KELİMELERİN
SENFONİSİ kitabımdan...
*Gürültüyle eğlenmek*
Dünyaya gelişimizdeki ağlamamız çıkardığımız ilk ses sayılırsa ve bir ağlama
olmasına rağmen insanları mutlu ederse de bu çıkardığımız ilk gürültüdür…
Sonrasında hayatımız gürültüler içinde devam eder ve biz bununla eğlenmeye
başlarız.
Önce ebeveyn “suuuuuuus” diye bağıracaktır, sonrası “yeee” ya da “gel buraya”
şeklinde olur. Oynamaya çıkan çocuğuna yanına yakınına giderek eve gelmesini
söyleyen pek azdır. Genellikle seslenilir. Hem de avazı çıkarcasına… Uyuyan,
sıkıntısı olan bir yaşlı ya da korkabilecek bir bebek düşünülmez.
Çocukların hayatı hep “bağırma, bağırılma” şeklinde devam edecektir. Kimse
bunun iyi bir şey olmadığını, ayıp sayılacağını anlatmaz. Anlatırsa da
bağırmanın ayıp olduğunu bağırarak anlatır. Ebeveyn ne kadar yüksek sesli
olursa o kadar ikna edicidir(!) ve görevini en iyi şekilde yaptığını düşünür.
Böyle yetişiriz… Artık yüksek ses bir yaşam biçimi olur, başka bir şeklin
olduğunu hatırlamaz, ihtiyaç da duymayız. Yan yana konuşurken çok ilerideki
herkes duyar… Evde konuşulur alt katta paylaşılır… Telefonla iki kişi
konuşulur, otuz iki kişi rahatsız edilir ama konuşan mutludur.
Eğlenirken gürültü hayatımıza yer eder. Piyanist şantör biraz da sesini ve
musiki becerisini örtmek için bağırdıkça bağırır. Ne sesi anlarız ne müziği…
Satıcı yasak olmasına rağmen bağırır. Söylediğini finalde uzatıp anlaşılmaz,
domatesi “dumatiiiiiieeeyyyyyez”, patatesi “pattaaatiiiyeez” yaparak… Ne
hurdacının ne söylediği anlaşılır ne sütçünün... Adeta kendilerini anlaşılmaz
bir gürültüyle sembolize edip ve böyle tanınmak isterler. Bu arada siz belediye
görevlisine “Seyyar satıcılar ses cihazı kullanabilir mi?” diye sorduğunuzda
“Olur mu efendim ne ses cihazı… Seyyar satıcılık yasaktır” der ama yasakları yasak
savarak! takip ederler.
Asker uğurlaması gelir gündeme… Eskiden son derece zarif ve duygusal bir
şekilde davul zurna eşliğinde yapılan uğurlamalar yerini silah, havai fişek,
maytap, kız kaçıranlara bırakmıştır. Bu sesleri gecenin yarısından sonra
çıkarmak da cabasıdır.
Müzik gürültülüdür ve özellikle gençlerin taa kulağının içine girmiştir… Zevk
kavramıyla bağdaşmaz. Nefis bir deniz kıyısı, muhteşem bir akşamda müzik
dinlemek zevk ya da başka bir kelimeyle tarif edilemez… Düğün salonundaki müzik
asla sizi karşınızdaki ahbabınızla konuşturmaz… Otomobilden taşan müzik sesinin
dışarıdaki insanları rahatsız edecek düzeyde olması, içerideki sürücü veya
yanındakini nasıl etkiler düşünemiyorum bile.
Az gelişmiş, arabasında da gürültülü korna bulundurur… Onun kornası havalı! ve
no-lur-du-tan-rım-se-ven-ler-me-sut-ol-sa şeklinedir ve psikolojik alt yapısını
detaylı bir biçimde gözler önüne serer. Sonra onun çocuğu bisikletine, bisiklet
pompasının peşine bağlayarak oluşturduğu ve vaynk vaynk şeklinde ama son derece
yüksek sesli ve rahatsız edici kornayı takar. Ya da bisikletlerin tellerine
mandal yardımıyla tutturulan karton parçalarının çıkardığı ses egzozu patlak
araçlarda üstelik ara gazı vererek gezmenin alışkanlığına götürür.
Ülkemizde, insanları gürültünün zararlı etkilerinden korumak için gerekli
önlemleri içeren ve çevre yasasına göre hazırlanmış olan "Gürültü kontrol
yönetmeliği" uygulanmaktadır. Ancak yönetmeliğinin hedeflerine
ulaşabilmesi için insanların bu konuda eğitilmeleri ve bilinçlendirilmeleri
gerekir.
Hâsıl-ı kelam… Yani sözün özü; medeniyet ölçümüz çıkardığımız gürültü ile ters
orantılıdır. Ne kadar çok gürültü o kadar medeniyetsizlik, o kadar duygusuzluk,
o kadar beceri eksikliği ve tam anlamıyla ne kadar gürültü o kadar
zarafetsizliktir.
Farkında mısınız bilemiyorum ama inceliklerimizi birer birer kaybediyoruz ve
modern yaşamın duygusuz sevimsiz ve tek düze yaşamı bizi her gün biraz daha
robotlaştırıyor…
Böyle yapmasak… Yaşam güzelliklerle dolu ama onları güzel tutmak için çaba
gerekiyor.
Ruhunuza hitap eden seslerin süslediği bir yaşam diliyorum…