Tiyatro yaşamın aynasıdır... Ana Sayfa
Forum Anasayfası Forum Anasayfası >7 - DİĞER KÜLTÜR VE SANAT DALLARI > Sinema
  Yeni Mesajlar Yeni Mesajlar
  SSS SSS  Forumu Ara   Kayıt Ol Kayıt Ol  Giriş Giriş

Kilitli ForumSinema tarihi: İtalyan yeni gerçekçilik akımı

 Yanıt Yaz Yanıt Yaz
Yazar
Mesaj Tersinden sırala
  Konu Arama Konu Arama  Konu Seçenekleri Konu Seçenekleri
terapist Açılır Kutu Gör
Yönetici
Yönetici
Simge

Kayıt Tarihi: 01.Ocak.2007
Aktif Durum: Aktif Değil
Gönderilenler: 1803
  Alıntı terapist Alıntı  Yanıt YazCevapla Mesajın Direkt Linki Konu: Sinema tarihi: İtalyan yeni gerçekçilik akımı
    Gönderim Zamanı: 15.Aralık.2008 Saat 12:26

 sinema tarihi: İtalyan yeni gerçekçilik akımı

Bir%20tutam%20sinema%20tarihi:%20İtalyan%20yeni%20gerçekçilik%20akımıAvrupa’nın sinema tarihi peşinde yaptığımız yolculukta bu ay Almanya’dan güneye doğru ilerliyoruz ve İtalya’ya varıyoruz. Krallıklar tarihi, resim ve heykel tarihi, hatta futbol tarihi ile ünlü olan İtalya’nın sinema tarihinde de büyük bir yerinin olmaması zaten düşünülemez. En önemli sinema akımlarından bir diğerinin anavatanı olan İtalya’ya geldiğimizde bakalım siyah-beyaz dünyanın hangi tarzı bizi bekliyor.

Sinema, gerçeği mi yansıtmalı yoksa yaratıcı beyinlerin ürünlerini mi bize sunmalı sorusu sinema tarihinin en başından beri sinemacıları ikiye ayıran bir soru. Sinema tarihinin başlangıcında karşımıza iki isim çıkıyor: Lumiere kardeşler ve Melies. Lumiere kardeşler kameralarını alıp trenin istasyona girişini, fabrikadan işçilerin çıkışını kaydederken, Melies çeşitli illüzyon numaraları kullanarak 1907’de 14 dakikalık “A Trip to the Moon” (Aya Yolculuk) isimli bir film çekiyor. Bu noktadan itibaren sinemanın ikilemi de başlamış oluyor. Sinemanın görevi ne olmalı, amacı ne olmalı? Gerçekleri kaydetmek bir sanat sayılır mı? Peki ya illüzyondan hikâyeler anlatmanın manası ne?

Sinemanın ilk yıllarından itibaren başlayan bu ayrımın her iki kolu da çeşitli film akımlarına yol açıyor. Melies’nin yolundan gidenler geçen ay bahsettiğimiz Alman dışavurumcu sinemasının doğumunu sağlarken, Lumiere kardeşlerin izindekiler de kendi sanat akımlarını arıyorlar.

İkinci Dünya Savaşı’yla birlikte Avrupa birçok film şirketini ve sinema salonunu kaybetti. İngiltere’de, Almanya’da ve Fransa’da bu kayıp İtalya’ya oranla çok daha fazlaydı. Bu durum 1940’larda ve 50’lerde İtalya’nın diğer ülkelere fark atmasını sağladı. İtalya’nın sinema sektörü savaş öncesinde çok da verimli değildi. 1920’lerde az sayıda film yapılıyordu ve bu filmler “beyaz telefon filmleri” adı verilen basit romantik komedi filmleriydi (“beyaz telefon” adı bu filmlerdeki zengin evlerde bulunan beyaz telefonlardan geliyor). 1922’de Mussolini başa geldi ve faşist yönetim filmlerin gücünü kullanması gerektiğine karar verdi.

Bir%20tutam%20sinema%20tarihi:%20İtalyan%20yeni%20gerçekçilik%20akımı1924 ile 1937 arasında Mussolini iktidarı sinema sektörünü geliştirmek için çalışmaya başladı: film yapım ve dağıtım şirketleri, film okulu (Centro Sperimentale) ve film stüdyosu (Cinecitta) kuruldu. İnsanlar sinema üzerinde çalışmaya, yazıp çizmeye başladılar. Filmlerin çoğu deneysel nitelikteydi. 1940’larda savaş dolayısıyla Avrupa’da sinema dururken İtalya’da gelişmeye devam etti. Savaşla birlikte Mussolini Amerikan filmlerinin de gösterimini yasaklayınca, İtalyan sineması artık dur durak tanımayacak bir hızla ilerlemeye başladı.

Film okulunda tartışılan en önemli konu filmlerin nasıl olması gerektiğiydi. Özellikle Cesare Zavattini tarafından savunulan görüş, filmlerin gerçekçi olması gerektiği üzerineydi. Olay örgüsü denilen şey hayal ürünüydü, dolayısıyla bundan kurtulmak gerekliydi. Aynı durum stüdyolar için de geçerliydi, bunlardan da kurtulup sokağa çıkmak lazımdı. Ve son olarak aktörlerin de bu gerçekçilikte yeri yoktu. Gerçek karakterler gösterilmeliydi. Bu ilkeler birçok yeni sinemacı tarafından benimsenince, yeni gerçekçilik akımının temellerini oluşturmuş oldu.

 

Bir%20tutam%20sinema%20tarihi:%20İtalyan%20yeni%20gerçekçilik%20akımı

1943’te Luchino Visconti “Ossessione” (Tutku) adlı filmiyle yeni gerçekçilik akımına giden yolu açtı. “Postacı Kapıyı İki Kere Çalar” romanının bir uyarlaması olan bu filmde artık eski İtalyan sinemasının yapmacıklıkları, toz pembe dünyası yoktu. 2 sene sonra Roberto Rossellini’nin “Roma, citta aperta” (Roma, açık şehir) filmiyle ise yeni gerçekçilik akımının hayatı resmen başladı. Yapılan filmler hayatı olduğu gibi yansıtma peşindeydi ve neredeyse hiç profesyonel aktör kullanılmadan çekiliyordu. Gerçekçilik hissini artıran bir diğer özellikleri ise hareketlerin ve olayların kameranın dışına taşması ve sahnelerin kesilmeden uzun çekilmesiydi.

Yeni gerçekçilik akımı halkın içinde bulunduğu zor durumu olduğu gibi yansıtmak istiyordu. Yoksulluk üzerine anlatılan karamsar hikâyeler ve savaşın sebep olduğu zorluklar gösteriliyordu. Tek tek kişilerin hikâyeleri anlatılıyordu, çünkü insanlar arasındaki bağlar vurgulanarak “bu onun hikâyesi gibi görünebilir ama aslında hepimiz bu durumdayız” mesajı veriliyordu.

Dönemin en önemli eserleri arasında Vittorio De Sica’nın “Ladri di Biciclette” (Bisiklet Hırsızları) ve Visconti’nin “La Terra Trema” (Yer Sarsılıyor) filmlerini de saymalıyız. Bu filmlerde polisten devlete, kiliseden zenginlere kadar birçok otoritenin işe yaramazlığı ortaya konuyordu. Eh bu da faşist bir yönetimin pek hoşuna gidecek bir akım olmaktan çıkardı yeni gerçekçiliği.

Bir%20tutam%20sinema%20tarihi:%20İtalyan%20yeni%20gerçekçilik%20akımıİtalyan yeni gerçekçilik akımının sona eriş tarihi olarak De Sica’nın 1950 yılında çektiği “Umberto D.” adlı film gösterilir. Gerçekten de bu filmle birlikte artık akımın sürükleyici günleri bitmiştir ama yine de etkileri 60’ların sonlarına kadar devam eder. Akımın sona erme sebeplerine bir göz atarsak bunlar arasında en önemlisi, savaş sonrası İtalya’nın sosyal durumunun oldukça iyiye gitmesi.

Bir süre sonra, yeni gerçekçilik akımının anlattığı zavallılık hikâyeleri yok oldu, dolayısıyla da insanlar kendilerini o karakterlerle özdeşleştirmeyi bıraktılar. 50’lerde yürürlüğe giren yasalar ile birlikte İtalyan sinemasında devlet kontrolü ve sansür arttı. Faşist yönetime ters olan ve ülkeyi kötü gösteren filmlere izin verilmemeye başlandı ki bu da yeni gerçekçilik için aşılması zor bir engeldi.

İtalyan yeni gerçekçilik akımının sinemada bıraktığı etkileri anlatmaya gerek yok. Özellikle izlediğiniz bağımsız filmleri bir aklınıza getirirseniz, onların gerçeği yansıtma çabalarını nerden aldıklarını fark edersiniz. Yeni gerçekçilik akımı ile birlikte, filmler ilk defa stüdyolardan çıktılar ve sokaklara ulaştılar. İlk kez aktörler yerlerini gerçek karakterlere bıraktılar. Daha sonra sinemaya çok önemli filmler bırakacak Federico Fellini ve Michelangelo Antonioni gibi büyük yönetmenler de ilk filmlerini bu akım içinde çektiler. Yani yeni gerçekçilik, her büyük akım gibi sadece kendi dönemini etkilemekle kalmadı.

Peki şimdi en baştaki sorumuza geri dönersek; gerçeklik mi yaratıcılık mı demiştik. Bu filmlere bir baktıktan sonra, gerçeği yansıtmanın yaratıcılık gerektirmediğini söyleyebilir miyiz?

 

Yukarı Dön
 Yanıt Yaz Yanıt Yaz

Forum Atla Forum İzinleri Açılır Kutu Gör

Bulletin Board Software by Web Wiz Forums® version 9.50 [Free Express Edition]
Copyright ©2001-2008 Web Wiz

Bu Sayfa 0,156 Saniyede Yüklendi.