi hazırlamaktaydılar.

Walter Smerling ve Dieter Ronte Ayazpaşa’daki apartmana Semiha’yı ziyarete geldiler. Semiha kendi diktiği, en şık eflatun tül elbisesi ve boncukları, yüzükleriyle, ünlü makyajı, pırıl pırıl saçlarıyla büyük bir neşe içinde onları karşıladı. Oturuldu ve yağlıboyalar seyredilmeye başlandı.

Smerling ve Ronte hem hayran hem şaşkındılar. Eserlerin 1957-67-71-72 gibi yapılış tarihleri onları hayrete düşürüyordu. O tarihlerdeki Avrupa resmine karşılık Semiha’nın bu özgür kavramsal konseptine şaşkınlıklarını ifade ediyorlardı.

Derken söz filme geldi ve ben filmdeki odanın, yani annemin yatak odasının halen burada olduğunu söyledim. Heyecan dolu bir şekilde uzun koridoru geçtik.

Odanın kapısını açtığım zaman iki sanat adamı neredeyse küçük dillerini yuttular. Walter Smerling hemen fotoğraf makinesini çıkardı ve yüzlerce fotoğraf çekti. “Bu odayı kesin götürmeliyiz” dediler.

Odanın bütün planı, ölçüleri alındı, Bonn Müzesi’nde yeniden, kapısı, pencereleri ve duvarlarıyla birlikte birebir inşası için parkelerinin ölçüsüne varan bir rölöve çalışması yapıldı.

1999 Aralık ayının ortalarında Semiha’yla Bonn’a gittiğimizde müze binasının girişindeki büyük holden sola dönüp girilen büyük galeri alanında odanın aynen inşa edilmiş olduğunu ve her şeyiyle inceden inceye yerleştirilmiş olduğunu gördük.

 Galerinin yan duvarlarındaysa büyük “çarşaf resimler” asılmıştı. Bir tanesi Fidelio operasına atfen yaptığı Beethoven’la birlikte kurguladığı resim, diğer çarşaf resim ise Richard Wagner’in “Tristan ve İzolde” operasından İzolde rolünde kendisiydi.

M. Melih Güneş, sanatçının önde gelen eserlerinden “Oda”sı hakkında şunları yazıyor:

“Çağının aradığı” Semiha Berksoy Bonn Kuntsmuseum ve Viyana Kunstmuseum’da “Zeitwenden-Outlook Into The Next Millennium” sergisinde milenyumu karşılayan sanatçılar arasında “oda”sıyla yerini aldı ve yeni binyılla kucaklaştı. Semiha Berksoy, Cihangir’deki müze-evini boşaltıp, yatak odasına sığdırmıştı. “Bütün dünya odamın içinde!” demişti evini odasına yerleştirdiğinde.

Zaman içinde bu odaya pek çok şey girdi, odadan hiçbir şey çıkmadı. Moskova’dan getirdiğim Nâzım’ın şapkası, kravatı, kabrinden toprak; ahşap halk el sanatları gibi ürünler ya da kehribar-kemik takılar ve Semiha Berksoy’un yeni yıllar sürecinde yaptığı onlarca resim; hepsi bir köşede yerini aldı ve bu köşelerin hepsini birer başköşeye dönüştürdü odasında...

Müze-evde “sahne” ya da “annesinin mezarı” olan “karyola”sı “oda”sında yatağı da oldu, uyudu, rüyalar görüp resmetti, bu odada yaşadı, konuklarını bu odada ağırladı, her gün piyanosunun başında “ses” verip “Bak hâlâ sesim çıkıyor, demek hâlâ yaşıyorum.” diyerek yaşadığına ve yaşamaya şükretti.”

2003 yılında İstanbul Resim Heykel Müzesi Koleksiyonu’na alınan “Semiha Berksoy’un Yatak Odası”, 100. yıl sergisi kapsamında, kapısıyla-penceresiyle “Bütün dünya odamın içinde!” başlığı altında Sermet Çifter Salonu’na taşındı.”

Sergi ve sergi kitabı için dünyaca ünlü oyun yönetmeni ve sanatçı Robert Wilson özel bir iş üretti: Wilson’un Semiha Berksoy’a adadığı bu görsel-işitsel çalışma sergi dâhilinde de izlenebilecek:

 “For a Woman Who”, metin ve ses kaydı, 6’12”, 2010. Wilson bu işini “Semiha Berksoy – ‘Ben Yaşardım Aşk ve Sanatla’” sergisi vesilesiyle Semiha Berksoy için üretti. Metin, görüntü ve ses kaydının kelimelerle birebir çevrilmesi mümkün olmadığı için iş şöyle özetlenebilir:

“For a Woman Who”da metnin yazılışı, sesin kullanımı hem Berksoy’un opera, sahne, performans sanatçılığına, hem Wilson’un sanatına gönderme yapmaktadır.

Wilson; Semiha bir ressamdı, anka kuşuydu, hayatı sahnesiydi, hiçbir zaman emekli olmadı, 90 yaşında Wilson’un Lincoln Center’da sahnelenen eserinde Tristan ve Isolde’den Liebestod aryasını söyledi, duyguları çok derindi, devrimci bir karakterdi, Türktü, özgür ruhtu, öncü kadındı, hayatı oynadı diye ses vermektedir.

Kaynak:http://www.porttakal.com/haber-ilklerin-kadini-semiha-berksoy-sergisi-652556.html
 
***************
 
İlber Ortaylı .

Kuşağının en yaratıcı sanatçılarından biriydi

21 Şubat Pazar 2010 Milliyet-Pazar



Cumhuriyet dönemi sanatının sembolü Semiha Berksoy 100’üncü doğum yılında bir sergi ile anılıyor.




Berksoy’un 1969’da yaptığı yağlıboya çalışması, “Tırmanan Otoportre”.

Şu sıralar adına bir sergi açılan Semiha Berksoy, hep bir dram yaşayan bir kavmin çileli aydın kuşağındandır. Üstelik o kuşağın en yaratıcılarından biridir



İstanbullu olmanın bir imtiyaz olduğu dönemde, İkinci Meşrutiyet yıllarında, bu metropolün Boğaziçi kıyılarındaki
Çengelköy’de Semiha Cenab 1910’da doğdu. Görünüşte mütevazı bir memurun çocuğuydu. Mütevazı memur Ziya beyin eşi Fatma Saime Hanım eğitimliydi. Güzel resim yapıyordu. Yetenek ırsidir, ailenin üyeleri ve yakın akrabaları içinde Osmanlı İmparatorluğu’nun mareşalleri, geleceğin        ünlü tıp profesörü Kemal Cenap (Berksoy) gibileri de vardı.
Osmanlı başkentinde aydınlanma ve rütbe muhakkak servet ve mülkle bağlantılı değildi. I. Cihan Harbi’nin sıkıntıları içinde küçük Semiha annesini korkunç bulaşıcı hastalıktan kaybetti. Savaş içinde
İspanyol gribi cephedekinden daha çok kurban almıştır. Sanatçının bütün hayatındaki en yaratıcı eserlerine yansıyan yarası böyle açıldı. Istırap ve özlemi olmayan bir sanatçı düşünmek mümkün değildir. Tanıdığımız Semiha Berksoy savaşlar, imparatorluğun toprak kayıpları, göçler ve felaketlerin getirdiği yıkımlara alışkın toplumun insanıydı. 

“Özsoy”da onu izleyen Atatürk çok beğendi,
Berlin’e gönderdi
Özlemlerinden ve hedefinden fedakarlık yapmadı ama Boğaz kıyıları onu her zaman çekti. Bu onun kariyerindeki bazı karar ve hareketleri izah eder. Berlin’de Hochschule für Musik’te Richard Strauss’un “Ariadne Auf Naxos”unda başrolü teganni eden genç kızın, Anadolu bozkırının ortasındaki devlet operasına özlemle koşuşunu başka türlü açıklamak mümkün değildir. Daha müreffeh, daha teşkilatlı bir eğitim ve hayat yaşasalar da; dünyadaki başka başkentlerin, 1500 yıllık bir başkentin hayatı ile rekabet etmesi mümkün değildi. O kuşağın Türkleri için hangi dünya görüşüne sahip olurlarsa olsun bu en önemli noktadır.
Semiha’nın tahsili zamanın
İstanbul’unda eğitim gören önemli Türk kızlarının arasında farklılık gösterir. Regüler bir tahsil tıp, kimya veya edebiyattır. O ise müziğe yönelir. İstanbul Belediye Konservatuarı’na burslu kabul edilir ve ses hocası Nimet Vahid hanımın öğrencisi olur ama müziğin yanında da zamanın Türk resminin ustalarından Namık İsmail’in atölyesinde tamamen klasik bir resim eğitimi görür. 

“Sana
Hitler’in değil, Beeethoven’in ülkesinde başarılar diliyorum”
Semiha’nın aldığı müzik eğitimi onu kısa zamanda İstanbul’un operet sahnelerinde başarılı temsillere katılmasıyla sonuçlanır. Opera sahnesindeki kariyeri Atatürk’ün önünde başlar, zamanının bütün entelektüelleri gibi Kemalist cumhuriyete karşı kendisini borçlu olarak görmektedir.
1934’te
İran Şahı Türkiye’yi ziyarete gelir. İran batılılaşma yolunda bazı reformlar yapmakta ve Kemalist Türkiye’yi örnek almaktadır. Bir ay boyu Türkiye’de Şehinşah Rıza Pehlevi’ye her şey gösterilir, kendisi şehir şehir gezdirilir. En önemli gösteri ise ilk Türk operasıdır. Şarkta opera
I. Cihan Harbi’nden önce başlamıştır ama bu operada yani “Özsoy”da İran ve Turan’ın müşterek tarihi müzikle vurgulanmaktadır. Adnan Saygun’un bestelediği “Özsoy” operasında Semiha’ya başrol verilir. Bu temsilden sonra Atatürk karar vermiştir; kurulacak Türk operasına kuvvetli sesler lazımdır ve Semiha da bunun için Berlin’e gönderilir.
Genç kızın bir sevdiği vardır; zamanın ünlü solcu şairi
Nazım Hikmet... Nazım Hikmet’in bu seyahatten önce Semiha’ya yazdığı mektup 1936 yılının ortamında Türklerin Avrupa toplumunu nasıl değerlendirdiğine bir örnektir: “Güle güle Semiha, sana kanlı Hitler’in değil, Beethoven’in ülkesinde başarılar diliyorum.”
Semiha Hitler’in hakim olduğu ülkede başarılı bir eğitim ve kariyere başlar. Richard Strauss’un 75’inci doğum günü için “Ariadne auf Naxos” operasında Ariadne rolüyle sahneye çıktığında, başrol bir Alman sanatçısına verilmediği için sahneyi protesto eden Hitler Jugend (Hitler Gençliği) üyelerine ünlü şef Clemens Schmalstich’in cevabı çok kısa ve kesindir; “Semiha bu rolü söyleyecek çünkü o sanatçıdır.”
Bir gün aklına esti, evdeki bütün tablolarını topladı, trene yükleyip Berlin’e götürdü
Ölümünden birkaç yıl önce
Köln TV’sinde bir programda Semiha Berksoy’un yanında ünlü sosyolog, Lordlar Kamarası üyesi, Oxford Üniversitesi Rektörü Rolf Dahrendorf vardı. Semiha 1930’ların Türkiye’sini, opera dünyasını, Wagner’i, Nazım Hikmet’i anlatıyor. Birbirine zıt bu kavramların hepsi batıyı ve batılılaşan Türkiye’yi ifade ediyordu. Nitekim Dahrendorf heyecanlandı; “Bu Guiscard ve Kohl gibi herifler ne zannediyor ki, Türkiye dönemeçleri atlamış bir ülkedir” dedi. Semiha’yı dinleyenler büyülenmişti.
Semiha Berksoy resimde, opera hayatındaki tutkularını gizlememiş ve sanatçı kişiliğini hassasiyetle korumuştur. Kendini takdim şekli ressam veya
devlet tiyatrosu sanatçısı değildi; devlet operası sanatçısıydı ama hayatı boyunca resim yapmadığı gün çok azdır. Türk tiyatrosu onun rollerini hiçbir zaman unutmuyor.  Haldun Taner’in “Lütfen Dokunmayın” adlı komedisindeki tek kelimelik bir rolü de dahil.
Bir Berlin seyahatinde aklına esti, evdeki bütün tablolarını trene yükleyip götürdü. Hiçbir angajmanı yoktu, sergi açacağını rüyada görmüş değildi. “Bu resimler orada beğenilir” dedi. Resim malzemeleri satan bir mağazada adresini aldığı Galeri Hammer’de birkaç eskizini gördüler, derhal sergi açtılar. Bir ay sonra bu sergi patladı ve Semiha Berksoy ısrarlı taleplere rağmen hiçbir resmini satmadan döndü.
Bir operaya hazırlandığı zaman sadece kendi rolünü değil, bütün partisyonları gözden geçirir, Wagner çevirir, Beethoven okurdu. Yaptığı resimlerin ardında bir gözlem, düşünce ve tartışma vardı.
Semiha Berksoy küçüklüğünden beri bir dram yaşayan bir kavmin çileli aydın kuşağına mensuptur ve o kuşağın en yaratıcı portrelerinin başında gelir. Bunu bizde de anlayanlar var, başkaları da çoktandır anlıyorlar.
Şu sıra
Yapı Kredi Kazım Taşkent Sanat Galerisi’nde “Semiha Berksoy” sergisi var; sadece resimleri değil, önemli belgeler, bir tiyatro sahnesi gibi olan “odası” da görülebiliyor. 


Osmanlı hanedanı aileye dönüşür mü?
Osmanlı hanedan reisi Şehzade Ertuğrul Osman Efendi
vefat ettikten sonra, hanedanın üyeleri herkes gibi “Ne olacağız, ne haldeyiz?” diye sordular. Hanedan reisi olan amca bırakınız Türk saray anane ve çevresini, Avrupa saraylarında bile az rastlanır prenslerdendi; bilgisi, zarafeti ve mahareti ile başka milletlerin hükümdar soyundan kimseleri de kendine hayran bırakmıştı.
Onun gibi göze batan bir diğer hanedan üyesi de elan İstanbul’da yaşayan Neslişah Sultan’dır. Neslişah Sultan bildiği lisanlar, edebiyattan tarih-coğrafyaya çok geniş bilgisi, insanları hayran bırakan sportmenliği ile yurtdışında Türklüğü bütün soylu çevrelerde üstünlükle temsil etmiş ve yurtiçinde de Osmanlı sarayı hakkındaki eksik bilgilendirmeyi tashih etmiştir. Henüz saltanat zamanında doğduğu için hanedan defterine resmen kaydedilen, doğumu topla selamlanan son hanedan üyesidir.
Şehzade Osman Ertuğrul Efendi’nin ölümünden sonra bir demeç vermişti, esası şuydu: “Bu devlet ve milleti altı asır boyu şan ve satvetle temsil eden ailemiz yeni zamanlara ve şartlara uymak durumundadır. Ailemizin genç üyeleri saray çevresinden ve etiketinden uzakta yetiştiler. Artık bir hanedanın sahip olması gereken şartlar zor ayakta duruyor, hatta duramıyor. Bundan sonra bir aile olmalıyız. Bu aile üyelerinin bilinç ve kişiliğini korumalı, hanedanın mensupları ile alakası olmayan hatta Avrupa’da türeyen bilinmeyen ecnebilerden düzmece prens ve prenseslere karşı hukukumuzu korumalı ve ailenin müşküllerini çözmek için bir araya gelmelidir.” 

“Mensup olduğunu söylediği aileyi, hanedanı tanımıyor”
Saltanatın lağvından sonra neredeyse 87 sene geçmişken açıklanan bu bildirge çok anlamlıydı. Birinci Cihan Savaşı’ndan sonra taht ve tacı kaybeden bütün büyük hanedanlar maddi yaşam koşullarını korumakta güçlüğe uğramış ve ailelerinin manevi vasıflarını devam ettirmekte krize sürüklenmişlerdir. Osmanoğulları en çok sıkıntı çekenlerden biri olduğu halde hanedan olarak iffetlerini, onurlarını koruyabildiler. Neslişah Sultan “Hükümdarlıklar dönemi bitti, artık biz de bir aileyiz, eski şerefli hükümdar torunlarından oluşan bir aileyiz” diyordu.
Şu sıralarda Sultan Abdülmecid’in torunlarından Naciye Sultan’ın ve Enver Paşa’nın torunu olan Türkan Mayatepek ve büyükelçi Rüveyda Mayatepek’in oğlu olan Osman Mayatepek benzer bir bildiri ele aldı. Söylediği; “Muhteşem bir imparatorluğu 600 yıl yöneten ailemizin şu son ölümlerden sonra maalesef bu aileyi yönetecek nitelikte genç üyeye sahip olmadığı anlaşılıyor. Bazıları mensup olduğu ailenin veya hanedanın üyelerini tanımıyor, tarih bilmiyor. Hatta Türkçe konuşamayanlar ve Türkiye’yi tanıyamayanlar var.” 

Bu görüş, cumhuriyet rejimine tam itaat anlamına gelecektir
Devamla Osman Mayatepek’in ifadesine göre bazı genç kuşak şehzade ve sultanların sağda solda birçok toplantılara, törenlere katıldıkları basında aile tarafından kabul edilemeyecek demeçler verdikleri ileri sürülüyor. Etrafta ailenin ismini ve onurunu zedeleyecek düzmece prens ve prensesler dolaşıyor;
“Bütün bu şartlarda ailemiz mensublarının bu ailenin ananelerini takip edecek şekilde hareket etmelerini sağlayacak, hukukumuzu zedeleyecek kimselere karşı bizi savunacak tecrübeli tek kişi Neslişah Sultan olacaktır. Osmanlı saray ananesini tanıyan, hanedanın resmen kayıtlı son üyesidir. Bir müddet için
Mısır’ın kral naibesi olmuştur. Hepimiz onun tavsiyelerini ve ikazlarını dinlemek zorundayız. Ailemizin büyüğü odur. Parlak bir örnek olan Osman Ertuğrul Efendi’den sonra bu vasıflar bir tek onda görülür.”
Avusturya Habsburg ve Bourbon hanedanları gibi Osmanlı ailesinin de soyuna ve onun şöhretine sahip çıkması gereklidir. En azından Romanovların çocukları arasındaki münakaşa, bölünme ve tanımama bu hanedanda da yaşanmamalıdır. Diğer yandan bu görüş Türkiye’nin cumhuriyet rejimine tam bir itaat ve kabulü ifade etmektedir.

 
Kaynak:http://www.milliyet.com.tr/kusaginin-en-yaratici-sanatcilarindan-biriydi/ilber-ortayli/pazar/yazardetay/21.02.2010/1201783/default.htm?ver=13
 
 
**************************************
 
Sergide pek çok eskiz,yağlıboya resim,Semiha Berksoy a ait bir çok yazı yazı,fotoğraf,takdir,eşyalar ve sanki birazdan odasına gelecekmiş hazır yatak odası karşılıyor sizleri.Yine karanlık odada bir video sunumu gösterilmekte.Ben Sermet Çifter Sergi Salonu'ndan başlamıştım gezmeye,bir alt kattan Kazım Taşkent Sanat Galerisi'ne geçip (giriş ve bir kat) gezimi bitirdim ama sanırım gene gideceğim.
Sermet Çifter Salonuna girişte Semiha Berksoy Opera Vakfı'nın standı var.Sergi Kataloğu(Yky Yayını,60 TL),'Nazım Hikmet ve "Tosca"sı Semiha Berksoy Mektuplar' (YKY Yayını,11 TL) adlı kitap ve Semiha Berksoy eserlerinin basıldığı afişler(... TL),kitap ayraçları ve kartpostallar(5 TL)...
 
Ben yaşardım aşk ve sanatla...Bir divanın hayatına yolculuk yapmak isteyenler için güzel bir sergi.Hatta bazı günler kızı Zeliha Berksoy ile sergiyi gezme şansı da var,keşke saat uysa:((
 
Etkinlikleri bu adresten takip edebilirsiniz ille size uyan bir dal çıkacaktır.
 
Hatta gelmişken Lidya sergisini de gezmeyi unutmayın.Onu da yarın gezerim artık:))


Düzenleyen mgerdan - 23.Şubat.2010 Saat 16:12
Yukarı Dön
mgerdan Açılır Kutu Gör
Yönetici
Yönetici


Kayıt Tarihi: 15.Eylül.2008
Aktif Durum: Aktif Değil
Gönderilenler: 267
  Alıntı mgerdan Alıntı  Yanıt YazCevapla Mesajın Direkt Linki Gönderim Zamanı: 23.Şubat.2010 Saat 16:08
Hatta yağlıboya tabloların çoğu portrelerden oluşmakta.Devrin ileri gelenleri,sanatçılar,kızı,otoportresi...İlber Ortaylı için Kırım Prensi Portresi yapmış.
Devrim ve Atatürk için duvar panoları,pek çok eser sizleri bekliyor....
 
Yukarı Dön
 Yanıt Yaz Yanıt Yaz

Forum Atla Forum İzinleri Açılır Kutu Gör

Bulletin Board Software by Web Wiz Forums® version 9.50 [Free Express Edition]
Copyright ©2001-2008 Web Wiz

Bu Sayfa 0,180 Saniyede Yüklendi.