Ersin Karabulut: |
Yanıt Yaz |
Yazar | |
terapist
Yönetici Kayıt Tarihi: 01.Ocak.2007 Aktif Durum: Aktif Değil Gönderilenler: 1803 |
Alıntı Cevapla
Konu: Ersin Karabulut: Gönderim Zamanı: 07.Ocak.2009 Saat 00:59 |
Ersin Karabulut: Sandıkçı geldi hanııım… Ersin Karabulut, Sandıkiçi ile en yakın arkadaşlarımızdan biri oldu ya, neymiş bu adamın numarası diye yoklamaya karar verdik. İçini dışını biliyor olmamızdan olsa gerek, keyifli ve bol kahkahalı bir röportaj yaptık, yolda rastlarsanız çekinmeden yanına gidip merhaba diyebileceğiniz şeker gibi biri olduğuna karar kıldık. Güzel sanatlar okudun değil mi… Karikatüre nasıl başladın? İstanbul'da doğdum, 81 doğumluyum. Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik Bölümü'nde okuyorum. 99'da girdim, hala da okuyorum. 2 yıldır dondurmuş durumdayım, düşün yani daha yıllarım var. Birinci sınıftayken bakıyordum sakallı makallı adamlar geliyordu, arkadaşlarla "sen hala mezun olmadın mı yahu, senin yaşıtların dede oldu dede, çocukları oldu" diyorduk onlara. Herhalde onlardan biri oluyorum ben de. Her dediğin şeye "bunu da köşede okuduyduk" diyecek miyiz? Her dediğim şeye demezsin de senin hafıza da iyiymiş ama. Ben bile ne çizdiğimi hatırlamayabiliyorum, düşündüm mü, çizdim mi unutabiliyorum. Çizmiş oluyorum çoğu zaman. Bir de köşe iyice hayatım olduğu için artık, çizmişimdir herhalde bir sürü şeyi. Çizmediklerimden bulmaya çalışayım sana. Okulda hocalar nasıl bakıyor karikatür işine ya da bu dergilere? Ciddiye alıyorlar mı? Ya ondan önce, bu işe karikatür demek doğru olmadı değil mi? Değil. Ben karikatür çizmiyorum. Çizgi öykü. Karikatür tek karelik esprilerdir. Ben onları beceremiyorum, keşke becerebilsem de çizsem. Çizgim de müsait değil ona, komik olmuyor. Al Gülüm Ver Gülüm'e çiz diye önüme koyuyorlar bazen espriler, kötü kötü şeyler oluyor. O başka bir yetenek. Ben Pişmiş Kelle'de 16 yaşında başladım, o sırada karikatür çiziyordum. Çünkü derginin önemli ismi olman gerekiyor öykü çizebilmen için. En azından bir yarım sayfan olmalı, hatta daha fazla. Benim şu an çizdiğim kadar mesela, yarım sayfadan biraz daha fazla, 'kalın ayak' deniyor ona. Orada tek karikatürler çiziyordum, sonra sütun çizdim, Pişmiş Kelle tirajı yüksek, amatör çizerlerin akın ettiği bir dergi değildi, o yüzden beni çok yetenekli filan olduğum için almadılar yani. O aralar herkes Leman'a gidiyordu. Lisedeyken bayağı bir çizdim, iki haftada bir köşe yapıyordum ama kötü oluyordu, çizemiyordum işte. Çok komik biri değilim ben, eksiklik olarak söylemiyorum bunu, muhabbette de komik değilim pek. Eğer çizeceksen orijinal bir şeyler bulman gerek, bulamıyorsan dergiye bir katkın olmuyor, okuyucu da anlıyor bunu. Oluyordu da ne çiziyordum biliyor musun, dergilerde gördüğün vasat espriler işte, patlıcan burunlu adamlar vardır ya, şablon karikatür tipleri, onlardan çiziyordum işte. Oradaki ağabeyler, "sen karikatür çiziyorsun ama beceremiyorsun, çizme, başka şeyler çiz" dediler. "Başka bir bileğin var" dediler; daha artistik, anatomik çizgiye gidiyordu elim. Okula hazırlansam mı diye düşünüp resme ağırlık vermiştim o sıralar, zaten çizemiyorken iyice karikatür çizemez oldum. Başka şeyler yapayım dedim, yoksa karikatür çizme deselerdi belki hala kötü kötü şeyler çiziyor olabilirdim. Okul kısmına gelirsek… Hocalar, öğrencilerinin mizah dergilerinde çalışmasına sıcak bakıyor mu ya da mizah dergilerine saygı duyuyorlar mı? Akademik ortam tuhaftır biliyorsun. Mimar Sinan'da da sanatçı ve sanatçı geçinen bir kitle olduğu için mizah dergilerini biraz kitsch bulurlar, entelektüel boyutu yok gibi görürler ve gösterirler. Ben öyle bile olsa memnunum da o kadar pek kimseye söylemezdim. Okuyanlar olduğunu biliyordum ama kimse de gelip "çok güzel çiziyorsun tebrik ederim" filan demedi yani. Sadece arada muhabbet ederken birileri "hı, evet, çizmiştin onu?" diyordu, "aa okuyor musun onu" diyordum Lombak'ta okuldaki bir hocan hakkında bir şey çizdiğin ve onu okulun duvarına astıkları bir macera vardı… Çok fenaydı o. Derginin tirajını biliyorum ama hiç yanı başımdakilerin, mesela hocanın kızının okuyabileceğini düşünmüyordum. Meğer hocanın kızı çok seviyormuş beni. Ben bir güzel çizdim hocayı. Grafik tarihi diye bir ders, ben de derste çok sıkılmışım, ne işim var benim burada diyorum ve bir şeyler hayal ediyorum. Çizdim bunu, yayınlandı bir güzel. Sonra öğretmenlerin odasına fotokopiyle büyütülüp asılmış, herkes de okuyormuş. Ne yapsam diye düşünüyorum, zaten dersinden geçemiyorum, tanıyacak diye korkuyorum, iyice battık yani. Bereyle filan gittim bayağı okula, "şudur işte çizen hocam" diye gösterecekler diye korkuyorum. Üç ay filan o orada durdu, üç ay sonra bu sefer bu olayı çizdim, ondan sonra indirdiler. Okulda dediğim gibi, mizah dergilerinde çizmeye çok destek olduklarını söyleyemem. Zıplama noktan ne oldu? Ben öyle bir patlama yaşamadım. Pişmiş Kelle, kar etmiyor diye kapandı. 2001'de Lombak başladı, ben de Kelle'de çiziyordum diye oraya başvurdum, Bahadır Abi biliyormuş beni. Takip etmiş "bu çocukta bir şeyler var" diye. Çizgilerime baktılar, direkt 3 sayfa ile başladım Lombak'ta. Bir yıl sonra da Penguen başladı, orada köşe almak çok kolay oldu zaten. Çizim olarak etkilendiğin birileri var mı? Tamamen usta çırak ilişkisi ile ilerliyor bu iş, okulu filan olmadığı için. İlk hocalarımı çok gurur duyarak söyleyeyim: Kemal Aratan, Engin Ergönültaş ve Behiç Pek. Bir dergide çalışarak işin jargonunu öğreniyorsun gide gele, yaşın küçük olsa da çizemesen de patlıcan burunlu adamla çizsen de o dili öğreniyorsun. Onların yanında dura dura sabahlamayı, iş ahlakını öğreniyorsun. Buraya geldikten sonra da Kenan Yarar olsun, Memo Tembel Çizer olsun, Suat Gönülay, bir sürü kişinin emeği oldu. Kenan Yarar'a benzetmişler çok, ben alaka kuramadım? Sen Lombak'taki öyküleri bilmediğin için öyle diyorsun. Ortaokulda, lisede ben hastasıydım Kenan Yarar'ın. Çizmeye başlamamın en önemli sebeplerinden biridir. Benim Lombak'da yaptığım öyküler de onun tarzında öykülerdi. Taklit ediyor diyenler oldu, taklit de etmişim farkında olmadan aslında. Özgün olmak istiyorsun ama adamı o kadar örnek almışsın ki öykü yapış tarzın ona benzemeye başlamış. Bir hikayemin finali, onun çok eskiden çizdiği bir hikayenin finaliyle aynı olmuş, farkında değilim. Lombak dergisinde çalıntı öykü çizecek değilim, deliller filan her şey meydanda zaten, rezil olurum. Oldum da rezil zaten ama… Ben çizdim bunu, yayınlandı, bizim bilgisayarcı Fırat "Oğlum, Kenan Yarar'ın öyküsünün aynısı yapmışsın" dedi. Daha sonra buldum ben bu öyküyü, okumamış da değilim, okumuşum öyküyü, aklımda kalmış bir şekilde. Benzetmeleri normaldir yani. Şu an yaptığım işin çizgisinin de öyküsünün de benzediğini zannetmiyorum. Sandıkiçi zamanla mı ortaya çıktı yoksa "dur ben şöyle bir şey çizeyim" diyerek mi oturdun masaya? Dört hafta sürecekti önce. En başında çocukluğumda başıma gelen travmatik olaylar ve günümüze etkileri gibi bir şeydi. Daha sonra daha güncel şeyleri anlatmaya başladım, otobüste yanımda oturan adamın bacaklarını iyice açarak yer kaplaması gibi bir muhabbete kaydı ya da sevgililerle konuşamamak. Çocuklukla ilgili çok fazla şey kalmadı ama bir konu anlatırken aklıma gelen bir anı varsa onu da araya serpiştiriyorum Kız arkadaşları seni seviyor diye kıskananlar olduğu hakkında çizmiştin. Neden biri böyle bir şey için kıskansın ki? O köşede, toplamda, yani toplamına bakarsak, yani totalde diyelim (gülüşmeler), iyi bir figür var. Ben iyi bir insan olduğumu düşünüyorum. Oraya gidip de başka hallerimi çizmiyorum ama. Melek değilim kesinlikle, birilerine tepeden de bakabiliyorum, ukala da olabiliyorum, kimisiyle konuşmak istemiyorum. Ama toplamda iyi bir figür var ve insanlar "çok iyi birisi, çok duygusal" diye belledi. Aslında kimseden daha duygusal, daha hassas, daha duyarlı filan değilim. Çizdiğim şeyin fazlaca duygusallık olduğunu sanmıyorum, herkes bir şey hakkında çok düşünürse o konuda takıntılı davranmaya başlayabilir. Ama duygusal bir imaj oluştu, kızlar da duygusal, hassas bilmem ne olan erkeklere daha bir yakın hissederler biliyorsun, erkek arkadaşlarının da öyle olmasını isterler. Kızların ilgilerinin erkeklerden daha fazla olduğunu görüyorum ben maillerden, şundan bundan. Böyle olunca da sanırım, "ya çok iyi çocuk" filan deniyor, erkekler de sinir oluyor buna. Benim kız arkadaşım gelip biri hakkında "ya çok tatlı ya, sen hiç böyle değilsin, kabasın" dese ben de sinir olurum o adama. Ben kimsenin kız arkadaşına gidip "ah hah hah, merhaba" diyecek değilim ki. "Oh, bugün de Sedat'ın sevgilisini tavlayayım" filan. (kahkalar) Öyle mikrop adammışım gibi davranmaya bayılıyorlar bana. Hiç tanımadığım adamdan mail geliyor "sevgilime asılmışsın, gelmeyeyim oraya" diye, sevgilisinin de resmini koymuş. Hayatımda görmedim. Dedikoduya bakar mısın, motosikletimle liselerin önüne gidiyormuşum, tanışıyormuşum filan. Motosikletim yok, bisiklete binmeyi bilmem. Bilinen başarılı birinin, kendim için söylemiyorum tabii de, televizyondan birinin mesela, ne kadar mikrop olduğunun dedikodusunu yapmak büyük haz veriyor anladığım kadarıyla. "Oğlum o var ya, herkese asılıyormuş" dense bana da, "hadi yaa" der inanırım, hoşuma gider. Çok duygusal olmadığımı söylesem de kimseye isteyerek kötülük yapmayan, herkese bir değer verdiğini düşünen biriyim sonuçta. Bir de şöyle bir durum var, ben karikatür çizsem de bana "aslında var ya, çok fena bir adammış" deseler daha az üzer. Gayet kendimi ortaya koyarak hikayeler anlatıyorum, bunların en ortasında ben varım, yalan dendiğinde direkt benim şahsıma yalancı denmiş oluyor yani. Çok büyük maceralar da yok ki neden yalan desin insanlar? Ben de bilmiyorum onu. Beğenen kadar beğenmeyen olma durumunu kabul ediyorum işte. Herkes "ah bunu ben de yaşamıştım", "bak aynı benim gibi" diyor. Eh madem sen de yaşadın aynını, neden enteresan geliyor? İnsanlara fantastik yeni bir şey sunmuyorsun ki? Mizah dergilerinde, gerçek olsun kurgu olsun kendini anlatan birçok kişi oldu. Benimki çok özel, çok farklı gibi bir geyik yapmayacağım ama sanırım bunun farkı küçük detayları anlatması ve bunu bir hikaye diliyle değil de sohbet diliyle yapması. Yeni bir arkadaş edinmenin ve onu tanımanın verdiği haz olabilir örneğin. Bir kerede yazıyorum o metinleri, ikinciyi denersem kasılıyorum ve uzun cümleler filan kurmaya çalışıyorum, "Ay valla" diye başlıyorsa o öyle kalmak zorunda, yoksa gerçekten batıyor bana. Eskiden kalan bir şeyleri hatırlamak için özellikle mesai harcıyor musun? Bir anı anlatayım diye oturmuyorum, konu anlatayım diye oturuyorum. Ruh halime göre aşk meşk konularını anlatıyorum mesela, o konu hakkında fikirlerimi anlatırken arada da ilgili şeyler geliyor aklına, özellikle bir anı yazayım diye düşünmüyorum yani. Düşünsem belki çok şey çıkar ama zorlanıp çizemem, bilemiyorum. Masada otururken laf lafı açar, başına gelen bir şeyi anlatırsın ya, benimki de o, gerçekten sohbet işte. Ben en travmatik anımı anlatırken bile bunu hatırlamaktan, anlatmaktan keyif alırım. Sen de gerçekten travmatik durumları anlattığına göre sen de böyle bir zevk alıyor olmalısın. Atlatmışın demektir işte o travmayı böyle hissedince. Eziklikler komiktir, paylaşınca daha da komik oluyor. Bir de samimiyet önemli. Hemen samimi oluyorum, bunun karşılığını zaman zaman kötü şekilde de aldım ama ben yine de bunu seçiyorum. Bu şekilde bütün eksilerin ve artılarınla adamın karşısına çıkıp samimi davrandığında o da sana samimi davranıyor, güzel bir şey ortaya çıkıyor. Bazen çok yamuk yumuk ve ezik çiziyorsun kendini. Kendine güven mi bu ya da tersi mi? O ruh halleriyle ilgili. Bir kız seni istemiyorum dediğinde kendini yakışıklı çizmezsin. Sandıkiçi, ortalama bir Türk gencinin ruh hallerini anlatıyor. Öyle bir durumda kendine çok güvenir bir halde çizemiyorsun, boynun bükük çiziyorsun kendini. Ama gerçek hayatta hiç çizdiğin gibi yamuk yumuk bir çocuk değilmişsin. Antipatik görünür abartırsan da. Ben kendimi gerçekten öyle görmüyorum. Kendimi sürekli Bahadır Boysal gibi hissetmiyorum. Mesela şu kareyi çizseydim ben, senin bana "aslında öyle ezik büzük değilmişsin" dediğin kareyi hayal edelim, ben kendimi "ah hah hah" diye gülen üçgen bir adam olarak çizerdim (kahkahalar). Sokakta tanıyıp gülüşenler oluyor mu? Çizgili tişört giydiğimde tanıyanlar oluyor, enteresan o. Yüzden değil yani. Tişört olunca, kıvırcık saç filan, tam o karelerdeki adama benziyorum ben. Bir de birkaç dergide resmim filan çıktı. Bazen "Hooop, Ersin" diye bağıran oluyor, dönüyorum kimse olmuyor arkamda filan. Sizin köşeyi okuyan biri görünce "ben çizdim bunu ben, ben" diyor musun? Ya da diyesin var mı ne bileyim? Pişmiş Kelle'deyken yapmıştım, onu da çizdim zaten. Vapurda bir kız okuyordu, ona söylemiştim ama daha yeni çizmeye başlamıştım. 16 yaşında bir çocuksun, ilgiye açsın filan. Sesimi de kalınlaştırıp "merhaba, her hafta okuyor musun" diye sordum, "okuyorum" dedi, "bak bunu ben çiziyorum" dedim, "öyle mi, tebrik ederim" dedi ve indi vapurdan. Hiçbir şey olmadı. Yanımda okuyanlar oluyor, çok komik durum diye kendi kendine gülüyorsun ama başka "bunu ben çiziyorum" dediğimi hatırlamıyorum. Bir de ne diyeceksin ki, "merhaba, bunu ben çiziyorum bakın çok şahane" mi? O ne diyecek, "iyi, ben bu durakta ineyim", sonra ne diyeceksin, "beraber inelim" mi? Yanlış algılanabilir bunlar, sonra hemen internette hakkında dedikodular yazılmaya filan başlanır "otobüste bile asılıyor" diye (kahkahalar). İş gecikiyor, dur şu taramaları biraz seyrelteyim dediğin olmuyor mu? Azaltıyorum da zaten, bir gecede yapıyoruz çünkü biz onları, keşke bir haftada yapsak uzun uzun. Neden öyle peki? Öyle… Hiç bilmiyorum, çok tuhaf. Sen de bu işi yap, inan ki anlarsın. Denedim erkenden yapmayı ama son güne kalmadan yapamıyorsun. Çok ilginç değil mi… Çok hastalıklı bir durum aslında. Herkes denemiştir erken bitirmeyi, "bu hafta erken bitiriyorum" dersin, herkes güler içinden. Çarşamba günü başladım diyelim, konuyu buldum, bir kare de çizdim, "oooh" diyorum, "ertesi gün iki kare, öteki gün iki kare filan, süper olucak". Ben bugün bir kareyi çiziyorum ya, yarın "eee, cuma yaparım artık" diyorum, cuma cumartesi diyorum, derken pazartesi gecesi işe başlanıyor. İlk karenin çok güzel, son karenin berbat olduğu zamanlar oluyor. Çizememek çok şahane bir malzeme değil mi, herkes bununla ilgili bir şeyler yapmıştır, keyifle de okunur hep. Çok sıkıştığında yaparsın ama kimse tercih etmez. Daha nadir yapıldığı için orijinal gelir okuyanlara, o yüzden keyifli olabiliyor. Bu işe bulaşmaya ölüp biten okuyucalara ne önereceksin? Çizer olmakla çizmek arasında fark var. Bir grup sadece çizer olmak için çizmek istiyor. Popüler olmaya başlayan bir meslek ya, popüler bir durum gençler arasında mizah dergisinde çalışmak. İşte bu çizer olmak. Çizer olmak için çizmeye çalışan adamın çok fazla şansı olacağını sanmıyorum. Çizmek isteyen adam ise başka bir işi isteyerek yapamayacağının, başka bir işte başarılı olamayacağının farkındadır, biraz da zorunluluktan karalaya karalaya bu işi başarır. Olacak adam mutlaka olur. İçinde bir çatlak bulur, ben gideceğim o Penguen dergisine der. İnsanlar dosyalarla geliyor. Dergiye gelsinler. Olacak adam mutlaka olur, olamayan adam ise peşini bıraktığı için olmuyordur. İnanmakla alakalı bir şey işte, umutsuzluğa kapılmamak gerek. Çok klişe olacak ama çok çizmek de bileği geliştiriyor. "Ben bunun için işimi gücümü bırakırım" dediğin bir program ya da çizgi dizi var mı? Seinfeld var, Simpsons her zaman olmuştur. Çocukken Voltran, Clementine, Robotech ya da He-man yayınlansa izlerdim, şimdi de olsa izlerdim. (Muhabbet buradan sonra Clementine'nin ne kadar korkunç bir dizi olduğu, arabalı Voltran mı yoksa kaplanlı olan mı döver gibi yönlere doğru uzayıp gitti…) iştegençeteşekkürler |
|
Yanıt Yaz |
Forum Atla | Forum İzinleri Kapalı Foruma Yeni Konu Gönderme Kapalı Forumdaki Konulara Cevap Yazma Kapalı Forumda Cevapları Silme Kapalı Forumdaki Cevapları Düzenleme Kapalı Forumda Anket Açma Kapalı Forumda Anketlerde Oy Kullanma |