Kelimeler Olmadan okuyabilmek...
Merhaba
Ekranda da olsa beyaz kağıdı karşıma alıp ilk tuşa basınca zaman nasıl geçiyor,
kelimeler nasıl bu kadar hızlı akıyor anlayamıyorum. Halbuki okuyacak zamanımız
sınırlı, neden derseniz çok okumak gerekli olduğu gibi okuduktan sonra da
okunulanılar üzerine düşünmek gerekiyor...
Hayatımızda böyle mi yapıyoruz? Maalesef... Okuduğumuz bile söylenemez ama
okusak bile üzerine düşünmüyoruz.
Yıllardır yaptığım eğitimlerde ki yeniden bu konuya dönmek zorunda kaldım; Hep
düşünmeyi öğretmeye çalışıyorum. Düşünmek... Ne muhteşem bir kavram... Duygu ne
derseniz; Düşünmenin yanı sıra hayal kurmak, yani düşündükten sonra oluşması
gereken bir sentez durumu... Gerçek üretimin burada olduğunu düşünüyorum. Yani
insan eğitiminin temelinde okumak var, sonra okuduğunu anlamak için düşünmek
geliyor. daha sonra ise ulaştıklarınla hayaller kurarak yeni bilgiler
oluşturmak gelecek.
Okumak sadece yazılı belge-bilgi ile olmak zorunda mı? Değil, her şeyi
okuyabilirsin. Yolda yürürken gördüklerin, otobüste yolculuk sırasında şahit
oldukların, sinemada seyrettiklerin ya da bir doğa parçası bir sanat eseri
karşısında yaşadıkların... Kimimizin görmek izlemek dediği bu kavram da aslında
okumaktır. Maalesef bizler kelimelerle dost olmadığımız gibi gördüklerimizle de
dost olamıyoruz. Yani boş yaşıyor, boş bakıyor, boş devam edip boş insanların
yetişmesine katkıda bulunuyoruz.
Herkesin yaptığını yapıp durum tespitiyle vakit geçirmek yerine neler
yaptıklarımı neler yapabileceklerimizi konuşalım. Uygulamak şart değilse de bir
minik örnek olmak işe yarayabilir.
Çocuklarla çalışmalarımız (tiyatroterapi) sırasında Picasso'nun ünlü Guernica'
sını bastırıp çalışmaya getirdim. Yaş ortalamamız 12... Konumuz bu tablo;
Okuyacağız... Yani yorumlayacağız. Kübizmin en ünlü eseri karşısında çocukları
bilgisiz bırakmak haksızlık. Temel bilgileri veriyorum.
İspanyol Franco hükümeti, yeni silahlarını test etmek isteyen Alman ve İtalyan
askerlerine İspanyanın Guernica kasabası üzerinde bu deneyi yapmalarına izin
verir... Yaklaşık beş bin kişinin yaşadığı kasabada büyük bir katliam yaşanmış,
o güne kadar görülmemiş şiddette olan bombalamalar Guernica'yı yerle bir
etmişti. Bilinenlere göre ölü sayısı en az 1.654, yaralı sayısı ise 889'du.
.............
Derin bir sessizlik... Çocuklar şokta; Ben yaşanılan her kötü olayın iyiye
yolculuk, bilime yolculuk adına öğretici olduğunu, bu tarz olayların
tekrarlanmamasının yolunun eğitim ve düşünmekten geçtiğini söyleyip
incelemelerini yani tabloyu okumalarını istiyorum. Çocuklarımın kimi açık
kapıyla sonlanan siyah duvarı, sırtında mızrak saplanmış atı, boğayı, güvercini
görüyorlar. Küçücük ama muhteşem kafalarıyla yenilgiyi, barışı kaba gücü
yorumluyorlar.
Ve soruyorum;
Neden tablo sadece siyah beyaz ve gri?
Elbette ki cevaplar çok ve yıldırım hızıyla geliyor.
-Böylesi bir facia rengarenk anlatılamazdı ya...
-Eski gazete fotoğraflarındaki renkler gibi ... Bana geçmişten bir şeyler
anlatıyormuş gibi geldi.
-Savaşın sebep olduğu parçalanmışlık ve ölümü yansıtıyor...
... En güzel cevap bir minik çiçeğimden geliyor. Tablo o kadar karışık ve
anlaşılmaz ki, Ressam bile ne olduğunu neden olduğunu anlayamamış... Her
fırçada anlamsızlığı, çaresizliği haykırmış...
Hepsine katılıyorum da en son konuşan çiçeğimin cümlelerine destek amaçlı çok
bilinen anektodu aktarmak istiyorum.
Katıldığı bir sergide Alman bir general Picasso’ya yaklaşır ve sorar;
''Bu tabloyu siz mi yaptınız''
Picasso’da;
''Hayır, siz yaptınız'' der.
Güzel kızım hem üzülür hem de doğruyu yakalamış olmaktan dolayı sevinir.
Sözünü; 'Savaşların hiç olmaması adına ömrümce çalışacağım' diye bitirir.
Gözlerim dolu, Bir eğitimci olarak görevini yapmış hissetmenin doruk
noktasındayım...
Çalışmalarımızdan birinde, çocukları hemen yakınımızdaki harap olmuş ahşap bir
evin yanına götürdüm. Yok oluşun üzerinden hayli zaman geçmiş ama giriş kapısı
kapalı, üstelik zincirle bağlıydı. Çocuklara ‘Bu kapı konuşabilir mi?’ dedim…
Daha yaşları da oldukça küçük olduğundan yüzüme tuhaf tuhaf baktılar.
Anlatmak gerekti… Bana konuşuyor, çok da hüzünlü şeyler anlatıyor dedim.
Öyküsünün çok yıllar öncesine bir marangozun ellerinde başladığını, yeni
evlenen bir çifte yapılan bu eve gelip takıldığını, kapıdan giren gelini, gelen
misafirleri, sonrası camda beklediği sevdiceğinin koca kilide uzanan elini,
sonra sonra çocukları, hatta onların çocukları derken ben dinledikçe onun
anlatmayı sürdürdüğünü söyledim… Aman bir keyif aldı ki çocuklar sormayın.
Herkes hayal gücü doğrultusunda duyduklarını anlattı. Hoş olanı artık
konuşmayan pek çok şeyi dinleyebilecekleriydi.
Bir küçüğüm dalıp gitti... Anladım okuyor, hayalindeki öyküyü anlatan
kitabı... Aramıza döner gibi olduğunda bize de anlatmasını istedim. Tereddüt
etti ama yine de anlattı... Şu camı bile olmayan pencereyi görüyor musunuz
öğretmenim... İşte hemen kenarında minicik bir beyazlık var, biraz dikkatli
bakarsanız bir perde kalıntısı olduğunu göreceksiniz. Aslında kalıntı değil...
Bakın, bakın ne kadar muhteşem danteller el işi oyalar ve renkli süslemeleri
var. O perdeleri anne ve anneannesi o daha küçücükken öğretip hazırlatmışlar
ona... Evlendiğinde gelin gittiği evin pencerelerini süslesin diye... İşlerken
ne hayaller kurmuş. Bazen sevinçle gülümsemiş bazen bazı şeylerden endişe etmiş
ama genelde hep içi kıpır kıpır heyecanlıymış. Yıllar yıllar sonra bu eve gelin
gelmiş, perdelerini asmış ilkin... Sonrası güzel pek çok şey... Balıkçıymış
kocası... Kıt kanaat da olsa geçiniyorlarmış. Sonra açılan cam fabrikasına
girmiş, becerikli adammış usta olmuş, Kazançları daha iyi olmuş. Çocukları
okumuş meslek sahibi olmuşlar ama karı koca ömürlerinin sonuna kadar burada
yaşamışlar... Bu kadar öyküyü ki bana neredeyse 60 yıl gibi geldi hep şu
minicik perdeden mi okudum güzelim benim dedim... Eveet... dedi. Sizde bakın,
hatta biraz daha dikkatli bakın dediğinde; gerçekten dikkatli baktım...
Perde... evet perde... o benim babaannemin perdesiydi.
Ses çıkarmadan konuşanlar… İşte ben en çok onları severim. Öyle samimi öyle
sıcacıktırlar ki… Hiç yalanları olmaz. Size söylemiyorlardır anlattıklarını…
Kendi kendilerine konuşurlar, onların da yalana ihtiyacı olmaz. Maharet onu
duymaktır. Şimdi söyler misiniz bana okumak için kitap ya da kelimeler olması
gerekli mi? yaşamdaki canlı cansız her şeyin konuştuğunu fark etsek hayatımız
ve tüm hayatlar daha güzel olmaz mı?
Bu yüzden ben yavrucukları çiçekler arasına, arkeoloji ve diğer tüm
müzelere, uçurtma uçurmaya, her yere her yere okusunlar diye götürüyorum.
Okusunlar, dinlesinler, anlasınlar, düşünsünler hayal kurup üretsinler diye...
Biliyorum uzun oldu... Ama doyamadım daha anlatmaya ki... Haydi lütfen biraz
daha gayret... Minicik torunum ile ilgili... Dün yaşadık, onu paylaşmadan
bitiremem mümkün değil... İsterseniz biraz hava alıp gelin öyle devam edin ama
devam edin ne olur...
Yaşasın, Geldiniz...
Size minik kuzum aslanım Çağan(3) ile birlikte yaşadığımız bir kaç saatlik
zaman dilimini anlatmak istiyorum. İster bu adam noksan deyin isterseniz hayret
edin ama gerçek anlattıklarımdır.
Anne babası çalıştığı için haftanın belli günleri bizimle, belli günlerinde
anneannesiyle zaman geçiriyor kuzum. Kural yok hepimizin canı... Mutluyuz.
Genetik olarak sanırım, alet edevata pek meraklı. Oyuncaklarının tamamını benim
aletlerim ve atölyem oluşturuyor. Dün de bisikletle oynamaya başladığında,
aslında daha tam binemiyor... Bir şeyler yapmak istedim. Her türlü alet zaten
her yere yayılmış vaziyette, gel bisikleti keslim dedim. Heyecanla atıldı...
Keselim Dedeee... Ben kesebilir miyim? Hayır, sen kesemezsin. Kesici çok
tehlikeli ama şarjlı matkabı kullanabilirsin dedim Anlaştık...
Hakikaten minik bisikletin arkasında bir bölümü keserek farklı bir boru
kaynattım. Bu boruya şarjlı tornavidayı kelepçe kullanarak monte ettim. Daha
sonra matkabın ucunu ayarlayarak tam olarak arka tekerleğe temas etmesini yani
döndürmesini sağladım. Fren tellerini ise değiştirip gaz pedalı şeklinde şarjlı
matkabın tetiğini çekecek şekilde oluşturdum. Yaklaşık dört saat sürdü hep
birlikteydik ve bu arada bin üç yüz kere bitti mi dede, Bin beş yüz kere dede,
napıyosun sorusunu cevapladım. Her seferinde yaşına uygun cevaplar verdim.
Saat akşamın yedisine doğru bitti... İlk denemeyi işten dönen torunumun babası
yani oğlumla birlikte yaptık... Birinci sürüş çok başarılıydı... Kuzum çılgınca
sevinç, mutluluk kahkahaları arasında bir kaç tur attı sonra oğlum telaşla
aküsünü çıkardı nooluyor dediğimde yanıyor dedi... Evet şarjlı matkabı yaktık.
Değeri 150 lira olan matkap ve yaklaşık dört saatlik emek... Boşa gittiğini
düşünmüyorsunuz değil mi?... hani aklınızdan; ''Yahu, bir tane hazır akülü
araba ya da bisiklet alıverseydin ya' diye geçmiyordur... Yok yok geçmez canım
niye geçsin. Ben kardeşlerim anne babası herkes böyle bir aleti hemen
alabilecek durumda ama..
İstersen yapabilirsin... Yeter ki dene,
Şimdiii, bu bir matkapsa, duvarı deliyorsa o zaman bir bisikleti yürütebilir...
Yürütmüyorsa eksiği nedir ona bakarız düşüncesinin,
Araçları yaratıcılığını kullanarak sabit işlevleri dışında da
değerlendirebilirsin düşüncesinin,
Ve belki de Yıllar sonra bile tekrar ve tekrardan okuyup kendisinden sonraki
nesillere anlatacağı 'Dedemle elektrikli bisiklet yapıyoruz' adlı romanın
sahibi olmasını nice dört saatlerle ve pek çok 150 liralarla sağlayamazsınız
değil mi?
O yanık matkap hayatımdaki en kıymetli elektrikli aletlerimin arasında yerini
aldı.
Okuduğunuz, Özellikle kelimeler olmadan okuyabiliyorsanız...
Beni anladığınız için teşekkür ederim.
Dünya üzerindeki tüm dilleri anlayabildiğinizin farkında mısınız?
R.Sinan Akbaşak