Tiyatro yaşamın aynasıdır... Ana Sayfa
Forum Anasayfası Forum Anasayfası >6 - TİYATRO >Tiyatroda
  Yeni Mesajlar Yeni Mesajlar
  SSS SSS  Forumu Ara   Kayıt Ol Kayıt Ol  Giriş Giriş

Kilitli ForumBEKLAN ALGAN Ve Tepebaşı Deneme Tiyatrosu

 Yanıt Yaz Yanıt Yaz
Yazar
Mesaj
  Konu Arama Konu Arama  Konu Seçenekleri Konu Seçenekleri
terapist Açılır Kutu Gör
Yönetici
Yönetici
Simge

Kayıt Tarihi: 01.Ocak.2007
Aktif Durum: Aktif Değil
Gönderilenler: 1803
  Alıntı terapist Alıntı  Yanıt YazCevapla Mesajın Direkt Linki Konu: BEKLAN ALGAN Ve Tepebaşı Deneme Tiyatrosu
    Gönderim Zamanı: 22.Ocak.2012 Saat 17:35

                      "Ustamın Anısına"

Tiyatro aşkının sınır tanımadığı dönem ve yaşlarımda 1976/77/78 senelerinde altta okuyacağınız pek çok olayı birebir yaşamış olan ben Sinan Akbaşak sizlere tiyatro aşkı, ihtiyacı,sevdası ne  ad verirseniz verin o duygunun nasıl yaşandığına dair anlattığım pek çok olayı başka kalemlerden, başka tadlarına ulaşmanız amacıyla hazırladım bu sayfayı...

Ve... Özellikle isteğim, okumaya başlamadan önce eklediğim videoyu izlemeniz...
LÜTFEN TIKLAYINIZ

       Yönetmen Beklan Algan Geldi Geçti


   Yetmişli yıllar. İstanbul’un Tepebaşı semtinin ortasında büyük bir yapının içinde altmış genç toplanmış. Yapının içinde marangozluk aletleri var. Zeminin değişik yerleri tahta kalıntıları ve kırıntılarıyla dolu.
Burası bir tiyatro. Daha doğrusu yanmış bir tiyatronun marangozhanesi. Görkemli bir mimarisi olan tiyatro binası (Dram Tiyatrosu) Beyoğlu’nun ortasındaki bu araziyi kendi çıkarları kullanmak isteyen birileri tarafından yakılmış. Yangın binayı yakıp yok etmiş ama marangozhane sağlam duruyor.
Tiyatronun arsasına el koymak isteyenler ellerini ovuşturarak binanın çevresinde dönüp dururken binayı ya da tiyatroyu o çıkarcılara kaptırmak istemeyen bir kültür-sanat adamı burada “deneme sahnesi” kurma hedefiyle harekete geçiyor.
Ülke ilginç bir dönemeçte. Kısa bir süre önce askeri darbe(Muhtıra) yapılmış. İlerleme ve aydınlanma yolunda önemli adımların atıldığı, emeğin kendi ekseninde örgütlendiği, üniversitenin bir bilim yuvası olarak ışığını ülkeye saçtığı, ülkenin elli yıldır çözülemeyen sorunlarıyla yüzleşilip hesaplaşıldığı ve çözüm için adımlar atılmaya çalışıldığı bir ortam...
Devletin çatısı altında “sağlıklı bir sanat kurumu” var etmek için nerdeyse bir ömür harcamış tiyatro adamı Muhsin Ertuğrul, İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları’nın başına yeniden getirildiğinde ise 12 Mart darbesi günleri geride kalmıştı.

Yeniden yönetime gelen Muhsin Ertuğrul “ben ne yapacaksam çocuklarımla” yaparım diyerek ülke tiyatrosunun aklı başında bir dolu sanatçısını tiyatronun çatısının altına çağırmıştı.
O günler Şehir Tiyatrosu’nda oyun seçiminden tiyatral atılımlara önemli adımların atıldığı bir dönem oldu.
Yakılmış tiyatronun marangozhanesinde “deneme sahnesi” açma düşüncesi de o günlerin rüzgarıyla öne çıkmış bir projeydi.
Bu projeyi gerçekleştirmek için gençlere gereksinim vardı. Ülke gençliği ise kulaktan kulağa haberleşerek koşmuş, gelmiş marangozhaneyi doldurmuştu. Parıltılı gözlerle çağrıyı yapana bakıyorlardı.
Çağrıyı yapan yönetmen Beklan Algan’dı.
40 yaşının olgunluğu ve birikimiyle duruyordu karşılarında. Kafasında gönlünde deneme sahnesini var edecek bu gençleri bilgiyle deneyimle yoğurarak yetiştirmek yatıyordu.
Beklan Algan bilgiyi ve deneyimi kendi tekelinde görmezdi. Çok yönlülüğü ve sesliliği yeğlerdi.
Bu perspektifle Tepebaşı Deneme Sahnesi’nin temelini oluşturacak gençleri yetiştirecek eğitmenleri bir araya getirdi.
Duygu eğitiminden gövde eğitimine, değişik estetik yaklaşımlarla oyun üretimine dek birçok alanda eğitim verecek geniş eğitimci kitlesi kolları sıvadı.
Taner Barlas’dan Józef Szajna’ya böyle bir kadroyu toparlamak için Beklan Algan olmak gerekirdi.
Tepebaşı Deneme Sahnesi harekete geçiyordu. Ancak kış koşullarında soğuk marangozhaneyi ısıtmak olanaksızdı.
Tiyatroda yönetici kılığında gezinen zevat marangozhanenin ısıtılamayacağı, orada tiyatro yapılamayacağı yolunda “kurt masalları” anlatıyorlardı. Beklan, sıkıntılı bir yüzle dinliyordu onları. Ancak anlatılanlara kulak asmıyordu. Çünkü o bir tiyatro savaşçısıydı. Onların uyduruk önermelerine kansa o büyük savaşımı nasıl kazanırdı?
Zorlu kış günlerinde marangozhaneyi ısıtmak için her yolu denedi. Ancak her defasında önüne başka bir engel çıkarıldı. Öğrencilerini hasta etmemek için çalışmalarını Beyoğlu’nda Yeni Komedi Tiyatrosu’nun fuayesinde sürdürdü. Tiyatronun fuayesi, balkonuna çıkan merdivenleri, gardırobu birer eğitim alanı oluvermişti.
Bir yandan eğitim sürüyor öte yandan gazeteci Zeynep Oral’ın “Adsız Oyun”u çalışılıyordu. Bilgi ve deneyimi ile yoğurduğu genç oyunculara birer armağan sunarcasına rollerini dağıttı.
Onları öylesine bir bilinç ve duyarlıkla yetiştirmişti ki herkes kendi rolüne olduğu kadar arkadaşının da aldığı role seviniyordu. Hemen ardından karşılıklı rol çalışmalarına girişiyorlardı.
Provalar tüm gün sürüyordu. Oyun çalışmalarına katılan gençler bir yıl boyunca ücret almadıklarından provalara gelecek yol parası bulamıyorlardı. Ancak onlar Beklan Algan’la üretmeye öylesine gönülden bağlanmışlardı ki saatler öncesinden yola çıkıp yürüye yürüye tiyatroya varıyorlardı. Prova yapan gençleri doyurma işini ise dekoratör ve mask sanatçısı Güner Peyman üstlenmişti. Kasaplardan ücretsiz topladığı kemiklerden çorbalarla doyuruyordu gençleri Peyman.
Bu, kurum yaratmak için verilen büyük bir savaşımdı. Beklan Algan da bu savaşımı bir yaşam biçimi olarak görüyordu.
“Adsız Oyun” yüzyıllar boyu kurulu sisteme başkaldırmış kişileri konu alan bir oyundu. Sokrates’ten Dimitrov’a başkaldıranlar bir kez daha mezarlarından çıkarılıp yargılanıyordu. Bir dönem önce gençleri idama mahkum etmiş darbenin yargıçları misali üç yargıç sorguluyordu çağlar boyunca başkaldıranları. Tam yanı başında ise sistemden pay alanlar bitip tükenmez bir yeme içme faaliyeti içinde seyrediyorlardı olup biteni.
Beklan Algan için bu oyunu klasik çerçeveli bir İtalyan sahnede sergilemek olası değildi. O da mekan olarak marangozhaneyi seçmişti.
Onun sahne tasarımı geniş bir alana yayılmıştı. Düşlediği, izleyicinin yanında önünde, arkasında kimi zaman ayaklarının dibinde onlarca oyuncunun yan yana oynayacağı bir oyundu.
Algan oyun sahnelerken oyuncunun önüne açtığı geniş alanda onunla birlikte ilerlerdi. Sergilenecek rolün boyutları ona göre metnin yazdıklarının çok ötesindeydi. Metin rol için bir ışık yakardı. Beklan Algan ise bu ışığın aydınlattığı alanı provada genişleterek ilerlerdi.
Onunla yeni çalışanların provalarda kafaları karışırdı. Onun tek bir satırdan bu kadar çok boyutu nasıl ürettiğine şaşarlardı. Eğer süreç içinde onunla düşünsel ve sanatsal bir yolculuğa çıkmayı başaramazlarsa bir süre sonra tıkanıp kalırlardı.
Bu tip oyunculardan biri “Adsız Oyun”da hamile kadın rolüne seçilmişti. Bir yanda başkaldıranlar yargılanacaklar öte yanda bir hamile kadın acılar içinde kıvranıp duracaktı oyun boyu.
Algan oyuncuya hamile kalmanın, çocuk doğurmanın, cinselliği yaşamanın güzelliğini anlatan uzun bir konuşma yaptı. Hepimizin kafası allak bullak oldu. Yirmili yaşlarda kafamızda dar bir bakışla yaklaştığımız kadın-erkek ilişkisinin bu kadar geniş boyutlu olacağını düşünememiştik.
Bizler öğrendiklerimizden ötürü coşkuluyduk ama kazın ayağı öyle değildi. Kadın oyuncu ertesi gün provaya gelmedi. Birkaç gün sonra ise bir gazetede verdiği demeci okurken şaştık kaldık; “Beklan Algan provada seks egzersizleri yaptırıyordu onun için rolümü bıraktım.”
Beklan Algan Tepebaşı Deneme Sahnesi’nde bir tiyatro dünyası kurdu. Bürokrasinin ve ilişkilerinin kapıdan giremediği bu alan Şehir Tiyatroları’nda hep farklı bir mekan olarak yaşadı. Bertolt Brecht’in “Cesaret Ana ve Çocukları”, Peter Weiss’ın “ Marat-Sade” oyunları bu çatı altında gerçekleşti.
12 Eylül 1980 darbesinin hedefleri arasında Tepebaşı Deneme Sahnesi ve Beklan Algan da vardı. Önce Algan 1402 sayılı sıkıyönetim kanunu ile tiyatrodan atıldı. Ardından dozerler onun tiyatrosuna yöneldiler.
1987 yılında 1402’liklerle birlikte Şehir Tiyatrosu’na döndü Beklan Algan. Yeniden kolları sıvadı. Hep yanı başında bulduğu Muhsin Ertuğrul ölmüştü. Tiyatro dünyasını kuracağı bir marangozhane bile kalmamıştı.
Harbiye Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu’nun arka odalarında bir yerler gösterdiler. Son düşü Tiyatro Araştırmaları Laboratuarı’nı (TAL) burada kurdu.
TAL geniş bir odada çalışmaya başladı. Oysa onun düşleri alanlara sığmazdı.
TAL’de oyuncu Erol Keskin ve Ayla Algan’ın başını çektiği bir ekiple metnini Güngör Dilmen’in kaleme aldığı “Troya İçinde Vurdular Beni” adlı çalışmasını sahneledi.
Hep sahnelemeyi düşlediği Alman yazar Goethe’nin “Faust” unu ise çok uğraşmasına rağmen gerçekleştiremedi.
Beklan Algan’ı hep ilerici, atılgan ve yaratıcı yanlarıyla tanıdım. O da ölümüne dek duruşu ile bunu doğruladı.
2006 yılında da bunun bir örneğini yaşadık. Yazar Bilgesu Erenus’la birlikte cezaevlerinde tecride karşı “Hepimiz Tecritteyiz” adlı oyun çalışması hazırlarken bir döndük baktık ki yanı başımızda ve bütün yüreği ile bizi destekliyor.
Beklan Algan inançları, hedefleri ve kavgası olan bir sanat adamıydı. Onu anlamasını beklediği resmi çatılardan beklediği desteği göremedi. Aksine onlar kendi kokuşmuş yapılarına zarar vereceği endişesiyle ona karşı durdular. Ama ne yaparlarsa yapsınlar o ülke tiyatrosunda yerini aldı. Onun çizgisinden gitmek isteyenler ise en az onun kadar yürekli ve kararlı olmak zorundalar.

Mehmet Esatoğlu


                        
                                   ADSIZ OYUN

   Milli Koalisyon dönemi... CHP ile Milli Selamet partisi iktidarda. Ecevit Başbakan. Muhsin Ertuğrul, “çocuklarıyla” birlikte İstanbul Şehir Tiyatrolarının başına dönmüş... Muhsin Hoca birbiri peşi sıra “devrimci” tiyatro anlayışını uygulamaya çalışıyor... Gecekondu bölgelerinde çevre tiyatroları kuruyor, kadroyu genişletiyor, “Stadyumda tiyatro” olanaklarını araştırıyor, “Bölge Tiyatroları Kanunu” peşinde koşuyor... İşte nihayet Beklan Algan’ın içinde büyüttüğü düşü gerçekleştirme fırsatı... Bir Deneme Sahnesi kurmak...
Tepebaşı’ndaki yüz yılık muhteşem tiyatro binası, içinin barok görkemi, dışının klasik albenisiyle bir mücevherden farksız Dram Tiyatrosu yakılmış, bir harabeden farksızdır ve şimdilik tiyatronun marangozhanesidir... (Törende, videodan izledik: Beklan Algan o yapının halini muhteşem bir ironiyle anlatıyordu!)
Çalışma Sürecinde Gelişme
Deneme Sahnesi, acaba marongazhanede olabilir miydi? Üstelik , çalışır durumda ! Yani bir yandan orada tiyatronun dekorları üretiliyor bir yandan orası tiyatro atölyesi ve labarotuarı olacak ve de bir oyun çıkarılacak!
Beklan Algan nasıl bir oyun gerçekleştirmek istediğini biliyordu. Toplumun ve bireyin geçirdiği evreleri içeren ; “tarih tekerrürden ibarettir”e direnen ; bir başkaldırı ounu gerçekleştirmek ve bunun NASIL’ını ortaya koymak istiyordu... Yılların birikimiyle ön hazırlıklar yapmış, çeşitli yazarlarla ön çalışmalar yapmış ancak dilediği metne ulaşamamış, proje bir yana konmuştu...
İşte Muhsin Hoca’nın girişimlerini destekleyen, tiyatro eleştirmeni ben, devreye böylece girdim. Metni ben yazacaktım.
İstenen şuydu: Farklı tiyatro öğretilerine, disiplinlerine, yöntemlerine açık, tüm ekibin katkılarıyla süren, mekanla ilişkiden güç alan, yaşamın dinamik ve değişken bir yansıması! Hatta seyirciyi de yaratıcı güç olarak işe katacaktık! (Daha sonra öyle bir iş Robert Wison ile de katıldım.)
Çalışmaya başladık. Bu, bir yandan metnin yazılması, bir yandan da her provayı izleyip, gidişata göre anında değişiklikleri yapmak demekti.
Kağıt üzerinde attığım her adım (yazdığım her tümce) , Beklan’ın önderliğinde yalnız oyuncular değil, provayı izleyen çeşitli kesimlerden insanların ( yazarlar, düşünürler, farklı meslek sahipleri vb) ile tartışılıyordu. Ayıklamalar, eklemeler, imbikten geçirmeler, damıtmalar... Çalışırken oyun gelişiyordu.
Bu arada mekanda çalışma koşullarını oluşturmak için Ayla Algan’ın öncülüğünde verilen savaşı anlatmama sayfalar yetmez...(Isıtıcı, tabure, zincir bulma maceraları...)
Prometeus’tan Deniz Gezmiş’e
Oyunumuzda ne ya da kimler mi var?
Kurulu düzene, sömürü düzenine, egemen güçlerin iktidar, güç, çıkar düzenine baş kaldıran “HAYIIIR” diyen herkesi koyduk oyuna... Ateşi çalan prometeus’dan, zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi olmayan Spartacus’den başlayıp, Sokrates, Luther, Galileo, Dimitrov’a uzanan ve en sonunda da üç "adsız kahramanımız" vardı. Üç fidan... Yani Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan... Yani direnenler ve yok edilenler.
Oyunumuzda silah yarışında Egemen güçler vardı... (Oyuncular hep belli bir yükseltide) ...
Onlara sürekli hizmet eden emekçiler vardı. (Onlar iki büklüm, marangozhanenin makinelerinde oyun boyunca çalışıyorlardı) Böyle bir dünya’ya çocuk doğurmak ya da doğurmamak arasında gidip gelen Birey’i temsil eden Kadın (Betül Arım)... Bireylerin iç dünyasını yansıtan Sevgililer (Leyla Altın ve Avni Yalcın)
Direnenleri, yargılayan 3 Hakım ( Fehmi Yaşar, Deniz Uyguner, Osman Görgen) .“Hayır” diyenleri savunan avukat (Hikmet Körmükçü) , mübaşir (Salih Sarıkaya) (Tanrım inşallah bu isimleri doğru anımsıyorumdur!)
Oyun alnında 60 kişi! 30’u Şehir Tiyatrolu 30’u amatörlerden Beklan’în seçtikleri!
Çok genç yitirdiğimiz sanatçı Peyman muhteşem mask ve kostümler yaptı. Çevre düzeni Kemal Alben’in. Müzikler Şanar Yurdatapan...
Ve yasaklar
“Adsız Oyun”, 1975 İstanbul Müzik Festivaline davet edildi. (O zaman Tiyatro Festivali yok henüz) Afişler asıldı, biletler satıldı...
Sonra bir gün... Açılışa bir hafta kala, Festival yöneticisi Sevgili Aydın Gün beni çağırdı. Bir sorun vardı... Tehdit alıyorlardı... Oyundan Dimitrov ve sonrasını –Deniz Gezmiş’leri) çıkarmazsam savcılığa gideceklerdi...
Çıkaramam dedim. Bu oyun yalnız benim değildi Beklan Algan, Muhsin Hoca, Şehir tiyatrosu ve tüm emek verenlerindi... Beklan ve Hoca’yla görüştüm. O imcecik sesiyle her heceyi vurgulayarak Hoca olayı noktaladı.
“Oyundan tek kelime çıkmayacak. Ama festivalden çıkacağız!”
Adsız Oyun” festival dışı 22Haziran -6 Temmuz arasında her gece tıklım tıklım oynandı. oyunu ya tabureleri paylaşarak ya ayakta izleyenler öğle saatlerinden kuyruğa giriyorlardı. Kimi tiyatrocu dostlar oyunla çok alay ettiler, kimi eleştirmenler göklere çıkardılar. Selmi Andak’tan Özdemir Nutku’ya üzerine dünya kadar eleştiri yazıldı. Festivalden çıkarılması üzerine hiç unutmam Ali Sirmen müthiş yazılar yazdı, polemikler oldu... (Araştırma yapmak isteyenlere tüm belgeleri veririm)
İşte Beklan Algan’ın Tepebaşı Deneme Sahnesinin açılış öyküsü. Sonra Ani İpekkaya’lı muhteşem “Cesaret Ana ve Çocukları” , Metin Deniz’in muhteşem katkısı , Erol Keskin ve Agah Hün’lü “Marat /Sade” ; sonra Başar Sabuncu’nun şaheseri, Can Yücel’in “Bahar Noktası“ ...
İşte böyle.

Zeynep ORAL





Düzenleyen terapist - 22.Ocak.2012 Saat 17:37
Yukarı Dön
hazalcelik Açılır Kutu Gör
Yeni Üye
Yeni Üye
Simge

Kayıt Tarihi: 24.Eylül.2011
Konum: İstanbul
Aktif Durum: Aktif Değil
Gönderilenler: 5
  Alıntı hazalcelik Alıntı  Yanıt YazCevapla Mesajın Direkt Linki Gönderim Zamanı: 25.Ocak.2012 Saat 00:45
Yeni nesil olarak o zamanları, yani darbe ortamını hayal bile edemem belki.. Pek çok genç sokaklarda hayatını kaybederken, üç genç darağacına gaddarca gönderilmişken, büyük bir baskı ortamı varken ve sahneniz yanmışken(ki ben bu inancın önünde saygıyla eğilmek isterim)tüm bu olumsuzluklara karşı gelip, aynı zamanda sistemi sorgulayan hatta açıkça eleştiren bir oyun ortaya koyabilmek,sanat yapabilmek... İki yazı da kalbime dokundu.. "Adsız Oyun"un her aşamasını hissettim,heyecanınızı (belki milyarda biri de olsa)hissedebildim, hamile kadını oynayacak olan kadının sığlığına sinir oldum, sayenizde ilk defa Beklan Algan'ı izledim,sesini duydum.. Ve festivalden çıkmanızın hüznünü yaşadım.. Sizi ayakta izleyen insanları hissettim.. Beklan Algan'a yapılan haksızlıklara sinirlendim ve üzüldüm.. Bu nedenle hem Mehmet Esatoğlu ve Zeynep Oral'a, hem de bizimle paylaştığınız için Hocam,size çok çok teşekkür ediyorum..
Yukarı Dön
 Yanıt Yaz Yanıt Yaz

Forum Atla Forum İzinleri Açılır Kutu Gör

Bulletin Board Software by Web Wiz Forums® version 9.50 [Free Express Edition]
Copyright ©2001-2008 Web Wiz

Bu Sayfa 0,063 Saniyede Yüklendi.