Tiyatro yaşamın aynasıdır... Ana Sayfa
Forum Anasayfası Forum Anasayfası >6 - TİYATRO >Çocuk Oyunları... Mini skeçler... Piyesler metinler...
  Yeni Mesajlar Yeni Mesajlar
  SSS SSS  Forumu Ara   Kayıt Ol Kayıt Ol  Giriş Giriş

Kilitli ForumTiradlar ....Ödev veya ön hazırlık için

 Yanıt Yaz Yanıt Yaz
Yazar
Mesaj
  Konu Arama Konu Arama  Konu Seçenekleri Konu Seçenekleri
Misafir Açılır Kutu Gör
Misafir
Misafir
  Alıntı Misafir Alıntı  Yanıt YazCevapla Mesajın Direkt Linki Konu: Tiradlar ....Ödev veya ön hazırlık için
    Gönderim Zamanı: 09.Şubat.2009 Saat 08:47

PIRANDELLO
ÜVEY KIZ

Durun! Durun! Önce küçüğü havuza indireyim!
(Koşup küçük kızı alır, önünde eğilir, yüzünü ellerinin içine alır)
Zavallı yavrucak, neredeyiz demek ister gibi, şu iri gözlerinle şaşkın şaşkın bakıyorsun! Bir tiyatro sahnesindeyiz, şekerim! Sahne nedir mi? Bir yer ki, orada gerçek olaylar canlandırılır, oyunlar oynanır. Şimdi biz de oyun oynayacağız. Gerçekten, ya! Sen de.
(Bağrına bastırır, hafifçe sağa sola sallayarak onu kucaklar)
Oh, canım, canım benim, sen ne fena bir oyun oynayacaksın!
Senin için ne kötü şeyler düşünmüşler! Bahçe, havuz.Eh, yalancıktan bir havuz, belli.Felakete bak ki, burada her şey yalancıktan şekerim. Senin gibi küçük bir çocuk, gerçek havuzdan çok, bu yalancıktan havuzdan hoşlanır; içinde güzel güzel oynarsın da onun için. Fakat hayır, başkaları için bu bir oyun, ama senin için öyle değil, çünkü sen, yavrum gerçeksin ve gerçekten güzel, kocaman, yeşil bir havuzda oynuyorsun. Senin havuzunu bambu ağaçları gölgeliyor, içinde bu gölgeleri yırtarak yüzen minnacık ördekler var. Sen bu ördeklerden birini yakalamak istiyorsun.
( Herkesi dehşet içinde bırakan bir çığlıkla )
Yapma, Rosetta'cığım, yapma, annen oğluyla uğraşıyor, seninle ilgilenemiyor! Ben de hülyalarımın peşindeyim.


ALTI KİŞİ YAZARINI ARIYOR
Pırandello ( 1867-1939)
 
 

Oyun Adı : Zincire Vurulmuş Prometheus
Yazar : Aiskhylos
Çeviri : Sabahattin Eyüboğlu


PROMETHEUS :
Kibrimden, gururumdan susuyorum sanmayın:
Kendimi bu hallere düşmüş gördükçe,
Bir düşünce kemirip duruyor içimi:
Ben değil miyim bu yeni tanrılara
Bütün üstünlüklerini kazandıran?
Ama bu konuda susuyorum,
Neler söyleyeceğimi biliyorsunuz .
Buna karşılık, dinleyin ne kadar düşkündü ölümlüler,
Ve ben bu ağızsız, dilsiz çocuksu varlıklara
Nasıl verdim aklı, düşünceyi,
Anlatayım bunu, insanları küçültmek için değil,
Onlara ne büyük iyilikler ettiğimi göstermek için.
Önceleri insanlar görmeden bakıyor,
Dinlediklerini anlamıyorlardı,
Uzun ömürleri boyunca düş görüntüleri gibi
Düzensiz, gelişigüzel yaşıyorlardı.
Bilmiyorlardı duvar örmesini.
İçine güneş giren evler yapmasını,
Ağacı kullanmasını bilmiyorlardı.
Yerin altında, karanlık mağaralarda
Karınca sürüleri gibi yaşıyorlardı.
Ne kışın geleceği belliydi onlar için,
Ne çiçekli baharın, ne hareketli yazın.
Bilinç yoktu hiçbir yaptıklarında
Ben gösterinceye kadar onlara yıldızların
Doğuş batışlarını kestirmenin yolunu.
Sonra sayı bilgisini verdim onlara,
Bu kaynak bilgiyi onlar için ben bulup çıkardım.
Sonra harf dizilerine geldi sıra,
O dizilerdir ki belleği her şeyin,
Anasıdır bilimlerin ve sanatların.
Hayvanlara da ilk boyunduruk vuran ben oldum
Ölümlüleri kurtarmak için kaba işlerden;
Atlan dizginleyip arabalara koştum,
Zenginlerin şanını artıran arabalara.
Denizler aşan gemilerin bez kanatlarını
Bulan da benim, başkası değil.
Evet, ölümlüler için neler bulmuşken,
Bugün, zavallı ben bulamıyorum yolunu
Kendi başımı dertlen kurtarmanın.
Dahası var, dinledikçe şaşıracaksın:
Ne bilimler, ne sanatlar daha çıkardım!
En önemlilerinden biri de şu:
İnsanlar hasta düştükleri zaman
Ölüp gidiyorlardı devasızlık yüzünden;
Ne yiyecekleri şeyi biliyorlardı
Ne içecekleri, ne de sürünecekleri şeyi.
Ben öğrettim onlara otları, bir bir karıştırıp
Bütün hastalıklara karşı ilaçlar,
Cana can katan merhemler yapmasını.
......
Ya toprağın insanlardan sakladığı hazineler?
Tunç, demir, gümüş, altın ve bütün madenler,
Kim buldum diyebilir bunları benden önce?
Hiç kimse... Yalan söyler kim buldum derse.
Uzun sözün kısası, şunu bilmiş ol:
Bütün sanatları Prometheus verdi insanlara.

 
Adı : OSCAPIN'İN DOLAPLARI
MOLIERE
Türkçesi : Orhan VELİ KANIK

ronte.Or.ron.ronte.hayır, Ge. Geronte.Evet Geronte, tamam; işte başımın belası; buldum; işte sözünü ettiğim nekesin adı.Ne diyordum? Ha, bizimkiler de tuttular, bugün buradan başka yere gitmeye kalktılar. Bi'şey değil, aşığım parasızlık yüzünden, beni elinden kaçıracak, ne yapsın bu parayı, babasından çekmek için uşağının dalaveresine başvurmaktan başka çare bulamadı. Bakın, uşağın adını iyi biliyorum, adı Scapin. Yaman adam doğrusu, ne türlü övülse hakkıdır. Enayiyi avlamak için bakın ne dolap çeviriyor. Hah, hah, hay!...Düşündükçe güleceğim geliyor, hah, hah, hah, hay!... Gidiyor, pintiyi buluyor,hah, hah, hah!...Diyor ki, oğluyla berber rıhtımda dolaşırlarken , hah, hah, hay!..Bir Türk kadırgası görmüşlermiş de, kalyondan bunları içeriye çağırmışlarmış. Sözüm ona, gene bir Türk bunları ağırlamış, aman Tanrım! Tam yiyip içerlerken gemi açılıvermiş. Türk, Scapin'i tek başına bir kayığa bindirip kıyıya göndermiş. Sözde demiş ki babasına söyle, hemen beş yüz altın yollamazsa , oğlunu Cezair'e götüreceğim. Hah, hah, hay! Almış bizim hasisi, bizim mendeburu bir telaş. Bi yandan da, ne olsa oğlu ya, merhemeti bırakmazmış; ama beş yüz altının lakırdısı da evlat acısı gibi içine işlermiş. Hah, hah, hay! Bi yandan parayı gözden çıkaramamış, bi yandan da, içinin acısıyla oğlunu kurtarmak için, bin bir çeşit, gülünç çareler bulurmuş. Hah, hay! Bi aralık kadırganın arkasından denize kanun gönderecek olmuş. Hah, hah, hay! Parayı vermeye bi türlü yanaşmazmış da, git dermiş, uşağına, ben bu parayı denkleştirinceye kadar oğlumu bıraksınlar, yerine seni alıkoysunlar. Hah, hah, hay!...Bi aralık da beş yüz altın yerine, beş para bile etmeyecek üç beş kat eski giysisinden vazgeçmeye kalkmış. Hah, hah, hay!... Uşak, bütün bu tekliflerin akıl karı olmadığını kendisine anlatmış.O, yine, her sözün başında, acı, acı: '' Ama, ne halt etmeye gitti şu kadırgaya, ah kör olası kadırga, ah insafsız Türk! ''der dururmuş. Neyse, bi hayli düşündükten, bi hayli ahlayıp ofladıktan sonra.Ama, sanırım, boşuna anlatıyorum. Hiç gülmüyorsunuz. Efendim?
 

Oyunu Adı: Kral Lear
Yazan: William Shakespeare
Çeviren: İrfan Şahinbaş 

                 
EDMUND –    Ey tabiat!  Benim tanrım sensin!  Ben senin kanunlarına kul köleyim.  Kardeşimden on, on beş ay sonra dünyaya geldim diye niçin o baş belası göreneklerin zulmüne uğrayayım?  Toplumların o titizliği beni niçin haklarımdan mahrum bıraksın?  Piçmişim, alçağı, sefilin biriymişim, neden?  Benim de namuslu, şerefli bir kadının evladı kadar hatlarım düzgün, ruhum asil değil mi?  Bedenim babamın kalıbını taşımıyor mu?  Öyleyse niçin piçlik, alçaklık damgası vuruluyor bize?  Biz tabiatın gizli şehvet anlarında vücut bulurken, evliliğin soğuk, yavan ve bıkkın döşeğinde, uyku ile uyanıklık arasında vücut bulan o ahmaklar sürüsünden daha özlü, daha dinç, daha ateşli unsurlarla yoğrulmadık mı?  Ee... meşru kardeşim Edgar, mirasın benim olacak!  Babamız, piç Edmund'u meşru oğlu Edgar kadar seviyor.  "Meşru oğlu!"  Ne de güzel söz!...  Hel şu mektup istediğim tesiri yapsın, hele yalanım muvaffak olsun, piç Edmund meşru Edgar'ı nasıl alt edermiş, o zaman görürüz.  Büyüyorum artık...  Yükseliyorum.  Hadi tanrılar, koruyun piçleri!

Oyunun Adı: Hamlet
Yazan: William Shakespeare
Çeviren: Sabahattin Eyuboğlu


HAMLET - Verdiğim parçayı, ne olur, dediğim gibi, rahat, özentisiz söyle. Çünkü birçok oyuncular gibi söz parlatmaya kalkacaksan, mısralarımı şehrin tellalına okuturum daha iyi. Elini kolunu da havalara savurma öyle; ölçüsünde, tadında bırak her şeyi. Duyduğun coşkunluk bir sel, bir fırtına, bir kasırga gibi de olsa, onu dindirecek bir hava bulmalı, buldurmalısın. Doğrusu, yürekler acısı geliyor bana gürbüz bir delikanlının, takma saçlar sakallar içinde, bir acıyı yüreğini paralarca, didik didik ederce bağırıp halkın kulaklarını yırtması; o halk ki çoğu kez anlaşılmaz, dilsiz oyunları, gürültü gümbürtüyü sever. Bir oyuncu Termagant'ın kendisinden daha yaygaracı, Nemrut'tan daha nemrut oldu mu, hak ettiği şey kırbaçtır bence. Bu hallere düşme, rica ederim.
Fazla durgun da olma; aklını kullanıp ölçüyü bul. Yaptığın söylediğini tutsun, söylediğin yaptığını. En başta gözeteceğimiz şey, yaradılışa, tabiata aykırı olmamak. Çünkü bunda sapıttık mı tiyatronun amacından ayrılmış oluruz. Doğduğu gün de, bugün de tiyatronun asıl amacı nedir? Dünyaya bir ayna tutmak, iyilerin iyiliklerini, kötülerin kötülüklerini göstermek, çağımızın ne olup ne olmadığını ortaya koymak. Gerçeği büyütmek ya da küçültmekle bilgisizleri güldürebilirsiniz, ama bu bilenleri üzer; oysa bir tek bilgili dost, bilgisiz bütün bir kalabalıktan daha önemli olmalı sizin için.
Ah ben öyle oyuncular gördüm ki sahnede, öyle beğenilen, alkışlanan oyuncular gördüm ki, günaha girmeyeyim ama, değil Hıristiyan, değil Müslüman, insan bile değillerdi. Öylesine şişirme, uydurma hallere giriyorlardı ki, dedim bunları tabiatın kaba işçileri yaratmış olmalı, insan yapıyorum derken insanlığın berbat bir kopyasını yapmışlar.
Az çok değil, iyice yenmeli bunu. Sakın söyleyeceklerinden fazlasını söyletmeyin soytarılarınıza. Öylelerini gördüm ki, kendi başlarına gülmeye ve seyircilerin en anlayışsızlarını güldürmeye kalkıyorlar. Hem de oyunun anlayış isteyen en can alıcı yerinde. Kötü bir şey bu; acıklı bir budalalık bu yoldan tutunmaya çalışmak. Haydi, gidin hazırlanın.

MİDASIN KULAKLARI
Güngör Dilmen

BERBER

Dayanamayacağım daha.
Öldürür bre, beni öldürür.
Neremde taşıyorum onları?
Kafamda, kursağımda, barsaklarım da sancıyla
Kapkara bir sancıyla, tüylü canlı
dokundum avuçlarıma bulaştı kulakları
derimden içeri geçti.
Bir çift mağara olurlar düşümde
çekerler beni dolambaçlarından içeri
garip yankılarla boğulup giderim,
oysa bir türküye yüklenebilirim:
( Türkü söyler gibi )
Mİ-DAS-IN KU- LAAK- LAA- RI
Ahh kimse işitti mi?
Bir tek kişiye söylesem,
o da kimseye söylemese? Sonra o da kimseye söylemese.
o da kimseye söylemese, o da kimseye söylemese böylece
kimse kimseye söylemese, kimse bilmese?
Öff, öldürür bre, beni öldürür.
Midas'ın gizini tuttum böyle oldum
Ya kara bildiricilerin gizini tutsaydım?
Kader cadılarının?
Ooof, kusmalıyım Midas'ın kulaklarını
o gün bu gün sancıyla içimde
kapkara bir sancıyla
taşıyorum onları
Salyam geliyor. Bu kuyu işimi görür.
( Kuyuya eğilirken içinden bir keçi fırlayıp kaçar )
Uh, o ne?..Söz verdim ama Midas'a şerefim üzerine söz verdim.
Keçiler tabanımı yalasın ki söz verdim.
Bu kuyu işimi görür.
( Eğilip kuyunun içine seslenir. Kuyu sesleri uğultuyla yankılar )
Oooooo, Oooooo, Hoooooy
Nasıl yankıyor kuyu. Canlı. Beni işitir.
Ama söylemez, işitir beni, söyleyemez
Heeey, heeeey. Ooooo. Kocaman bir kulak bu kuyu.
Beni işitir ama söyleyemez. Ooooo. Nasıl yankıyor kuyu ?
Öyleyse işit kuyu, yankıya yankıya işit
Cehennemin yedi kat derinliğine kadar işit
İşit kuyu, işit.Hoooy, Midas'ın kulakları eşek kulakları
Eşek kulakları
Midas'ın kulakları eşek kulakları
Midas'ın eşek kulakları
Eşek kulakları Midas'ın
Midas'ın kulakları eşek kulakları
Midas'ın kulakları eşek kulakları
Midas'ın kulakları. Ohh.
( Kuyu başında yığılır kalır )

Oyunu Adı: Don Cristobita ile Dona Rosita'nın Acıklı Güldürüsü
Yazan: Federico G. Lorca
Çeviren: Memet Fuat

SİVRİSİNEK – Bayanlar, bir de baylar! Dinleyin hele! Küçük, delikanlı, kapa çeneni... sen de, küçük hanım, otur yerine, yoksa öyle bir pataklarım ki seni, yerinden bile kıpırdayamazsın bir daha! Susun, sessizlik babasının evindeymiş gibi dolaşsın dursun. Susun, susun da son söylenen sözlerin tatlı kalıntıları süzüle süzüle suyun dibine otursun. (Bir davul sesi.) Ben, bir de benim bu kumpanyam ta eskiden, soylu kişilerin tiyatrosundan kalmayız; kontların, markizlerin tiyatrosundan; altınlar, aynalar tiyatrosu; hani şu soylu bayların uyumaya geldiği, soylu bayanların da... onların da uyumaya geldiği... Beni, bir de benim bu kumpanyamı kapatıp üstümüze kilidi basmışlardı. Neler çektik, bilemezsiniz. Ama bir gün ben anahtar deliğine gözümü uydurdum, ışıkta taze menekşe gibi titreyen bir yıldız gördüm. Zorladım, dayandım, sonuna kadar açtım gözümü... çünkü rüzgar delikten içeri parmağını sokmuş, gözümü kapatayım diye dürtüp duruyordu... o yıldızın altından, cici kayıkların yol sürdüğü geniş bir ırmak bana bakıp gülümsedi. Söyledim arkadaşlarıma, tarlalardan, çayırlardan koşa koşa kaçtık, basit insanları, soylu olmayan kişileri aradık; onlara belki gösterebiliriz diye şeyleri, küçük şeyleri, küçük, minik işlerini dünyanın; dağlardaki yeşil ayların altında, kıyılardaki gül rengi ayların altında. Eh, şimdi de ay yükseldiğine, ateşböcekleri ufacık mağaralarına çekildiklerine göre, "Don Cristobita ile Dona Rosita'nın Acıklı Güldürüsü" adlı oyunumuza başlayabiliriz. Kaba Cristobita'nın tersliklerine, yaratacağı üzüntülere, Dona Rosita'nın çekeceği acılara hazırlayın kendinizi; yalnızca bir kadın değil Dona Rosita, donmuş suların üzerinde uçan bir yağmurkuşu, dokunsan kırılıverecek, küçücük bir ispinoz; onun çekeceği acılara ağlamaya hazırlanın. Hadi, başlayalım öyleyse! (Çıkmasıyla girmesi bir olur.) Gel, şimdi... ÇAL!... RÜZGAR GİBİ ES!... şu merak dolu yüzleri yala geç; al götür iç çekişlerini dağların ardına; sevgilisiz küçük kızların gözlerinde birken yaşları kurut!
(Müzik)
Dört küçük yaprağı vardı
ağacımın
da rüzgar...
aldı götürdü.

YAZAN: HALİS TEKEL
( Horozlanmak yasaktır senaryosundan)
BASRİ
 
Ben üzülmüyor muyum sanıyorsunuz?
İçine düştüğümüz bu anlamsızlık,
Bu döngünün ziyanı bana dokunmuyor mu sanıyorsunuz yoksa?
Hayatın bu kadar kendini açık ifade ettiği dönemde
Acımasızlığı görmüyor musunuz?
Sağınıza bakın, solunuza bakın
Ama kör ebe niyetine değil.
Çıkarın artık yancıklarınızdan at gözlüklerinizi
Çıkarın.
Beni yargılamayın dostlar,
Benimde ahbabımdır Bülent hoca bilirsiniz
Hepinizden daha çok severim hatta,
Ama onun bu çaresizliğini bu düşkünlüğünü görünce
İçimde ki bir başka ben duur, diyor, duuur dostlar.
O adam, Bülent hoca, kırk yıl boyunca, okudu okuttu.
Analığımıza, babalığımıza paydaş oldu.
Ama şimdi nerde,
Bizim gibi işe yaramayan
Ve bir baltaya sap olamamış,
işçi kahvehanesinde sürünen
İnsancıklarının içinde.
Niye
Ekmek davası için.
Ne ekmeği beyim, ekmek mi kaldı.
Ona söylediğim, o mahsumiyetsiz kelimelerin azabını çekmiyor muyum sanıyorsunuz?
Yoo, yanlıyorsunuz…
Hepinizden daha çok ölüyorum,
Bu ülkede yaşayan her insandan daha çok ölüyorum.
Tanrının gücüne gitmezse
Ki umurumda değil artık, giderse gitsin
İsa dan daha çok acı çekiyorum.
Artık bu ülkede çok okumak,
Çok çalışmak,
Çook şey bilmek önemli değil.
Az bileceksin çok çalacaksın.
Hırsız olacaksın çırpacaksın
Varsa gücün, vereceksin bankanın kapısına hortumu
Yok mu gücün, saracaksın o zaman yetimin boğazına bağırsaklarını.
Yada biçer Niyazi olacaksın, kara kaplı nizami.,
Veya başka bir şey,
İsteğin zaman yaşayacak, istediğin zaman yaşlanacak
Kuş tüyü yatakta istediğin zaman öleceksin.
Yani kaderin kendi elinde olacak.
Saltanat makamında oturun ilgili bakanlar gibi…

Oyunu Adı: Bir Yaz Gecesi Rüyası
Yazan: William Shakespeare
Çeviren: Bülent BOZKURT

Aç aslan kükrüyor şimdi,
Kurt aya karşı uluyor.
Yorgun çiftçi evine dönmüş,
Yatağına serilmiş horluyor.
Sönmüş duygular şimdi kızarıyor;
Baykuş çığlık çığlığa,
Döşeğinde yatan bahtsız zavallıya
Kefeni hatırlatıyor.
Şimdi vakitlerden gece vakti;
Mezarlar ağzını ardına dek açtı;
Her biri kendi hortlağını salıyor,
Kilise yolları hortlak kaynıyor.
Güneşin önünden kaçan,
Bir rüyayı arar gibi
Karanlığın peşinden koşan
Biz periler
Şimdi yine çocuk.
Fare bile giremez
Bu kutsal eve artık.
Elimde süpürge , önden geldim ben,
Toz varsa kapının ardında,
Alayım diye hemen.

Şimdi gün ağarana dek
Her peri bu evde gezecek.
Gelinin yatağına uğrarız;
En iyisi bu olsun der,
Hepimiz onu kutsarız.
Kim ki orda doğacak
Bahtı hep açık olacak.
Aşık çiftlerin üçü de
Sevgiden hiç şaşmayacak.
Kusur çıkmayacak soylarında,
Hiçbirine leke sürmeyecek doğa.
Doğuştan pırıl pırıl,
Tertemiz olacak çocukları.
Her peri alsın çiy tanesini,
Koyulsun yola şimdi.
Dolaşsın sarayı boydan boya,
Her bir odayı kutsasın.

Biz gölgeler, kusur işlediysek eğer,
Şöyle düşünün ve bizi hoş görün.
Bu hayaller görünürken sahnemizde,
Sizde kestirdiniz yerinizde.
Diyelim cılız ve anlamsızdı konumuz,
Ama rüyada geçmedi mi oyunumuz?
Sayın, baylar, bayanlar bizi bağışlarsanız,
Bir dahaki sefere daha iyi oynarız.
Övgüyü hak etmedikse bile,
Duygularınızı getirmeyin dile.
Bu doğrucu Puck' a güvenin,
Bize fırsat verin.
Yine beğenmezseniz,
En yalancı Puck, deyin.
Şimdi sizlere iyi geceler;
Verin elinizi, anlaştıysak eğer.
Puck hepinize sağlık ve esenlikler diler.

Oyun Adı: Hayaller ve Gerçekler
Yazarı : Kemal ORUÇ


MUSTAFA


Geçmiyor, bir türlü geçmiyor. Ne yaparsam yapayım yine de geçmiyor. Tam unuttum diyorum, yine çıkıp geliyor. Hayalini görüyorum onun. Buraya geliyor. Beni ziyaret ediyor. Orta birinci sınıftayken beni okuldan aldı, bir işe soktu. Çocuktum ama oyun yoktu, oyuncak yoktu. Durmadan çalışıyordum ve o benim kazandığım bütün parayla içki içiyordu. İşkenceler hep devam etti. Üzerimde söndürdüğü her sigarada ona olan nefretim biraz daha alevlendi. Epey bir süre gizlice karate çalıştım. Çocuk aklı işte, amacım bir an önce ondan daha güçlü olup onu dövmekti. Baktım bu böyle olmayacak bıraktım karateyi ve gizlice bir okula kayıt yaptırdım. Ortaokulu dışarıdan bitirdim. Lise 1'e başladığımda artık genç bir delikanlıydım ve babamın baskıları beni yıldırmıştı. Artık ona kendimi ezdirmeyecektim. Zaten çok içmekten yavaş yavaş kafayı yiyordu. Topladım eşyalarımı kaçtım evden. Epey bir süre sokaklarda yattım. Sokak çocuklarıyla ahbaplık ettim. Tinerlerini paylaştılar benimle. Sonra bir iş buldum: Bir kafeteryada garsonluk… Oranın deposunda konaklamaya başladım, iri lağım fareleriyle birlikte… Çok sevmiştim onları, çünkü tek arkadaşlarım onlardı. Çok büyük bir hırsla çalışıyordum, hem işte hem de okulda derslerime… Derslerimde çok başarılıydım. Öğretmenlerim üstüme düşerdi. Hoşuma giderdi bu durum. Ama gel gör ki hiç arkadaşım yoktu. Aslında vardı: Selim… Ama o da beni terk etti. Büyük ihtimalle sevgilisi istemişti böyle olmasını. Oysa ben onun gerçek bir dost olduğuna inanmıştım. Canı sağ olsun eski dostumun. Lise sondayken İpek diye bir kızla tanıştım: ilk aşkım. Daha doğrusu ilk ve son… Çok sevdim onu. Bana annemden sonra sevgiyi hatırlatan tek kişiydi. Ama şimdi Nihan'la evliyim.
 

Korsan Jenny

Yazar: Bertolt Brecht



Hey ahali! Görürdünüz ya beni
Yerleri ovup silerken hani
Bu rezil kasabada Güney’de
Bu köhnemiş cenabet otelde
Bakardınız aval aval ve bir teklik atardınız
Havanız artsın diye –ne kadar da cömertsiniz!-
Ama bilmezdiniz hiç kim’le dans edersiniz
Hayır. Karşınızda kim var bilemezdiniz

Ama durun bakalım karanlık basınca bir gün
Bir çığlık duyacaksınız geceyi yırtan
Kim acaba diyerek fırlıycaksınız yataktan
Ben hınzır bi tebessümle yerleri silerken hâlâ
“Ne sırıtır bu ya?” diye sorucaksınız
Anlatayım da öğrenin o zaman

Bir korsan gemisi açıkta
Adı Kara Kadırga
Ve bir kuru kafa pruva direğinde
Buraya gelmek üzere

Siz cici beyler, tersleneceksiniz hâlâ:
“Hey sürtük, elini çabuk tut, yerleri bitir ve çık hemen üst kata
Derdin ne senin ya? Ekmek kapın burası!”
Toslarsınız bahşişi
Ve gözlersiniz gemileri
Ama ben sayıyorum şimdiden kellelerinizi
Bir yandan da yatakları yapıyorum sessizce
Bu rahat döşeklerde kimse uyuyamıycak, tatlım
KİMSE!
HİÇ KİMSE!

Sonunda bir gece çığlığı duyunca
Diyceksiniz: “Ne bu gürültü ya?”
Görceksiniz beni orda pencereden bakarken
Ve diyceksiniz: “Nere bakar bu ya?”
Anlatayım da öğrenin o zaman

Bir gemi var biliyorum
Kara Kadırga
Limanı dönmek üzere
Ve topları dizilmiş güvertesinde


Şimdi beyler!
Yüzünüzden o rahat gülüşü silseniz iyi olur
Kasabanın tüm evleri yerle bir oluyor
Bu cenabet kasabada taş üstünde taş kalmayacak
Bir tek bu ucuz otel dimdik ve ayakta
Bağırcaksınız, “Neden ona bir şey yok?” diye
Evet.
Diyceğiniz bu olacak sadece:
“Neden dokunmadılar ona?”

Bütün gece gürültü-patırtı arasında
Düşünceksiniz kim yaşar orda yukarda
Ve sabah görceksiniz beni otelden çıkarken
İki dirhem bir çekirdek saçımda bir kurdela

Ve malûm gemi
Kara Kadırga
Bir bayrak çekecek direğine
Bir alkış tufanı yeri göğü inletecek

Tam öğleyin rıhtımda
İğne atsan yere düşmez kalabalıktan
Hayalet gemiden süzülenler
Gölgeler gibi dolaşacak ortalıkta
Ama kimse göremiycek onları
Ve zincire vuracaklar tekmil ahaliyi
Getirip karşıma dikecekler
Ve soracaklar bana:
“ŞİMDİ mi gebertelim bunları, yoksa SONRA mı?”
BANA soracaklar:
“ŞİMDİ mi bitirelim işlerini, SONRA mı?”

Tam öğleyin oracıkta
Yaprak kımıldamazken rıhtımda
Bir canavar düdüğü duyulacak uzaklardan
Ve o ölüm sessizliğinde:
“Tam zamanı.” diyeceğim onlara
“İşte şimdi tam zamanı.”

Yığacaklar cesetleri üst üste sonra
Ve ben bakıp diyeceğim ki:
“Öğrendiniz mi şimdi?”

Ve gemi
Kara Kadırga
Açık denizde kaybolup gidecek
Güvertesinde
onun
bir
tek
ben.


Halis Tekel… ( Mülteci Oyunundan)

ŞARAPİZM ( ateist)

Yo yo hayat hikayemi falan anlatmayacağım size,
Zaten tarih abdestliğini ve kutsallığını kaybetmişken
Böyle aptalca bir şeyi beklemeyin benden sarhoş olsam da
Ben şarap içerim, şarap
Günde beş vakit namaz niyetine
Leyla ile Mecnun adına içerim.
Bilir misiniz tadını,
Aman nerden bileceksiniz yahu , gece kıyafetiyle pek tat vermez ki.
Sigara da içerim elbet bol bol
Yaşlılığımı boşuna hayal ettiğimi de bilirim
Otuzbeş, hadi taş çatlasın
Otuz altının başında ölürüm, kesindir bu
Çünkü, izmarit artı ispirto eşittir ölüm.
Nasıl ve nerde öleceğimi de bilirim.
Ben şarapçıların şahıyım, ben her şeyi bilirim.
Psikoloji, sosyoloji, bokoloji, aklınıza gelecek veya gelmeyecek,
Son iki hecesi loji ile biten bütün mantıksızları bilirim.
Anlamlarını bilmesem de her yola girerim.
Kapitalizm, sosyalizm, ahlizm vahlizm
Ama en güzeli benim yolum olan şarapizm
Her adımımda yanımda olan, tek dostuyumdur kendimin.
Bilirim hiç biriniz beni sevmezsiniz,
Alacağım hırkamı gideceğim zaten buradan.
Ama bilmezsiniz ki, sizi gidi aptallar sizi
Bu dünya benim adıma yaratıldı,
Benim adım ile döner durur, deliler gibi kendi etrafında.
Ama siz güneş etrafında döndüğünü sanırsınız hah.
Yoldan geçen, permalı röfleli, burmalı yosmalı
Tamperli tampersiz bütün kadınlar benimdir benim.
Bütün şarkılar benim adıma yazılmıştır.
Bütün şiirler benim adıma okunur,
Tek yalnızlık tanrıya mahsus, işte oda bana dokunur.
Lanet olsun…
Güneş doğsun artık, hırkam nerde, ben gidiyorum…
 

Bir Delinin Hatıra Defteri / Nikolay GOGOL

  Artık dayanacak halim kalmadı.Tanrım! Neler yapıyorlar bu adamlar bana!..Duymuyor, görmüyor, dinlemek istemiyorlar beni. Ne yaptım onlara?..Neden eziyet ediyor, benim gibi zavallıdan ne istiyorlar, ne verebilirim onlara? Hiç bir şeyim yok…Bittim artık, dayanamayacağım…İşkencelerinden başım ateşler içinde yanıyor,her şey dönüyor gözlerimin önünde…Yok mu beni buradan kurtaracak bir?..Bir troika; yıldırım gibi atlar koşulu troika gelsin!..Babayiğit bir arabacı sürsün aslanlarını, şıngır şıngır ötsün çıngıraklar…Uçursunlar beni bu cehnennem dünyasından…Uzağa, çok uzağa…Hiçbir şey göremeyeceğim, duyamayacağım bir yere…İşte gökteki bulutlar kabarıp dönmeğe başladı önümde,uzaktan bir yıldız parladı.Ormanların loşluğu, ayın donuk ışığı gözümün önünde kaydıkça kayıyor…Ayaklarımın altında mavi bir sis şeridi yayıldı…Havada gerilen bir telin vınlamasını duyuyorum.Bir yanımda deniz, öbür yanımda İtalya. İşte Rus köylerinin karanlık evleri belirdi. Oracıkta bir karaltı halinde gördüğüm küçük ev benim evim mi yoksa?..Pencerenin önünde oturan kadın anam olmasın?..Anacığım, kurtar zavallı oğlunu! Ağrıyan başına bir damla gözyaşı akıt, ne olur! Gör, nasıl hırpalıyorlar evladını, bağrına bas bedbaht öksüzünü.Yok onun yeri bu dünyada artık, insanlar aleminden attılar onu…Bari sen acı hasta oğluna anacığım!
Şey …Haberiniz var mı?..Cezayir Beyinin burnunun altında kocaman bir ben varmış!..

Oyunun Adı: Antigone
Yazan: Sophokles
Çeviren: Güngör Dilmen


ANTİGONE İsmene’m canım kardeşim benim babamız Oidipus’un mirası hiçbir acı, kahır, utanç kaldı mı Zeus’un yaşarken bize tattırmadığı? Şimdi de Kral bütün kente buyruk salmış diyorlar, biliyor musun ne? İşittin mi? En sevgilimizin başına gelecekten belki haberin bile yok senin. Sezmiştim böyle olduğunu, ondan çağırdım seni buraya , sarayın dışına yalnız sen işitesin diye.
Kreon yalnız birini gömüyor ağabeylerimizin, öbürünü gömütsüz bırakıyor aşağılamak için. Eteokles’in cenazesini doğru dürüst dua ile kaldırttı, saygınlık içinde varsın diye ölüler ülkesine. Ama onunla kucak kucağa can veren Poluneikes’i kimse gömmeyecek demiş, kimse yasını tutmayacak! Kardeşimizi böyle gömütsüz, gözyaşsız leş kargalarına, akbabalara peşkeş çekmiş tatlı bir şölen niyetine. Anlıyorsun ya. Sayın Kreon’un buyruğu seni de beni de yakından ilgilendiriyor... Özellikle beni. Duymayanlar iyice öğrensin diye kendi de geliyormuş buraya. Şakası yok, uygulanacak emir. Yasağa karşı çıkan olursa , halkça taşlanarak can verecek surlarda. Durum böyle, günü saati geldi özündeki mayayı görelim yaratılıştan soylu musun yoksa soylu ataların yozlaşmış bir çocuğu mu?
Israr etmiyorum, yardımın eksik olsun, işine bak sen. İlerde gönlünden kopsa bile yardımını kabul etmem artık. Ben gömmeye gidiyorum ağabeyimi. bu uğurda ölsem ne gam? Yan yana yatarız kardeşimle iki sevgili gibi, suçsa kutsal bir suç benim ki. Şu kısacık yaşamda dirilere yaranmaya değer mi? Öte yandan sonrasızlık bekler beni Ölmüşlerime adıyorum sevgimi, sen ama yüz çevirip kutsal yasalardan gönlünce sürdür günlerini.

ÇİÇU

AZİZ NESİN

Şimdi söyleyiniz bakalım, pek sayın Bayan Çiçu, ben size ne yaptım da bana darıldınız? Size kaba bir söz mü soyledim? İncitecek, kırıcı bir davranışımı hiç hatırlamıyorum. (Miyavlayan Lami'ye) Lami , şimdi de sen mi başladın, sus be... Aaa, bunlardan da hiç rahat yok, iki laf konuşturmuyorlar adama... Biri susar, biri başlar. (Ciçu'ya) Söyle, yoksa kıskançlık mı?.. Sen benim biricik sevgilimsin, ilk ve son sevgilim. İnan bana Çiçu hayatımda senden başka , ne kadın , ne sevgili , ne arkadaş , ne dost var ; her şeyim sensin benim... (Lami'ye) Sus Lami, nedir sizden çektiğim be, hepinizden bir türlü... Aaa , bıktım artik... (Çiçu'ya) Senden öncekiler mi ? (Susma, sonra büyük üzünçle) Senden öncekiler... Onlarin hepsi de beni yalnız, yapayalnız, bıraktılar, beni sensin cansız kollarina attilar Çiçu... Senin ruhsuz teninde avunmak, yüreksiz göğsüne sıgınmak istiyorum... Seni kendi soluğumla şişirip yalıÜünız kendime için yaşatıyorum, isteyince de içindeki havanı boşaltıp seni öldürüyorum. Ben sevmeden yaşayamazdm ki Çiçu... Sevmeden geçenler, yaşanmamış günlerim... Yıllardır seninleyiz işte, böyle başbaşa, yanyana, hep böyle kalacağız... (Daha büyük üzünçle) Sen öbürlerine benzemezsin, hiç, hiç benzemezsin. Sen onlar gibi beni benden itmezsin, beni kendimden atmazsın, anlayışsızlık nedir bilmezsin, kıskanmazsın, kavga etmezsin, ihanet edemezsin... (Gözleri yaşarır) Canın yok senin, ruhun yok, dilin yok... Konuşamazsın, gülemezsin, ağlayamazsn, sevinemezsin... Senin yerine ben gülüyorum... (Yaşlı gözleriyle gülümser) Senin yerine ben konuşuyorum., senin yerine ağlıyorum gerekirse... Seninle öyle mutluyum ki... (Sarılır Ciçu'yu iki kolu arasına alır.) Benim sarışın bombam... (Cilvelenerek) Hanimiş , hanimiş benim Çiçum... (Miyavlaması duyulan Lami ' ye) Dur be Laml... Sırası mı şimdi... Ben kendime hiç zaman ayiramıyacak mıyım sizden... Sanki geberdin açlıktan, öff, hiç rahat yok... Aman, dur, dur geliyorum işte... (Lami'nin yemeğini vermek için sağdaki kapıdan çıkar, miyavlama, kesilir, az sonra döner) Koca parça ciğeri yedi yuttu... Yaa , işte böyle Bayan Çiçu, aramızda kiskançlik yok. Sen benim için dünyanin en sevimli kadınısın. Sen benim vazgeçilmezimsin, cayılmazımsın... (Sarılır, öper) İyi ama neye hala surat asıyorsun? (Duvarlara bakınır) Haa, anladım... Duvarda asılı kadın resmini göstererek) Yoksa bu mu, onu mu kıskanıyorsun? Kıskanç çocuk... Ayol o benim halam, halamin resmi... Çoktan ölmüş olan halamı da kıskanacak değilsin ya... Peki, peki... (Divana çıkarak, asılı resmi ters çevirir Çiçu'nun yanına gelir, çenesini tutar.) Şimdi de sana bir süprizim var sevgilim... (Çabuk gider, el çantasından bir kadife kutu, kutu içinden bir kolye çıkarır, Ciçu'nun boynuna takar, uzaklaşıp bakar) Çok, çok yakıştı Çiçu... Beğendin mi canım? Teşekküre değmez. Birşey değil. Sen çok daha değerlisine layıksın. (Kafese bakarak) Dur şu Yumuş'un da yemini, suyunu vereyim, ondan sonra rahat rahat konuşuruz (Sağdaki kapıdan çıkar, Yumuş'un yemini, suyunu getirir, sandalyeden çıkıp yemi, suyu koyarken Yumuş' la konuşur.) Acıktın mı Yumuş'um, sarı Yumuşum benim.

Oyunun Adı: Çöplük
Yazan: Turgay Nar



AYMELEK - Deseler ki bana, bir canın var ona ver, veririm... Haço... O da olmasa hepten yalnızlık çöker omuzlarıma... Onsuz ne yaparım ben?.. Kardeş ne de olsa, anamın yadigarı. Etimi yese de kemiklerimi saklar... İnsan yaşadığı yere benzer... Şu genç yaşında yüzünün derisi ne hale geldi... Buruşturulup atılmış bir kağıt parçası gibi... Şu çöplükten ne farkı var?.. Eller ruhun ağaçlarıdır derdi de anam, aklım almazdı... Nasıl kök salıp dallandığını anlayamaz insan; bir de bakarsın nerdeyse güneşe değecek... O sıcaklığı yavaş yavaş canında duyarsın... Ruhunu şeytana teslim eden ilk canlı yılandır!.. O yüzden yılanların ne eli ne de ayağı vardır!.. Bu yıl çöplük yılan kaynıyor!.. Korkumdan evde süt pişiremiyorum!.. Kokuyu alan yılan püskürüp geliyor!.. Geçenlerde biri gelip çöreklenmiş yatağımın yanına!.. Islığı bir çocuk ağlaması gibiydi, korktum, kaçtım evden hemen!.. Sonra şet dedim kendi kendime, ya o yılanın gelişinde bir hikmet varsa?!.. Kimbilir, belki bir günahımız vardır da, o yılan da bizi sınamak için gönderilmiştir!.. İnsanın aklına olmadık şeyler geliyor!.. Eve geri dönüp yılana süt vereyim dedim!.. Bir de gördüm ki derisi yanar döner yılan, ocaktaki ateşe düğüm olmuş, ateşi boğmakta!.. Ateş, gözlerime baktı, umutsuzdu!.. Gözleri kan çanağı gibiydi!.. Yılan, ateşi boğmuştu karşımda!.. Şurda, çöplüğün tam doğusunda, birkaç gün sonra aynı yılanı tekrar gördüm!.. Kulakları zümrüt küpeliydi!.. Beni görür görmez, akıp gitti çöp dağının koynuna!.. Elim yılan öldürmeye gitmiyor!.. Belki de yavruları vardı!.. Çöp makineleri gelince, ne yılan kalacak ne de insan! Geç oldu... Haço!.. Haço!.. Kalkın artık!.. Uyanın!.. Uyan, uyan artık İsrafil!.. Börtü böcek uyandı... Bugün çöplüğün öte yanına çöp dökeceklermiş... Haberiniz olsun...


Yazan: Nikolay V. Gogol
Çevirenler: Melih Cevdet Anday - Erol Güney



AGAFYA TIHONOVNA - Aman yarabbim... Karar vermek ne güç şeymiş... Bir kişi, iki kişi olsa ne ise... Ama dört kişi... Gel de birini seç. Nikanor İvanoviç biraz zayıf ama hiç de fena değil. İvan Kuzmiç de fena değil. Açık konuşmak gerekirse, İvan Pavloviç de biraz şişman ama, pekala gösterişli bir erkek. Söyleyin bana ne yapayım? Baltazar Baltazaroviç de değerli bir adam. Ah ne zor şey bu karar vermek... Anlatamam, anlatamam. Nikonor İvanoviç'in dudaklarını, İvan Kuzmiç'in burnunu alsak... Baltazar Baltazaroviç'in de halini tavrını... Bunun üzerine de İvan Pavloviç'in gösterişini katsak o zaman seçmek kolay olurdu. Oysa şimdi düşün, düşün... Vallahi başıma ağrılar girdi. Bence en iyisi ad çekmek. İşi kısmete bırakmalı. Kim çıkarsa kocam o olour. Adlarını birer kağıda yazarım. Sonra kağıtları kaparım. Kısmetim kimse belli olur. (Masaya yaklaşır. Kağıtla makas alır. Kağıtları keser, katlar, bunları yaparken de konuşur.) Ah şu kızlar ne talihsiz... Hele aşık olan kızlar... Erkekler bunu kabul etmezler, anlamak da istemezler. Ne ise, hepsi hazır. Bunları çantamın içine koyayım. Gözlerimi kapayıp çekeyim. Ne olursa olsun. (Kağıtları çantaya koyar. Eliyle karıştırır.) Ah, içime bir korku geldi. Allah vere de Nikonor İvanoviç çıksa; ama ne diye o olsun... İvan Kuzmiç daha iyi. Peki, İvan Kuzmiç de neden? Ötekilerin ne kusuru var? Hayır, istemem. Kim çıkarsa o olsun. (Eliyle kağıtları karıştırır ve çantadan yalnız birini değil, hepsini birden çıkarır.) A... hepsi birden çıktı. Kalbim çarpıyor... Olmaz, olmaz. Yalnız bir tane çekmek lazım. (Kağıtları gene çantasına koyar, karıştırır. Bu sırada Koçkarev girer. Yavaşça ilerleyerek arkasına gelir.) Ah Baltazar Balta... yok canım, Nikonor İvanoviç çıksa.. Hayır, hayır, istemiyorum. Kısmetim ne ise o çıksın.



Düzenleyen terapist - 11.Kasım.2011 Saat 11:04
Yukarı Dön
Misafir Açılır Kutu Gör
Misafir
Misafir
  Alıntı Misafir Alıntı  Yanıt YazCevapla Mesajın Direkt Linki Gönderim Zamanı: 09.Şubat.2009 Saat 09:01

William SHAKESPEARE
Türkçesi :Bülent BOZKURT

HELENA
Oo, anlaşılan bu da çeteden. Şimdi üçü bir araya gelmiş,
Kendilerince eğleniyor, oyuncak gibi oynuyorlar onurumla.
Seni hain, seni iyilik bilmez Hermia;
Sen de mi bunlarla kafa kafaya verdin,
Bana bu iğrenç hakaretleri layık gördün?
Hani içtiğimiz su ayrı gitmiyor;
Her saatimiz birlikte geçiyordu;
Kardeşlik yemini etmiş,
Bizi ayırıyor diye, ayağına tez zamanı paylaşmıştık!
Okul arkadaşlığı, tertemiz çocukluğumuz, hepsi unutuldu mu?
Gün olmuş, iki hünerli Tanrı gibi, iğnelerimizi almış,
Bir mindere oturmuş, bir minder üzerinde
İkimiz bir çiçek yaratmıştık.
Duygularımız bir, bir ağızdan söylemiştik şarkımızı.
Ellerimiz, bedenlerimiz, seslerimiz, düşüncelerimiz
Kaynaşmıştı sanki.Birlikte büyüdük: bir çift kiraz gibi;
Görünüşte ayrı, ama ayrım yerinde birleşmiş,
Bir sap üzerinde şekillenmiş iki şirin tane.
Görünüşte iki beden, ama atan tek yürek:
Bir şövalyenin armasındaki birbirinin tıpkı resimler gibi ,
Tek kişiye ait ve tepesinde tek bir başlık.
Yılların sevgisini ikiye mi ayıracaksın şimdi?
Bu adamlara katılıp zavallı arkadaşını mı ezeceksin?
Ne dostluğuna yakışır bu, ne genç kızlığına.
Sızıyı duyan yalnız ben olsam da,
Hem kendi adıma kınıyorum seni, hem kızlar adına
Sen değimlisin Lisander'ı peşime takan;
Yüzümü gözümü övsün , beni küçük düşürsün diye?
Öteki sevdalın Demetrius'u sen kışkırtmadın mı?
Daha biraz önce beni ayağıyla iten, Tanrıça, peri kızı,göksel, eşsiz, seçkin, diyor şimdi.
Nefret ettiği kişiye insan bunları neden söyler,
Hele Lisander, ruhu senin aşkınla doluyken:
Niye onu inkar eder, bana sevgi gösterisi yapar?
Senin izninle, senin kışkırtmanla tabii.
Ne olmuş senin kadar hoş, senin kadar çekici,
Bahtı açık değilsem? Sevilmeden seviyor, hep itiliyorsam ne olmuş?
Hor görmektense acımam gerekmez mi bana?
İyi, iyi devam edin, üzülmüş gibi yapın, Arkamı döndüğümde dil çıkarın, dudak bükün;
Birbirinize göz kırpın,sürdürün bu tatlı şakayı.
Neşenizi bozmazsanız, bakarsınız tarihe geçer.
Biraz acıma duygusu, biraz terbiye olsaydı sizde, Böyle alay konusu yapmazdınız beni.
Neyse, haydi hoşçakalın; Belki kusur bende , çaresi ya ayrılıkta ya ölümde
 
KEŞANLI  ALİ  DESTANI

 

(ZİLHA)

Ne diyordum efendicağızıma söyleyim. Beni bu eve evlad-ı maneviyatlık aldılar. Bir çocuğu, bir de Şamama'yı gezdiriyorum. İşim o kadar. Şamama evin köpeği. Burada medeniyet varmış be. Eskiden ayaklarımı aydan aya yıkardım. Hem de çorabım i çıkarmadan. Oldu olacak ikisi birden yıkansın diye. Şimdi her gün banyo yapıyorum. Her, Allahın günü yıkanan deri ne kadar yumuşak olurmuş meğer. Amonyak kokusuna öyle alıştım ki, burada temiz hava ilkin ciğerlerime dokandı. (Gider, masanın üstünden bir resim alıp onu gösterir) Filiz'in babası Bülent Bey, illetli fakir, karısı evden kaçmış. Adam da böyle, sönmüş fenere dönmüş. İhya Bey doktorlara ne paralar yedirmiş, nafile. Melankoli diyorlar, düşman başına. Bana bazen tuhaf tuhaf koyun gibi bakar. (Taklidini yapar) Çok dokanıyor içime. Hani birinci perdede çişini bile unutan bunak profesör vardı ya, deli doktoruymuş meğer o. Küçük beye şimdi o bakıyor. İkide bir evde, benim kılık kıyafe*time bile karışıyor. Yok saçını şöyle tara, yok gözünü böyle boya. Deli mi ne? İhya Bey buba adam. Tuttuğu altın olsun neme lazım. Beni kızı gibi sever. "Sen bizim ailenin maskotusun kız" diyor, uğur getiriyormuşum diye arada bir makas da alır. Olacak artık o kadar. Madam Olga'ya tembihat geçmiş. Bana, oturup kalkma, konuşma öğretsin diye. Kim bilir belki de iyi bir kısmet çıkarsa sevabına everecekler. Dünyada hayır sahabları daha ölmedi. (Kapı vurulur) Madam galiba. Sen misin madamcığım, buyur.
 

Oyunu Adı: Godot'yu Beklerken
Yazan: Samuel Beckett
Çeviren: Tuncay Birkan

         
VLADIMIR - Boş konuşmalarla zamanımızı harcamayalım!  (Bir an, şiddetle)  Fırsat varken bir şeyler yapalım!  Her gün birilerinin bize ihtiyacı olmuyor.  Aslında özellikle bize ihtiyaç duymuyorlar.  Başkaları da daha iyi olmasa bile, aynı derecede bizim yaptıklarımızı yapabilirlerdi.  Kulaklarımızda çınlayan şu yardım çığlıkları bütün insanlığa yöneltilmiş!  Ama burada, zamanın bu anında, istesek de istemesek de bütün insanlık biziz.  Çok geç olmadan bundan yararlanalım!  Zalimce bir alın yazısının bize layık gördüğü iğrenç güruhu hakkıyla temsil edelim!  Ne dersin?  (Estragon hiçbir şey söylemez)  Kollarımızı kavuşturup yardım etmenin iyi ve kötü yanlarını hesaplarken cinsimize kötülük etmediğimiz doğru.  Kaplan hiç düşünmeden hemcinsinin yardımına koşar ya da çalılıkların kuytularına siner.  Ama sorun bu değil.  Sorun burada ne yaptığımız.  Ve cevabı bildiğimiz için mutluyuz.  Evet, bu uçsuz bucaksız karmaşada kesin olan tek bir şey var.  Godot'nun gelmesini bekliyoruz.  Ya da gecenin çökmesini.  (Bir an)  Buluşacağımız yere saatinde geldik ve bu da sonu işte.  Aziz değiliz ama bu da sonu işte.  Aziz değiliz ama buluşacağımız yere saatinde geldik.  Kaç insan böyle bir şeyle övünebilir?

 
Oyunun Adı: Eşek Arıları
Yazan: Aristophanes
Çeviren: Sabahattin Eyüboğlu


YARGIÇLAR –   Her girişten ve önsözden önce
Şurasını belirtmek zorundayım ki
Bizim egemenliğimiz bütün egemenliklerin üstündedir.
Yaşadığımız çağda hangi mutluluk
Bir yargıcın mutluluğundan daha mutludur?
Hangi yaratık ondan daha keyifli yaşar?
Hangi yaratıktan korkulur, ondan daha çok?
Kocamış, beli bükülmüş olduğu halde?
Ben daha yatağımdan kalkmadan
Bir sürü insan bekleşir mahkeme kapılarında.
Anlı şanlı adamlarda vardır aralarında.
Yanlarından geçerken, hemen yapışır elime
Başlar yalvarıp yakarmaya:
“Gel etme, acı bana, yargıç baba;
Senin başına da gelmiştir bu işler
Orduda ya da başka bir işte
Sen de birkaç para aşırmışsındır elbet
Arkadaşlara yiyecek alırken pazardan.”
Kim yalvarırdı bana böyle, yargıç olmasam?
Bunlarla öfkem biraz yatışır,
Ama dışarıda verdiğim sözleri tutmam içeride.
Suçlular türlü diller dökmek zorundadırlar
Pençemden kurtulabilmek için.
Bir yargıçtan çok kime dalkavukluk edilir?
Kimi fakirliğini anlata anlata bitiremez.
Kimi Ezop masalları anlatır.
Kimi beni güldürüp öfkemi yatıştırmak için
Soytarılık, maskaralıklar yapar.
Bütün bunlar işe yaramadı mı
Kimi de tutar kız erkek çocuklarının elinden
Getirir hepsini mahkemeye.
Çocuklar boynunu büküp ağlar önünde;
Sonra baba, çocukları adına yalvarır bana
Bir Tanrıdan günahların bağışlanmasını ister gibi.
“Kuzuların sesini seversen,
Bu oğlancığın sesi de dokunur sana” der.
Dişi domuz yavrularını seversem
O zaman da kız çocuklarını ağlatır.
Biz de bir azıcık gevşetiriz artık
Öfkemizin gergin tellerini.
Az güç müdür bu? Para nedir bunun yanında?
 

ROMEO ve jULIET
William Shakespeare
Türkçesi : Özdemir NUTKU


julıet
Elveda! Tanrı bilir ne zaman görüşürüz bir daha.
Hayat sıcaklığını hemen hemen donduran
Hafif, soğuk bir korku ürpertiyor damarlarımı,
Beni yatıştırsınlar, geri çağırayım da onları:
Dadı! Ama onun ne işi var burada?
Tek başıma oynamalıyım bu acıklı sahneyi.
Gel şişe! Ya bu karışımın olmazsa hiçbir etkisi?
O zaman evlenecek miyim yarın sabah?
Hayır, hayır! Bu önler onu. Sen dur şurada.
             ( Hançeri koyar.)
Ya bu zehirse! Olur a, rahip beni daha önce
Evlendirdi diye Romeo'yla
Bu evlenme işinde rezil olmaktan korkuyorsa!
Kurnazca hazırladıysa bunu, beni öldürmek için!
Korkarım öyle; ama yinede olamaz herhalde,
Çünkü yıllar yılı herkesçe kutsallığı bilinen bir kişidir o.
Atmalıyım kafamdan böyle kötü bir düşünceyi.
Ya beni mezara koyduklarında, olur a,
Uyanırsam, Romeo beni kurtarmaya gelmeden?
Ne korkunç bir olasılık! İçine temiz hava girmeyen
Ölüler mahzeninde tıkanıp kalmaz mıyım,
Boğulup ölmez miyim Romeo gelmeden?
Sağ kalsam bile, ölümün ve gecenin korkunç hayalleri görünmez mi?
Ya bütün atalarımın yüzyıllar boyunca
Yığın yığın kemiklerini saklayan o mahzenin dehşeti?
Ya mezarına yeni  konmuş, kefeninde çürüyen
Tybalt'ın kanlı cesedi? Derler ki,
Gecenin belli saatlerinde ruhlar gezinirmiş orada
Olamaz mı, bütün bunlar olamaz mı?
Vaktinden önce uyanırsam, iğrenç kokuları ne yapmalı?
Ya duyarsam topraktan sökülen adamotlarının çığlıklarını?
Çıldırmış bu çığlıkları duyan ölümlüler
Bütün bu korkularla çevrilince çepeçevre
Aklımı oynatmaz mıyım ben uyandığımda?
Atalarımın kemikleriyle deliler gibi oynayıp
Kanlar içinde ki Tybalt'ı kefeninden çıkarmaz mıyım?
Ya bu ciddiyet durumunda,
Akrabamdan  birinin kemiğini sopa gibi kullanıp
Dağıtmaz mıyım umutsuz beynimi?
Ah işte! Kuzenimin hayali görünüyor,
Kılıcının ucuyla vücudunu  şişleyen Romeo'yu arıyor.
Dur Tybalt, dur! Geliyorum!
Bunu şerefine içiyorum!
 

 
 

Oyunun Adı: Hamlet
Yazan: William Shakespeare
Çeviren: Sabahattin Eyuboğlu


HAMLET - Ey göklerde yaşayanlar!  Ey dünya!  Daha ne olsun?
Cehennem önüme mi gelsin?  Ne yüz karası şey bu?
Tut kendini yüreğim, tut kendini!
Ve siz, ey sinirlerim, gevşemeyin birden;
Gerilin, destek olun bana!
Beni unutma mı dedin?  Hayır, zavallı ruh,
Şu çılgın kafa durdukça çıkmayacaksın içinden,
Seni unutmak ha?  Aklımın kara tahtasından
Silerim de bütün boş anıları,
Bütün kitaplarda yazılan, çizilenleri,
Gençliğimden, öğrenciliğimden kalanları.
Yalnız senin buyruğun kalır.
Beynimin defterinde, yapraklarında,
Ivır zıvır bütün bildiklerimin üstünde.
Evet, yemin Allahıma, o kalır yalnız.
Ey çürümüş yürekli kadın!
Yılan, yılan, yüze gülen zehirli yılan!
Yaz aklım, yaz defterine, yaz şunu:
Güler yüzlü, hep güler yüzlü bir insan
Zehirli bir yılan da olabilir.
Danimarka'da olabilir hiç değilse, inan buna.
Ya!  Demek böyle, amca, sen buymuşsun demek
Öyleyse benim parolam da şu bundan böyle:
Tanrı seninle olsun, unutma beni!
Yemin ettim, unutmam.

Yukarı Dön
Misafir Açılır Kutu Gör
Misafir
Misafir
  Alıntı Misafir Alıntı  Yanıt YazCevapla Mesajın Direkt Linki Gönderim Zamanı: 13.Şubat.2009 Saat 08:56

Oyunu Adı: Nemrut
Yazan: Gülşah Banda



NEMRUT - (Sinirli, çaresiz) Yüceliğim, büyüklüğüm küçücük aciz bir Topal yüzünden tehlikededir. Hissediyorum, yakınımda, sesini duyuyorum... Soluk alışını duyuyorum çok yakınımda... Benim olan toprakların üzerinde, beni yok etmek için çırpınıyor.
(Bağırır) Topal! Topal! Çık ortaya... Çık karşıma... Alamayacaksın canımı bu bedenden... Bu beden ebedidir... Ölüm yoktur onun için...
(Çaresiz) Lakin halkın kafasını çelmiştir. Kullarım karşı durmaya çalışmıştır, onlara can veren Nemrut'a. Ben düşemem babamın düştüğü gaflete... Kolay değil Nemrut'un gücünü silmek, yok etmek, ayak altında ezmek. Düzen yeniden kurulacak. Topal'ın canı alınacak ve düzen yeniden Nemrut'un dilediği gibi olacak. Başka kimsenin dilemeğe hakkı yoktur çünkü buralarda. Hak benim... Düzen benim... Can benim... Uzak dur iktidarımdan yarım adam, uzak dur!
(Hiddetle kapıya yeltenir, yardımcılarına seslenir. 1. ve 2. yardımcıları girer.)
Buraya gelin! Buraya gelin! Sakın kimse saraya sokulmasın. Dışardan kimse, halktan kimse içeri alınmasın! Demir odaya kimse yaklaştırılmasın! Sarayın yakınından bile geçirilmesin kimse! Şimdi çekilin karşımdan. (Çıkarlar.)
Topal! Topal! Bulacağım seni! Çocuk olmadan, çocuk doğmadan çıkmalısın huzuruma! (Tahtına oturur) Zaman geçiyor! Zaman durmuyor! Çık ortaya Topal! (Bir an) Ne yaparım ben böyle? Demir bir odada kıskıvrak? Kim sokmuştur beni bu hale? Kimden korkarım ki çevirdim etrafını demir zırhla? Yeni candan mı korkarım? Yoksa Topal'dan mı? Değil... Kullarımdan mı? Değil... Ölümden mi? Hayır! Ölüm bana değil, kullarımadır. Kullar ölür, Nemrut sağ kalır.
(Kafasını elleri arasına alır.) Nemrut! Ne yaparsın sen burada? Nemrut! Neden girdin bu demir sandığa? Yoksa, Nemrut'un zulmünden mi korkarsın? Ne dedim ben? Kimedir Nemrut'un zulmü? Bana mı? Kim kapatmış beni buraya? Nemrut mu?

Oyunun Adı: Hamlet
Yazan: William Shakespeare
Çeviren: Sabahattin Eyuboğlu


OPHELIA - Nasıl ayırdederim bir bakışta
Seveni sevmeyenden?
Külahından, tozlu çarıklarından,
Elindeki değnekten.
Öldü, güzel sultanım çoktan öldü.
Öldü, gömüldü bile.
Başında yemyeşil otlar büyüdü,
Taşı dikildi bile.
Ne olur dinleyin!
Ak kefenler giyindi kardan beyaz,
Sarıldı çiçeklere.
Arar arar sevdiğini bulamaz,
Ağlayanlar içinde.
Fırıncının kızı baykuş olmuş diyorlar. Allah korusun. İnsan ne olduğunu bilir, ama ne olacağını bilemez. Tanrı bereketini eksik etmesin sofranızdan. Kendiniz hiçbir söz söylemeyin sakın bunun üstüne, ama ne demek olduğunu soran olursa şöyle dersiniz:
Yarın bayram, Saint Valentine bayramı,
Erken uyanır herkes.
Ben bir kızım, gelirim pencerene,
Eşim ol derim sana.
Delikanlı kalktı, hemen giyindi,
Açtı kıza kapısını.
Kız girdi içeri, kız girdi ama,
Kız çıkmadı dışarı.
Ayıp, ne ayıp şey bu!
Fırsat bulan her genç yapıyor bunu
Yüzü kızarmaksızın.
Kız dedi: Bu işi yapmazdan önce
Evleniriz demiştin?
Delikanlı şöyle karşılık verdi:
Evlenirdim sabah sabah gelip de
Koynuma girmeseydin.
Elbet bir gün düzelir her şey. İnsan sabırlı olmalı; evet ama ağlamamak elimde değil düşündükçe soğuk topraklara gömüldüğünü. Geceniz hayrolsun, bayanlar, iyi geceler, güzel bayanlar, iyi geceler, iyi geceler!

 

Oyunun Adı: Hamlet
Yazan: William Shakespeare
Çeviren: Sabahattin Eyuboğlu




HAMLET - Ey göklerde yaşayanlar! Ey dünya! Daha ne olsun?
Cehennem önüme mi gelsin? Ne yüz karası şey bu?
Tut kendini yüreğim, tut kendini!
Ve siz, ey sinirlerim, gevşemeyin birden;
Gerilin, destek olun bana!
Beni unutma mı dedin? Hayır, zavallı ruh,
Şu çılgın kafa durdukça çıkmayacaksın içinden,
Seni unutmak ha? Aklımın kara tahtasından
Silerim de bütün boş anıları,
Bütün kitaplarda yazılan, çizilenleri,
Gençliğimden, öğrenciliğimden kalanları.
Yalnız senin buyruğun kalır.
Beynimin defterinde, yapraklarında,
Ivır zıvır bütün bildiklerimin üstünde.
Evet, yemin Allahıma, o kalır yalnız.
Ey çürümüş yürekli kadın!
Yılan, yılan, yüze gülen zehirli yılan!
Yaz aklım, yaz defterine, yaz şunu:
Güler yüzlü, hep güler yüzlü bir insan
Zehirli bir yılan da olabilir.
Danimarka'da olabilir hiç değilse, inan buna.
Ya! Demek böyle, amca, sen buymuşsun demek!
Öyleyse benim parolam da şu bundan böyle:
Tanrı seninle olsun, unutma beni!
Yemin ettim, unutmam.

Oyunun Adı: Hamlet
Yazan: William Shakespeare
Çeviren: Sabahattin Eyuboğlu


HAMLET - Var olmak mı, yok olmak mı, bütün sorun bu!
Düşüncemizin katlanması mı güzel,
Zalim kaderin yumruklarına, oklarına,
Yoksa diretip bela denizlerine kaşı
Dur, yeter! demesi mi?
Ölmek, uyumak sadece! Düşünün ki uyumakla yalnız
Bitebilir bütün acıları yüreğin,
Çektiği bütün kahırlar insanoğlunun.
Uyumak, ama düş görebilirsin uykuda, o kötü!
Çünkü o ölüm uykularında,
Sıyrıldığımız zaman yaşamak kaygısından,
Ne düşler görebilir insan, düşünmeli bunu.
Bu düşüncedir uzun yaşamayı cehennem eden.
Kim dayanabilir zamanın kırbacına?
Zorbanın kahrına, gururunun çiğnenmesine,
Sevgisinin kepaze edilmesine,
Kanunların bu kadar yavaş
Yüzsüzlüğün bu kadar çabuk yürümesine,
Kötülere kul olmasına iyi insanın
Bir bıçak saplayıp göğsüne kurtulmak varken?
Kim ister bütün bunlara katlanmak
Ağır bir hayatın altından inleyip terlemek,
Ölümden sonraki bir şeyden korkmasa,
O kimsenin gidip de dönmediği bilinmez dünya
Ürkütmese yüreğini?
Bilmediğimiz belalara atılmaktansa
Çektiklerine razı etmese insanı?
Bilinç böyle korkak ediyor hepimizi:
Düşüncenin soluk ışığı bulandırıyor
Yürekten gelenin doğal rengini.
Ve nice büyük, yiğitçe atılışlar
Yollarını değiştirip bu yüzden,
Bir iş, bir eylem olma gücünü yitiriyorlar.
Ama sus, bak, güzel Ophelia geliyor.
Peri kızı dualarında unutma beni,
Ve bütün günahlarımı.



Düzenleyen bekir - 13.Şubat.2009 Saat 08:58
Yukarı Dön
 Yanıt Yaz Yanıt Yaz

Forum Atla Forum İzinleri Açılır Kutu Gör

Bulletin Board Software by Web Wiz Forums® version 9.50 [Free Express Edition]
Copyright ©2001-2008 Web Wiz

Bu Sayfa 0,188 Saniyede Yüklendi.