Tiyatro yaşamın aynasıdır... Ana Sayfa
Forum Anasayfası Forum Anasayfası >7 - DİĞER KÜLTÜR VE SANAT DALLARI >Kitaplar
  Yeni Mesajlar Yeni Mesajlar
  SSS SSS  Forumu Ara   Kayıt Ol Kayıt Ol  Giriş Giriş

Kilitli ForumÖYKÜLER

 Yanıt Yaz Yanıt Yaz Sayfa  <12
Yazar
Mesaj Tersinden sırala
  Konu Arama Konu Arama  Konu Seçenekleri Konu Seçenekleri
terapist Açılır Kutu Gör
Yönetici
Yönetici
Simge

Kayıt Tarihi: 01.Ocak.2007
Aktif Durum: Aktif Değil
Gönderilenler: 1803
  Alıntı terapist Alıntı  Yanıt YazCevapla Mesajın Direkt Linki Gönderim Zamanı: 22.Mart.2012 Saat 13:23

Festival Jürisi Atilla Atalay



- Bence erkek oyuncu ödülünün Şevket’e verilmesi çok manasız...

- Saçma! Filmlerin hiç birisinde Şevket diye birisi yok zaten...

- Hadi ordan... Ben bi sürü Şevket gördüm... Asıl siz film gösterilerinde uyukladığınız için, bi tane bile Şevket görememişsiniz, kalkıp fikir yürütüyosunuz...

- Asıl sen su gibi votka içip perdede olmayan Şevketler görüyosun... Şuna bak kibrit çaksam infilak edicek, leş gibi votka kokuyo herif...

- Burası Antalya Film Festivali diil mi kardeşim? Şevket diye birisinin olması lazım... Bir ay önce Arif’in yerinde oturuyodum, yanıma geldi, “Abi bizim film festivalde, sen de jürideymişsin” dedi... Şööle esmerden bi çocuk... Bi sürü votka içtik, hesabı bana kitleyip tüymüş... Madem ki bööle bi terbiyesizlik yaptı, Şevket olayı bitmiştir artık... Benim için Şevket yok... Finito... Bitdi.

- Siz bi kahve için de öyle oylamaya geçelim...

 

- Lan yoksa biz Şevket’in yerinde içiyoduk da Arif diye biri mi geldi?.. Ben karıştırıyo muyum?

- İtiraz ediyorum... Bu adam jüriden çekilsin... Dut gibi sarhoş, burnunun ucunu göremiyo... Demin en iyi kadın oyuncu oynanırken de oyunu “Sezercik” diye bişeye verdi.

- Buldum bi dakka... O çocuğun adı Şevket diildi. Suphi galiba... Şiir yazıyodu... Bana şair jürisi için kulis yapıyodu, o arada kitledi votka hesabını... Şiir jürisinde mansiyon bile verdirtmiycem o şerefsize... Bittin sen Suphi... Finito...


- Bu ayyaş da her boka jüri... Bundan habersiz apartmana başkan bile seçilmiyo şu ülkede. Geçen yıl ilkokullar arası “Tasarruf ve biz” konulu kompozisyon yarışmasında halamın kızını harcayıp, birincilik ödülünü Cihangir’de 38 yaşında cüce bir hayat kadınına verdirtti... Neyse... Oylamaya geçelim... Bence en iyi erkek oyuncu ödülü Namık Tilbe’ye verilmeli... Dinamik bir oyunculuk, yeni bir yüz...

- O adam kim yaa? Yüzünü kim yeniltti?

- Türk Sineması votka krizi içinde... Saçmalamaya başladı... Namık Tilbe’yi nası tanımazsınız beyefendi?

- Ben ona bi heykel yarışmasında bi ikincilik verdirtmiş miydim? Hani topluca bi çocuk, burnu var hani...

- Herkesin kendi çapında bir burnu vardır beyefendi... Ama görünen o ki, bazılarımızın beyni yok...

- Noporm... Öpsi..

- Hıı?

- Zzzzzzzzt... Tokai, Erenköy distüribütörlüğü...

- Edepsizler... Laf dinleyin şurda... Sizin kulis oyunlarınıza pabuç bırakmıycim... Hakkeden, hakkettiği ödülü alıcak, işte o kadar... “En İyi Erkek Oyuncu” ödülü Namık’ındır...

- Zzzt... Babayii...

- Sabote etme efendi... Otur votkanı hortumla... Bu tip kayırma ve kliklerle sinemamız bi yere gitmez... İtme insanı be! Bi çarparım...

- Yaşlı jüriye el kalkmaz, Erol Taş kesilirsin...

- Asıl siz, taraflı kararlara katılmıyorum diye bana karşı Mütecaviz Coşkun kesiliyorsunuz.

- Naapalım... Burada Türk Sineması tartışılıyor... Francis Ford Coppola kesilicek halimiz yok ya. Anca Tecavüzcü Coşkun kesilinebiliniyor... Zaten salon yok, bi bok yok..

- Ne alâka frigo yaa? Konuyu niye dağıtıyosunuz şimdi? Salon filan nerden çıktı... Oylamaya dönelim...

- Ben Cemil Filmer’le beraber Yeşilköy’de film çekiyorum... Bi baktım Kriton İliyadis geliyo... Bizim sesçi çocuk... Abi dedi, negatifler ışık almış, ilk beş sekans yeniden çekilecek...

- Aaa ama... Konuyu daatmayın dedikçe...Geyiğin kralı dönüyo... Zıçarım jürisine... Ben çekiliyorum arkadış... Ne haliniz varsa görün...

- Kalsaydınız, orontgutz. Noporm öpsi?

- Zzzt dedirtmiycem işte..

* * *

 

- Sonunda jüriden çekillip gitti inek... Tutturmuş kulis var, kayırma var... Sen kimsin lan?.. Delirtmeseydik gidiceği yoktu adinin... Oyunculuk yeteneğimi kullanarak sinirlerini bozdum... İlk ikisi çabuk üşüttü de bu sonuncusu dişli çıktı... Neyse, çatlak sesler ayıklandığına göre, önceden belirlenen listeyi basına veriyoruz... Gazetecilerden kıllanan olursa ne diyceğinizi biliyorsunuz: Noporm opzi... (Ebekulak/İletişim Yayınları)


Yukarı Dön
terapist Açılır Kutu Gör
Yönetici
Yönetici
Simge

Kayıt Tarihi: 01.Ocak.2007
Aktif Durum: Aktif Değil
Gönderilenler: 1803
  Alıntı terapist Alıntı  Yanıt YazCevapla Mesajın Direkt Linki Gönderim Zamanı: 22.Mart.2012 Saat 13:22

DİGİTAL KENAR


Alo... Merhaba Sıdıka, ben arkadaşın Kenar Öbürtekin, bu bir bant kaydıdır. Yani bu kısmını ben kaydediyorum, biraz soona başlıycak şiir kısmını "Cep şiir" servisinden 16 kontür karşılığında ikimiz için seçtim duygularımın ifadesi bakımından... Sinyal sesinden sonra dinle ve beni düşün... (Dııt) "Yürek değil, çarıkmış bu manda gönünden...." Ehem...
- Şşş alo... Alo yine nooldu kontörümün Kenar’ı?
- Alo Sıdıka, alo bu benim Kenar, yani bir bant kaydı olarak değil, şahsen bizzat kendimim. Canlıyım Sıdıka ve bir canlı olarak benim de hislerim var. İşte bu hislerimden bir kısmını sana şiir olarak yollıyım dedim ama bi yanlışlık oldu. A - 27 yi tuşlayıp İclal Aydın’ın sesiyle "Ben sana mecburum"u yollıycaktım, ters bastım heralde. Nerden çıktıysa "Manda gönü" diye bişey çıktı.
- Asıl sen nerden çıktın Kenar, seni hayatımdan silmek için hangi tuşa basmam gerekiyo?
- Ayıp oluyo ama Sıdıka, ben sana kalbimi veriyorum sen bana error veriyosun. Oysa kızlar kendilerini güldüren hatta şiir yollayan erkeklere sadece error vermezler... Diyeyim ben, sen anla artık.
- Ben sana ne diyim bilmem ki Kenar. Eskiden klasik bi salaktın ve bu dijital kazma halinden daha katlanılabilir bi tarafın vardı. Semtlere Internet kıraathaneleri açılalı beri dilin "error" felan gibi laflara da dönmeye başladı. Tebrik ederim, kazmalığın her alanında en son teknolojiye göre yeniliyosun kendini. Umarım ben hayattayken memleketimizin güzide ayılarının hizmetine "ışınlanma" teknolojisi filan da girmez. Çat kapı üç boyutlu olarak hiç çekilmezsiniz.
- Bırak şimdi, cebine yolladığım koala resmini aldın mı? Hani sarılan hayvan.
- Hayır almadım Kenar. Ben de sana vaşak ya da sırtlan gibi bir yırtıcı hayvan yollıycam ama ışınlanma teknolojisini bekliyorum.
- Böyle yırtıcı konuşmaların var ya Sıdıka, nası hoşuma gidiyo biliyo musun? Öööle Sırtlan felan dedin de ayıptır söylemesi şu an benim üstümde Puma eşoftman var Sıdıka. Ya senin? Alo... Aloo. Gene kapattın mı yoksa riyakâr kadın! Ben sana kontörlerce para harcayıp şiir yollamaya uğraşıyım, sen fantaziye kalkışınca telefonu kapat, görlfriendlik görevlerini yerine getirme. Quittirip gidicem senin hayatından çok arıycan bu Kenar’ı çook.
* * *
- Sıdıka gel yavrum, seninle baba oğul gibi konuşalım...
- Nası yani baba? Sen, esasen abimle konuşmak istiyosun da bi yanlışlık mı oluyo? Yoksa doğumum sırasında benim hakkımda seni yanlış mı bilgilendirdiler?
- Her neyse Sıdıka "baba kız" diycektim dilim sürçtü. Çünkü aklım o oğlanda. Hani adı Yakup olan. Seni cebinden ardığımda telefona çıkan o Yakup kim Sıdıka? Cevap ver! Ben bu cep telefonunu sana fink hattı olarak mı aldım?
- Ben öyle birini tanımıyorum baba? Yani beni aradığında cep telefonuma Yakup isimli birinin çıkması çok saçma. Hihihi... Anladığım kadarıyla sen yine yanlış tuşladın o dolma parmaklarınla. Dedik sana o kadar küçük telefon alma diye. Sonra da sarhoşken felan o dolma gibi parmaklarla yanlış yunluş yerleri arıyosunuz.
- Bunlar nası konuşmalar kız bööle Türk erkekleri felan. Sıpaya bak sıpaya, anasına uyup bi kartlı telefon aldık diye kendini reklamlardaki "Özgür kız" sandı. Bak şu beş kardeşe. Ellerim niye bu kadar büyük, parmaklarım niye bu kadar dolma biliyon di mi Sıdıka.
- Evet babaanne! Fakat gerçekten bi yanlış anlama, en azından bir yanlış tuşlama var.
- "Sıdıka" diye hafızaya aldım kız ben seni. Tek tuşta arıyo. Üç kez aradım üçünde de Memur Yakup diye bi adam çıktı...
- Haa sahi, Kenar’a tuzak olsun diye telefonumu semt karakoluna yönlendirdiydim de
- Bu durumda Kenar kim? Aom dı dıdıdıı dırıdırıdıı. Benim adım Zekeriya Saka çok güzel döveriim, şiddetim pek hoştur iyi tekmeleriiim... aomm.



Düzenleyen terapist - 22.Mart.2012 Saat 13:26
Yukarı Dön
terapist Açılır Kutu Gör
Yönetici
Yönetici
Simge

Kayıt Tarihi: 01.Ocak.2007
Aktif Durum: Aktif Değil
Gönderilenler: 1803
  Alıntı terapist Alıntı  Yanıt YazCevapla Mesajın Direkt Linki Gönderim Zamanı: 22.Mart.2012 Saat 13:21

DENİZ KENARI A Atalay


- Niye öyle boş boş bakıyosun Sıdıka. Tanımadın galiba, ben Kenar. Gerçi tanımamakta haklısın, mevsim gereği bi miktar bronzlaştım. Fakat görüyorum ki sen hiç yanmamışsın. Yanmanı isterdim.
- Hiii... Aman Allahım deniz Kenar?ı... Anneme uyup Marmara Denizi?nin ölüsüne girmeye gelirken, koli basilinden elma eşeleğine, hatta katil yosuna kadar her türlü çöp ve pislikle karşılaşmayı göze almıştım ama sen hesapta yoktun Kenar.
- Ben ise seni böyle mayolar içinde görüceğimi rüyamda görsem inanmazdım Sıdıka. Bir rüyasın değil mi? Ya da bir nesin Sıdıka? Ben senin için neyim?
- Şu kadarını söyliyim Kenar; sahilde babam ve abim var, ikisi senin için bir kabus olabilir. Ayrıyetten tek başıma da şuracıkta seni boğabilecek teknolojiye sahibim.
- İyi de Sıdıka?m ben zaten boğuk durumdayım. Seni gördüğüm dakikada nefessiz kaldım. Biliyorum, ben senin için gönül eğlendirdiğin bir oyuncağım adeta. Bu durumda benimle oynayabilirsin Sıdıka. Tamam, var gönlünü eğlendir. Deve güreşi yapmak ister misin?
- Git başımdan Kenar yaa. Koca denizi dar etme insana. Zaten şurada kırk yılda bir suya girip ferahlıycam. Hadi, olay büyümesin. Ben senin söylediklerini duymamış olıyım, hatta sen olmamış ol.
- Tamam Sıdıka, gideceğim bu hüzün denizinden, beni intahara sürükleyen bu kahrolası maviden. Yalnız senden ufak bir ricam var, şunca zamandır seni seven Kenar?ın "elveda" demeden önceki son arzusu olarak kabul et; suyun altında bacaklarını açar mısın, arasından geçip gideyim.
- Çaktırmadan arkana bak Kenar. Sahilde elini alnına siper etmiş düşman denizaltısı gözetler gibi buraya doğru bakan mavi basma elbiseli kadın benim annem oluyo. Ve seni farkedip alarma geçmesine üç saniye var. İnan bana Pörharbır?dan sonra tarihin göreceği en kanlı deniz muharebesi başlamak üzere.
- Başlasın Sıdıka, ben zaten Pörharbır olmuş bi insanım. Bu arada tüy diplerin pürtük pürtük oldu, zannedersem üşüdün ama sana nasıl yakıştı anlatamam... Kötü bir niyetim yok Sıdıka, sadece üşümeni beğendim "pürtük" dedim diye yanlış anlama lütfen.... Sıdıka?
-....blurp...
- Suyun altında bu kadar kalmamalısın Sıdıka. Sıdıka? Nerdesin ruh ikizim? Bari baloncuk çıkar Sıdıka. Bak, ben yüzmesini bilen bir insan değilim ki. Yani ama yeter artık bu kadar naz olayı. Suyun yüzüne çıkmazsan gidiyorum ben. Samimiyim Sıdıka, istenmediğim bir denizde daha fazla duracak değilim. Gidiyorum bak, elveda. Elveda Sıdıka... Taştan bir kalbin olduğunu biliyordum ama aynı zamanda su geçirmez olduğunun farkında değildim.
Yordun sen bu Kenar?ı, kukla ettin kendine. Ama artık bitti. Elveda. "Blurp" haaa... Öyle olsun bakalım, değmezmişsin be Sıdıka, işin gücün riya imiş.

- Yavrum insan niye kendini durduk yere boğmaya çalışsın ki. Anneden gizlenmez be evladım, varsa bi derdin söyle. Gözümden kaçtı zannetme, yanına salaktan bi oğlan geldi ondan sonra suya soktun kafayı sen. O çocukla aranızda bişey mi geçti Sıdıka. O *..*** ne söyledi de dört varil su yuttun, söyle kız ne geçti aranızda. Cemiyete rezil olduysak, hazır hastanedeyken yeni bi surat ve kimlik yaptıralım efbiay şeysi gibi. Kız hadi sööle de gidip estetik cerrahiden ameliyat günü alıyım. Yavrum çıkarsana kafanı yorganın altından, annesinin sözü bu kadar mı batar insana ayol. Hayır vırvırcı bi insan olsam neyse. Tamam bundan sonra o yorganın altında yaşa sen, orda yuva yap kendine, başka anne bul. Sanki kötü bi laf söylüyoruz, sanki boş yere konuşuyoruz. İyi bakalım, kimselerle konuşma sen, kimsenin lafını sözünü beğenme, herkes psikopat bi sen akıllısın. Kız çık dedim, bak hallaca verir o yorganla beraber dövdürürüm seni cadaloz.

Yukarı Dön
terapist Açılır Kutu Gör
Yönetici
Yönetici
Simge

Kayıt Tarihi: 01.Ocak.2007
Aktif Durum: Aktif Değil
Gönderilenler: 1803
  Alıntı terapist Alıntı  Yanıt YazCevapla Mesajın Direkt Linki Gönderim Zamanı: 22.Mart.2012 Saat 13:20

Burnu Fındık Atilla Atlay


Çocukken perilerin postanelerde yaşadıklarını sanırdım. Öyle ufak posta kutularında telefon kulübelerinde değil, bildiğimiz gişesi felan olan postane binalarında işte. Uzunca bir süre bu fikrimi kimselere açıp onaylatmadım ama bu durumdan gayet emindim. Postanede periler vardı, onlar Nazan
a havale yollayıp çocuğu hasta etmişlerdi. Üstelik perilerin en kudretlisi peri padişahı, Nazanın yemyeşil gözlerine aşık olup, onu daha bebekken, büyüyünce başka birisinin gelini olmasın diye nikahına almıştı... Böyleydi yani...
Büyüklerin felçli Nazan bebek için, kimi zaman "Ateşlenip havale geçirdi, böyle kaldı" Kimi zaman da, "Cin tuttu, peri padişahı nikahına aldı" diye açıklama yapmaları, kafamda böyle birleşmişti. Çünkü dedemin arada bir İsanbul
dan gelen havaleyi almak için postaneye gittiğini biliyordum. Demek ki havale işleri postaneden dönüyordu, perilerin üssü de oradaydı. Periler, pulların arkasını yalıyor, telefonu kulağına dayarsan sana ıslık çalıyorlardı. Bigün postacının üstüne kasten bir düve iriliğindeki köpeğimiz Tarkanı salarak adamcağızı dut ağacının tepesine kadar kovalattırdım. Postacıya yönelik bu menfur suikast girişimim sonunda, bendeki bu postacı ve postane nefretini gerekçeleriyle dedeme açıklamak zorunda kaldım. Kendisi gülüp, "Öööle değil len" dedi, "Nazanın havalesi başka bişey, postaneynen felan alakası yok... Hastalık o... Çok ateşi çıkıp beynini yakmış... Anladın mı?". Anlamadım tabi. Dedem peri konusuna bir açıklama getirmeksizin sert bir ses tonuyla "Hangisi anlatıyo sana bööle şeyleri anneannen mi, teyzen mi, deyiver bakalım bana" diye bağırdı. Anneannemi ve teyzemi dedemin olası hışmından korurken, benim gözüme henüz aklanmamış postacıyı harcamayı da ihmal etmedim, kesin konuştum: Postacı... Hepsini postacıdan duydum...

Teyzem, çeşitli zaman aralıklarıyla beni ayakta mutfak kapısının pervazına yaslanıp, pervaza, kurşunkalemle boyumun uzunluğunu belirten çizikler atıyordu. Nazan
la birlikte büyüyorduk. Nazanın annesi Emine Yenge, bazen durduk yere bana bakıp ağlamaya başlıyordu. Keşke Nazan da benim gibi bahçelerde koşup oynasaydı, keşke büyüyünce benim gelinim olsaydı... Oysa O yatağında öylece yatıyor, kimseleri görmüyor, duymuyor, yalnızca arasıra gelen perilere gülümseyip uzun uykulara dalıyordu... Ben, gizlice yastığına yanağımı koyup baktığı yerleri gözetliyor, Onun kimi zaman duvarda bazen tavanda ya da yerde görüp gülümsediği perileri bulmaya çalışıyordum. Ama Nazan ben gibi ağaçların cindoruğuna çıkıp dalından kiraz yiyemez, çaya girip balık kovalayamazdı, ben de perileri göremezdim... Görebilseydim, bi çift lafım vardı o perilere... Gidip padişahlarına söylesinlerdi. Annesi hep ağlıyor, babası derdinden tenekeyle rakı içip bahçelerin gölgesine, ısırgan otlarının arasına devriliyordu. Yeterdi artık. Bıraksındı Nazanı. Hem, büyüyünce O benim gelinim olacaktı... Bir keresinde tüm bunları kocaman bir kömür sobasına söyledim. Nazan oraya bakıp gülüyordu, periler sobanın oralardı biryerde olmalıydılar...
Söylediklerim peri padişahının yüreğini yumuşattı galiba. Ertesi yıl Nazan bir kaç insanı tanımaya başladı sanki. Başucuna gidince onlara belli belirsiz gülümsüyordu. Bunlardan birisi bendim. Annesinden öğrendiğim gibi işaret parmağımı usulca burnuna dokundurup gülerek "Fındık burunlu kız, fındık burunlu kız" diyordum... O koca yeşil gözlerini açıp öyle bir gülüyordu ki... Artık iyiden iyiye inanıyordum, az kalmıştı, Nazan kalkıcak, büyüycek, benim burnu fındık gelinim olacaktı...

Ama bir yaz gecesi, bahçede, başucuna gittiğimde bana bakıp, önce yüzünü ekşitti, sonra katıla katıla ağlamaya başladı. Ne yapacağımı bilemedim, öylece kalakaldım.

Sıcak yaz gecesinde herkes bahçelerdeydi. Köyün tepesindeki mağaradan kaynayan su, yollardaki arklardan kıvrıla kıvrıla usulca herkesin bahçesine geliyor, hanımlar akşam serinliğinde bostan sularken beyler çardaklarda külbastı yapıp, mağaranın buz gibi suyuyla buğulanan bardaklardan rakı içiyorlardı. Annesi, akşamları ferahlasın diye Nazan
ı da bahçelere getirip ordaki bir kerevete yatırıyordu. Esasen ben akşamları Nazana pek bulaşmaz, adamlar sofrasında oturup "laf dinlerdim". Ama bu kez farklıydı. Dayım eliyle bir ateşböceği yakalayıp, sigarasının jelatinine koyarak bana "Çoban ampulü" yapıvermişti. Elimde jelatin içinde yanıp sönen ateşböceği yle bir süre dolaştıktan sonra onu Nazana göstermeye karar verdim. Daha görür görmez ağlamaya başladı. Bir bana bir elimdekine bakıp hıçkırıyor, gözlerini sımsıkı kapatıyordu. Periler mi söyledi, ne oldu, nasıl akıl ettim bilmiyorum; jelatini gevşetip ateşböceğini gökyüzüne bıraktım. Ağlaması bıçak gibi kesildi. Bir süre gözleriyle ateşböceğini izledi, sonra bana baktı, "burnu fındık" dedim, güldü...

Eylüldü, bağbozumu zamanı... "Düğünlerde bu kadar çok ağlanılmaz ama" dedi teyzem... "Bu Nazan
ın düğünü işte..." Burnu fındık peri padişahına gelin gitti.



Düzenleyen terapist - 22.Mart.2012 Saat 13:26
Yukarı Dön
terapist Açılır Kutu Gör
Yönetici
Yönetici
Simge

Kayıt Tarihi: 01.Ocak.2007
Aktif Durum: Aktif Değil
Gönderilenler: 1803
  Alıntı terapist Alıntı  Yanıt YazCevapla Mesajın Direkt Linki Gönderim Zamanı: 22.Mart.2012 Saat 13:19
Bu bölümümüzde sizlere sevimli ve bir o kadar da değerli öyküler sunacağım...

Ancak sevgili dostlar eserleri salt buralardan okumak ve bunu alışkanlık haline getirmek paylaşmak,  yazar açısından verdiği emeğin karşılıksız paylaşılması demektir ki bu da haksızlık ve saygısızlıktır.

Benim buradaki amacım tanışmamış olanları tanıştırmaktır. Beğendiğiniz yazarın lütfen kitabını alınız... Bu "medeniyet" tir Bu "etik"dir


En sevdiklerim arasındaki Atilla Atalay öykülerinden örnekler sunuyorum...
 Kitaplarını almayı unutmayın

AVRUPA TRENİ


Alo, Sıdıka, Kenar ben. Seni düzeyli bir vize işi için arıyorum, samimiyim.
- Vize mi? Nası yani Kenar? Sende konsolosmuşum gibi bir his mi uyandırıyorum? Bu yine bir telefon seksi fantezisi mi? Vize vermem mümkün değil ama cenazen için "Defin Ruhsatı" alma konusunda sana yardımcı olabilirim Kenar. Bizzat gebertirim.
- Avrupa Treni kaçmaktadır bugün Sıdıka... Biz o trenin yataklı vagonuna pinmek için...
- Alkol mü aldın sen Kenar? Avrupa Treni dediğin şeyin restoran vagonunda felan mısın?
- Ne münasebet Sıdıka, alkol felan kullandığım yok. Peki sen alkol aldın mı Sıdıka? Bana "hoh" demek ister misin. Ama hemen şimdi deme, şu an internet cafedeyim, yarım saate evde olup üstüme rahat bişeyler giyerim, o zaman "hoh" de...
- Bak gene başladı eş..eşkenar!
- Avrupalıların önünde ne bağırıyosun Sıdıka. Bu koşullarda tabii ki bizi o topluluğa almazlar. Bu gün erişkin iki insan arasındaki bir fantezi isteğine bile bu şekilde tepki gösteriyorsak geçmiş olsun bize.
- İmdat diyorum Kenar ya, "İmdat Freni"ni çekiyorum.
- Tabii Sıdıka, sen bu tren kaçsın istiyosun. Bu Kenar hep sana mahkum olsun istiyosun. Çünkü neden; İsveçli, Norveçli, Danimarkalı her türlü fantaziye açık sarışın hatunlarla baş edememekten korkuyorsun. Ama sırf senin yüzünden memleket bu tarihi fırsatı kaçırmıycaktır Sıdıka!
- İyi de salağım benle ne ilgisi var, trenin raylarına mı yatıyorum? Hem bak sana bişey söyliyim mi, biz topluca o treni kaçırsak bile, seni tek başına kesin alırlar oralara. Ne olsa bilim ve teknikte bizden daha ileriler, senin gibi özel bi yaratığı incelemek istiyecek bi üniversite laboratuvarı olduğundan eminim.
- Benim laboratuvarda ne işim olur ki Sıdıka. Eğer, hani yani, bana "Deney Hayvanı" demek istediysen...
- Yok "fayans" demek istedim... Biliyosun laboratuarlar komple fayans kaplı olur.
- Fayans mı? Anlamadım ki... Hıh... Biliyorum, mahsus anlaşılmaz kadını oynayıp beni kendine kul köle etmek istiyosun Sıdıka. Ama senin bu tür şeytanca oyunlarını yemez Kenar... Günün birinde beni fayans gibi pürüssüz ve ak pak teni olan Danimarkalı görl firendimle görünce kafanı vurucak duvar arıycaksın... Elveda Sıdıka. Adiyö...
- Hadi ya... Hehe... Elveda Kenar.
- Pişmansın de mi? Bana fayans demiycektin Sıdıka. Som altından taç olsan affetmez artık seni bu Kenar. Elveda.
- .....
- Elveda? Kapattın di mi riyakâr kadın... Kukla ettin beni kendine ama artık bitti, finito. Kenar yok artık. Elveda? Alo...
* * *
- Alo Sıdıka... Bu defa seni tamamen temiz ve milliyetçi hislerle arıyorum, samimiyim... Türk’ün Türk’ten başka dostu yok Sıdıka... Her ne kadar bana fayans demiş olsan da seni affediyorum. Neden dersen, bu bana Danimarkalı bir kızın "May Honey" yani, "balım" demesinden daha iyidir. Neticede söyleyen benim insanımdır. Hiristiyan Kulübünün burnu okka gibi fakat havada olan bir neferi değildir. Ben onlara elveda dedim artık Sıdıka, o ecnebi meraklısı Kenar geride kaldı. Ve evet, ben bir fayansım Sıdıka, senin fayansınım... Fayans ettin beni kendine... Alo... Alo?




Yukarı Dön
 Yanıt Yaz Yanıt Yaz Sayfa  <12

Forum Atla Forum İzinleri Açılır Kutu Gör

Bulletin Board Software by Web Wiz Forums® version 9.50 [Free Express Edition]
Copyright ©2001-2008 Web Wiz

Bu Sayfa 0,219 Saniyede Yüklendi.