![]() |
|
Yanıt Yaz ![]() |
Yazar | |
terapist ![]() Yönetici ![]() ![]() Kayıt Tarihi: 01.Ocak.2007 Aktif Durum: Aktif Değil Gönderilenler: 1803 |
![]() ![]() ![]() Gönderim Zamanı: 20.Ocak.2013 Saat 14:28 |
Beykoz'da Bir Müze...
Dünyada alanında tek olan müzede 10-15 bin yıl öncesinin toprak kandillerinden Osmanlı sobalarına yüzlerce araç gereç sergileniyor
![]() ![]() İlk ısıtma-aydınlatma müzesi Dünyada alanında tek olan müzede 10-15 bin yıl öncesinin toprak kandillerinden Osmanlı sobalarına yüzlerce araç gereç sergileniyor İlkçağlardan bu
yana kullanılan yüzlerce ısınma ve aydınlatma aracının sergilendiği
dünyanın ilk ve tek ısınma-aydınlatma müzesi Beykoz'da açıldı. Buzul
çağı kandillerinden, Osmanlı sobalarına, yumurta röntgen makinesinden,
dünyanın ilk buğday ve ekmek makinesine kadar birbirinden özel parçalar
geçmişin izlerini bugüne taşıyor.
BUZUL ÇAĞI KANDİLLERİ 65 YILDIR BİRİKTİRİYOR Çağlar Boyu Aydınlatma, Isıtma ve Çeşitli Koleksiyonlar MüzesiElazığ’da eski bir Rum köyünün eteğinde geniş bir ova, ovanın tam ortasında da içi oyuk bazalt bir taş varmış. Köy halkı oyuğun, Hızır Peygamber’in atıyla bu taşın üzerinden geçmesi sonucu oluştuğunu, taşta atın ayak izinin kaldığını düşünürmüş. Derdi olan herkes bu taşa gider dilek dilermiş. Annesi taşın orada bir ışık, bir ateş gördüğünü söyleyince 12 yaşındaki Mehmet Yaldız’ın çocuk merakı büyümüş, soluğu taşın yanında almış. Hızır Peygamber’in ateş yakmak için kullandığı çırayı sakladığını düşünerek siyah taşın etrafındaki toprağı eşelemiş ve birkaç kırık çömlek ile sağlam bir taş daha bulmuş. Buluntuları alıp köyün ileri gelenlerinden birine gittiğinde, gösterdiği taşın, insanların aydınlanmak için kullandığı bir alet olduğu cevabını almış. Mehmet Yaldız, çocukluğunda başından geçen bu olayla birlikte insanoğlunun kullandığı aydınlatma araçlarına büyük ilgi duymaya başlamış ve yaşamı boyunca bulduğu tüm aydınlatma araçlarını toplamış. Koleksiyonunu sergilediği Çağlar Boyu Aydınlatma, Isıtma ve Çeşitli Koleksiyonlar Müzesi binbir türlü bürokratik engel aşılarak 1991 yılında ziyarete açılmış, Türkiye’nin Sadberk Hanım Müzesi’nden sonra ikinci özel müzesi. Geniş
bir salondan oluşan müze, akıl almaz bir koleksiyona sahip: birbirinden
güzel ve eski kandiller, gaz lambaları, mum veya gazla çalışan el
fenerleri, pürmüz ve ütüler, aralarında M.Ö. 1700’lerde firavun
mezarlarında kullanılmış bir tane de bulunan bir sürü şamdan, kuzineler,
ispirto ocakları, başta 13. yüzyıldan sonra kullanılmaya başlanan
estetik bir çini soba olmak üzere envai çeşit soba…
Müze, asıl olarak aydınlatma ve onunla yakın ilişkili olan ısıtma
kavramı üzerine, hatta, içindeki kocaman gaz lambasıyla hem aydınlatıp
hem de ısıtan bir soba bu ilişkinin abartılı bir örneği; ancak
bünyesinde belki de başka hiçbir koleksiyonda olmayan çok özel ve eski
parçalar barındıran bu müzenin adında da özellikle belirtilmiş “çeşitli
koleksiyonlar” kısmı, sergilenen her bir parçayı detaylı açıklayan genç
müze çalışanı ve ziyaretçisiyle bizzat ilgilenen müze kurucusunun da
katkısıyla ana başlıkları silikleştirebilecek kadar ilginç. Salonu
çevreleyen duvarlar boyunca aydınlatma ve ısıtma araçları sergilenirken
ortadaki camekan “ilk buluşlar”a ayrılmış. Bunların başında ekmek yapma
sürecinin gösterildiği bir köşe geliyor. Önce üzerinde kaplumbağa
kabuğuna benzeyen oval bir taş bulunan büyük bir kaya, sonra üzerinde
silindirik bir taş bulunan başka bir kaya, en sonunda da bu iki evreden
geçmiş buğdayı öğütecek iki kayanın üst üste durduğu döner sistem.
Anadolu’da hala kullanılan bu sistemin yanında ise ilk defa 140 sene
önce Amerika’da üretilmiş, ürünün boyutuna göre bulgur, irmik ya da un
elde etmeye yarayan küçücük ahşap bir buğday öğütme makinesi duruyor.
Müzenin kurucusu Mehmet Yaldız, buğdayın, yani insanın ekmek yapmaya
başlamasının, ateş ve taşı delmeye yarayan günümüz matkabının atası olan
alet edevatı bulmasından sonra medeniyetin gelişmesinde en önemli öğe
olduğunu vurguluyor; çünkü ekmek olunca insanlar av peşinde koşmayı
azaltabilmiş ve toplu yaşamın, yerleşmenin temelleri atılmış. Buğdaya
dair köşenin yanında içinde bir yumurta duran bir düzenek dikkat
çekiyor, amacı yumurtayı kırmadan çürük olup olmadığını, içinde civciv
bulunup bulunmadığını anlamak. Düzeneğin üst kısmında duran yumurta
alttan aydınlatılınca, hakkında hüküm verilebiliyor. Öyle ki röntgen
cihazının bu düzenekten esinlenilerek yapıldığı düşünülüyor… İlk buluşlar, göz kusurlarını saptamaya yarayan bir alet, ilk buhar makinesi, bir bobine bağlı birbirine dönük ucu sivri iki kömür çubuğun arasında bobinin yanındaki kol çevrilerek ortaya çıkan ışık huzmesiyle elektriğin elde edilişine dair basit bir sistem ile devam ediyor. Camekanın ortasında, ucunda mum olan bir demir çubuk ile ona bağlı, üzerinde küçük bir dünya olan yatay bir demir çubuktan oluşan düzenek göze çarpıyor. Mumun üzerinde bulunduğu çubuğa bağlı kolu çevirince Dünya hem kendi etrafında hem de Güneş’i simgeleyen mumun etrafında dönmeye başlıyor ve düzenek Galileo Galile’ye ne dedirtirlerse dedirtsinler Dünya’nın döndüğünü kanıtlıyor. Eşine
rastlamanın oldukça zor olduğu tuğla koleksiyonunun yanındaki vitrinde
ise büyü, tılsım ve nazarlıklardan oluşan başka bir koleksiyon var.
Farklı farklı yerlerden toplanmış, bildiğimiz muskadan çok daha büyük,
gösterişli, göz alıcı kolyeler. Üstelik üstlerine asılmış açıklama
notlarından içlerinde nasıl bir motif, dua olduğu görülebiliyor, cin
kovma, kısmet bulma… gibi arzulardan hangisi üzerine oldukları
öğreniliyor. Müzenin son özel koleksiyonu terazilerden oluşuyor. Hayvan tartmaya yarayan ağır kantarlardan, zarif kuyumcu terazilerine, tahıl terazisinden su terazisine kadar vitrinde sergilenen birçok örnek arasında insanların tartıldığı eski bir terazi özellikle dikkat çekiyor; çünkü tartılan kişi, terazinin önüne eklenmiş aynadan kilosunu okuyabilsin diye terazinin kadranındaki sayılar ters.
Sadece
müzede sergilenen ciddi derecede ilgi çekici parçalarla sınırlı kalmadı
gördüklerimiz, müze sahibinin özel bir parçayı göstermek için kendi
çalışma odasını birkaç ilgili ziyaretçisine açması üzerine üç boyutlu
bir fotoğraf kutusuyla tanıştım. Aynen fotoğrafçının ayaklı bir kutuya
siyah bir perdenin altından yaklaşıp elinde tuttuğu deklanşöre basarak
fotoğrafı çektiği en eski makinelere benzeyen bir kutu. Gözlerinizi
yaklaştırıp kutunun merceklerinden baktığınızda, bir fotoğrafın nasıl bu
kadar gerçek gözüktüğüne hayret ettirecek 1914 yılından acı 1. Dünya
Savaşı manzaraları görülüyor. Küçük atölyede etrafa bakıldığında belki
de o eser zengini binanın içindeki en ilginç ve önemli objeyle
karşılaşılıyor: kimsenin çözemediği, Mısır piramitlerinin en tepesindeki
taşların oraya nasıl yerleştirildikleri sorusu üzerine müzenin sahibi,
kurucusu, mesleği aslında zaten inşaat mühendisliği olan Mehmet
Yaldız’ın geliştirdiği teoriye dair bir maket. Daha basına
açıklanmadığından, yazabilmek için izin istediğimde “Size kısmetmiş.”
cevabını alarak seviniyorum. Aslında sistem basit; ama çoğu basit
çözümde olduğu gibi oluşum süreci sonuçla ters orantılıdır diye
düşünüyorum, hele ki zihinlerde nedense “Uzaylıların işidir.” gibi kafa
yormayı baltalayan bir bahane salınırken. Maket piramit, tepe kısmındaki
küçük piramide kadar oluşturulmuş. Piramidin sol alt tarafından
başlayıp tepe kısmından geçen, sağ altına kadar devam eden tahtadan bir
ray var. Her iki tarafta da bu ray üzerinde seyredecek kapaksız kutulara
benzeyen birer tane platform duruyor. Sol taraftaki aşağıda beklerken
sağdaki tepeye yakın bir konuma sahip ve olduğu yere rayın sağından bir
merdiven uzanıyor. Yaklaşık 2.5 ton olan taş soldaki platforma
yükleniyor, ortalama 60’ar kilodan 60 civarında insan ise sağdaki
platforma merdivenlerle ulaşıp biniyor. Ağır basan sağ platform
sayesinde taş tepeye çıkartılıyor. Platformdan direk yere bırakılmak
yerine, taş, beşiği andıran bir başka tahta yapının üzerine denk
getiriliyor. Bir kürenin kesiti gibi olan bu aracın rahat çevrilebilmesi
ve salınma kabiliyeti, bir ucunun rahatça kaldırılabilmesi sayesinde
taş, tepede istenilen noktaya bırakılıyor. Çağlar Boyu Aydınlatma, Isıtma ve Çeşitli Koleksiyonlar Müzesi zengin ve detaylı koleksiyonuyla oldukça şaşırtıcı ve kesinlikle görülmeye değer. Nefis ve gür yeşiliyle Karadeniz ikliminin sezildiği Beykoz’un nispeten serin yollarına düşerseniz, Çavuşbaşı’ndaki bu dopdolu müzeye uğramadan geçmeyin. R.Sinan AKBAŞAKAYDINLATMA ARAÇLARI MÜZESİ TÜM FOTOĞRAFLARI İÇİN TIKLAYINIZ |
|
![]() |
|
Misafir ![]() Misafir ![]() |
![]() ![]() ![]() |
![]() |
|
![]() |
Yanıt Yaz ![]() |
Forum Atla | Forum İzinleri ![]() Kapalı Foruma Yeni Konu Gönderme Kapalı Forumdaki Konulara Cevap Yazma Kapalı Forumda Cevapları Silme Kapalı Forumdaki Cevapları Düzenleme Kapalı Forumda Anket Açma Kapalı Forumda Anketlerde Oy Kullanma |