Zeki Beyner |
Yanıt Yaz |
Yazar | |
terapist
Yönetici Kayıt Tarihi: 01.Ocak.2007 Aktif Durum: Aktif Değil Gönderilenler: 1803 |
Alıntı Cevapla
Konu: Zeki Beyner Gönderim Zamanı: 17.Şubat.2011 Saat 00:19 |
Zeki Beyner
O’nu Akbaba dergisindeki patronu Yusuf Ziya Ortaç şöyle anlatıyor Karikatürlerinde, baktıkça insanın içini sızlatan bir yalnız adamı vardır onun. Saçları uzamış, pantolon kısalmış, güvercinlere bakar gülümser, düşen yapraklara bakar düşünür, genç kızlara bakar yutkunur… İşte o kağıt üstündeki hazin adam bizim Zeki’dir, Zeki Beyner! ... Yalnız adam dedim… Ama ne kadar yalnız, ne kadar… Arkadaşlarından öğrendim: Ablası yok, ağabeysi yok, amcası yok, teyzesi yok… Dudakları, bir kere anne dememiş, bir kere baba dememiş … Ama bütün tabiat ve bütün insanlık onun dostu, onun arkadaşı, onun akrabasıdır: Çiçekler, kuşlar, çocuklar, gençler, ihtiyarlar ve yoksullar. … Zeki Susar. Zeki konuşmaz. Zeki efkarlıdır hep. Eğer güldüğünü, şakıdığını görürseniz, biliniz ki çakırkeyiftir Zeki! Böyle tatlı sarhoş az görülür: Yılışmadan gülen, incitmeden konuşan. O çizgisi olan bir karikatüristtir. Altında imza istemez. Bakınca tanırsınız hangi fırçadan çıktığını… Sosyal konulara özel bir açıdan bakar: Kalbinin gözleri ile… Kalp, elbet bilirsiniz ,safra kesesi gibi sağda değil soldadır! Türk Karikatürünün romantik çizeriydi o. Yaşamı yokluk ve sıkıntılarla geçmiş, acının hamuruyla yoğrulmuş bir sanatçıydı. 1930 yılında başladığı yaşamında karikatürcülük son duraktı onun için. Kendisine nasıl karikatürcü oldun diye soranlara verdiği yanıt onun romantik mizah anlayışının bir yansımasıdır : Küçük yaşımdan başlayarak yüzümde bir çok çizgi belirdi. Bu çizgi adamı olacağımı gösterdiğinden olsa gerek; bende karikatürcü oldum! Türkiye'de yayınlanan hemen hemen tüm mizah dergilerinde çalışmış bir emekçi o. Akbaba dışında Yeni İstanbul ve Son Saat gazeteleri, Tef, Zübük, Taş, Taş-Karikatür, Papağan, Pardon ve Çarşaf'ta çalıştı. Yaşamının son demlerinde Bizim Gazete’de çizdi. Nasıl bir sanatçıydı derseniz özgün bir sanatçıydı. Çizgisi imzası olmuş bir ustaydı. Uluslararası bir sanat düzeyinde, evrensel nükte zevkine erişmiş, yazısız, sözsüz çizgiyle mizah yapmanın ustası bir sanatçıydı. Kendi hayatını bir röportajında şöyle anlatıyordu: “1936 (doğum yılı nüfus kağıdında 1930 yazsa da kendisi 1936 diyor) yılında Fatih’te doğdum. Kimsesiz çocuklardan biriyim. Anasız babasız sokaklarda büyüdüm. Çocukluğum, gençliğim Karacaahmet’te geçti. Mezarlıkta yatıyordum. 20 yaşına kadar hep sokaklardaydım. Vapur iskelelerinin yolcu salonlarında, Üsküdar Paşakapısı’ndaki adliyenin duruşma salonlarında kışın soğuktan korunmaya çalışırdım. Sokaklarda büyüdüm, ama kendimi korumasını da bildim. Hiç eğitim görmedim, okula gitmedim. Okuma yazmayı kendi kendime öğrendim.” Okuduğuma inandıktan sonra çizeceğime de inandım ve çizdim. İlk karikatürünün Akbaba dergisinde yayınlanış hikayesi şöyledir : 1956 yılında üç karikatürünü koltuğunu altına kıstırıp Cumhuriyet gazetesine götürür. Karikatürler beğenilir, ancak, “burada para vermezler, sen Akbaba mecmuasına götür” derler. Cumhuriyet’ten çıkar. Gidecek yeri yoktur. Uzun süre çevrede dolaşır. Gece bastırır. Yatacak yer yoktur. Elden gelen de yoktur. Geceyi çaresiz Sultanahmet Parkı’nda geçirir. Günün ilk ışıkları ile soluğu, tavsiye edildiği gibi Akbaba dergisinde alır. Gerisini şöyle anlatıyor: “Hiçbir şey söylemeden elimdeki karikatürleri kapıyı açana uzattım. O zamanlar Zeytinburnu’nda gecekondu yüzünden çok cinayet işleniyordu, kavgalar çoktu. Onunla ilgili bir karikatür de çizmiştim. Karikatürleri alan, bunlar çok güzel, gerçi çizgileriniz biraz zayıf ama espriler usta işi dedi ve kullanacağını söyledi. Ben de kapıyı açana, Selâmi Bey( Selami beye götür dediledi..) teşekkür ederim dedim. O zaman kapıdaki kişi: Ben Selâmi değil, Aziz Nesin’im dedi. Meğer Aziz Nesin Akbaba’da yatıyor ve dergiye takma isimle yazılar yazıyormuş. Bunu sonra öğrendim. Adını, gazeteden yapılan kese kâğıtlarından okuyarak öğrendiğim Aziz Nesin, benden yeni karikatürler getirmemi istedi. Aldığı karikatürleri de yayımladı”. Hayatı boyunca idarelik! yaşadı.. hiç çok kazanamadı ama aç da kalmadı.. Bir ulusun uygarlık düzeyi sanatçılarının varlığı ve üretkenliği ile ölçülür. O gerçek sanatçıları korumak ve saygın olarak yaşatmak toplumsal ödevlerdendir. O’nu 8 Eylül 2002’de yitirdik |
|
Yanıt Yaz |
Forum Atla | Forum İzinleri Kapalı Foruma Yeni Konu Gönderme Kapalı Forumdaki Konulara Cevap Yazma Kapalı Forumda Cevapları Silme Kapalı Forumdaki Cevapları Düzenleme Kapalı Forumda Anket Açma Kapalı Forumda Anketlerde Oy Kullanma |