İşimize
geldiği gibi
Hayatı hep işimize geldiği gibi gözlemleyip, işimize geldiği
gibi yorumluyoruz. Değer yargılarımız oluşurken eldeki terazinin dirhemi
çıkarlarımız, tarttığımız değerlerimiz oluyor. Eskiden böyle miydi..?
Sanmıyorum. Yetişme çağımızda bize tembih edilen saygılı olmak ve sevgili
olmak” tı. Annemin , annelerimizin okul toplantılarında bir araya geldiklerinde
sessiz ve seviyeli bir sohbet ortamı oluşur, rahmetle andığım Kamuran
Öğretmenimin (Okan) sevecen sıcacık bir o kadar da otoriter, bilgilendirmesini
güvenin yaydığı rahatlıkla zarif tebessümlerle izlerlerdi. Hiç kimse çocuğunun
başarısızlığına “ama arkada oturuyor, ama en çok güneş ona vuruyor , en sıcak,
en soğuk yerde oturuyor, arkadaşları psikolojisini bozuyor” mazeretleri sunmaz,
başarılı öğrencilerin anneleri “Bu … bu benim çocuğum” havalanması
yapmaz, Tevazuu içinde gülümserler; Hatta övüldüklerinde mahcup olurlardı
.
Bu gün durum çok da böyle değil…
Büyüklerimiz çocuklarını övme veya savunma savaşı içindeler. Bir kısmı çok
doğal tabii ki ama aşırıya kaçınca çevrede ve çocuk üzerinde olumsuzluklara yol
açıyor. Örneğin benim çocuğumun müthiş sesi var çok iyi şarkı söyler
abartısıyla öne atılarak gösteri yapması istenen çocukların aslında iyi ama
olağanüstü olmayan seslerini bile kaybederek ezildiklerine, üstelik “tüh beni
rezil ettin” sözüyle de yerin dibine geçtiklerine defalarca tanık olmuşumdur.
Bu örnekler resimden enstrüman çalmaya, spordan tüm gösteri sanatlarına kadar
çoğaltılabilir. Mesele olanı değil de görmek istediğimizi görmeye çalışmamızdan
kaynaklanıyor diye düşünüyorum, Ve bu aile içinde başlayan hayal toplumsal
hayale dönüşüyor, Buradan yetişen insan mesleği ne olursa olsun görmek
istediklerini görerek yaşamaya başlıyor, Aşırı övülen çocuk, övülmek
ihtiyacı duyan büyük oluyor. Olaylara bu yetişme tarzının verdiği bakışla yorum
ve yargılara varıyor.., varıyoruz.
Pozitif bilimin temeli şüphelenmektir, sorgulamaktır Bu gün
yorumları yapılan konunun pek çoğu pozitif bilimdir. Yani sonuçları arasında
taban tabana farklılıklar olmamalıdır.
Ekonomi mükemmel diyen bir bilim insanına bir diğeri örneklerle ekonomi
felaket dediğinde kim hangisine niye inanacaktır.? İnanma ölçüleri ne
olacaktır. Bir deprem uzmanının yarın deprem olması mümkün derken bir
diğerinin otuz yıl olamaz, Şiddeti şu yada bu olur yada mümkün değil ,
daha doğrusu gizliden sunulan "en büyük benim", "en iyi ben
bilirim"... Savlarına kim nasıl neye göre inanacaktır. Bilimsel verilerin
yorumlanacağı gerçeğini göz ardı etmiyorum elbette de yorum bu kadar zıtlık
içermeli midir.? Aynı pencereden baktığımız halde neden bu kadar farklı şeyler
görürüz? Veya bakış açımız; aynı konu ama farklı kişilere göre zıtlıklar mı
oluşturuyor?
Aman.! Bir anne öyküsü anlatmadan geçemeyeceğim lütfen beni affedin…
Bir hanımefendi karşılaştığı dostuna yeni ve peşpeşe evlenen
çocuklarını anlatıyor… Ah arkadaşım, kızım bir evlilik yaptı ki mükemmel…
eşi damadım çook iyi bir insan sabahları kızımdan önce kalkıp kahvaltısını
hazırlayıp yatağına getiriyor, sonra gidiyor. İşi çok iyi aynı oğlum gibi beyaz
eşya mağazası var da damadın mağaza evine daha yakın, Böylece gelip öğle
yemeğini hazırlayabiliyor, Hemen sonra kızımı konkene bırakıp akşam da alıp
yemeğe götürüyor. Evde bir de çalışan var, o silip süpürüyor… Kızımın durumu
çok iyi. Oğlum mu? Sorma hemşire oğlumun şansı pek yaver gitmedi. Bir geline
düştüm ki evlere şenlik… Sabah yerinden kalkıp kocasına bir kahvaltı
hazırlayamaz. Utanmadan kahvaltıyı sen hazırla, yatağımın yanına
bırakıver… der. İnanmazsın bunda utanma yok. Öğle yemeğini
hazırlasan ne olur diye sorduğu yetmezmiş gibi öğleden sonra konkene gitmek
ister… Evladımın canı çıkıyor kazanacağım diye, Bu haspa konkende harcayacak.
İlaveten akşam yemeğini dışarıda yemek ister . Kadın ol, otur
kocana yap yemeğini. Dışarıda yemek neyine? Pişiremiyor musun iki kap yemek?
Bak bak… Bir de eve yardımcı ister. Anlayacağın kardeş kızımın durumu çok
iyi de oğlum yandı…
Buyrun aynı olaya bu kadar farklı bakmak … İnanın bana bu uydurma değil.
Benzerleri yaşanmış bir hayat parçası.
Yoksa anlatıyı doğru gösterebilmek bizim gösteri yeteneğimize
(Show yada şov demek istemiyorum) göre mi şekilleniyor… Galiba öyle . Kimin
neyi anlattığından ziyade nasıl anlattığıyla daha çok ilgileniyoruz.
Pardon Bu yüzden mi siyasetçilerin hatip olması gerekiyor? Yani doğruları
söylemek yerine sesini yükseltmesi, mimik ve tavırlarla ilgiyi arttırması,
duygu yoğunlaştırma (Ajitasyon demeyeceğim), bam teline (belden aşağı
demiyorum) vurmayla yükselen heyecan veee az biraz göz yaşıyla final.. mi
işin doğrusu. Yoksa asla soramayacağımız yerde sorusu olan varsa sorsun, asla
düzeltemeyeceğimiz yerde yanlışım varsa düzeltin diye devam edip, sonunda
"kusura bakmayın" diye bağlamakla “en doğru benim” görüntüsünün
oluştuğu mu sanılıyor. Böyle bir düşüncesi olan varsa diyecektim ki…
Aklıma milyon kere duyduğunuz bir hikaye-fıkra geldi. Milyonbir olarak
anlatmadan geçemeyeceğim.
Bir zat-ı muhterem(!) hararetli hararetli anlatıyor… Efendiiiim
Yaradan bir gün Hazreti Musa’ya emreylemiş.. “ey Musa bana kızını kurban
et” diye… yanlışım varsa düzeltin demeyi de ihmal etmeden devam etmiş, ve Musa
emre uymak üzere kızını alıp deniz kenarına inmiş …yanlışım varsa düzeltin… ve
tam kızını kurban edeceği sırada gökten Azrail inerek bir keçi getirmiş
ve; Be hey Musa… Emre uydun, yaradan kızını bağışladı. Al bu keçiyi
kurban et… yanlışım varsa düzeltin… deyince dinleyicilerden bir dayanamayıp
fırlamış… Be adam: Musa değil , İbrahim’di, Kızı değil oğluydu, Deniz kenarı
değil dağın başıydı, Azrail değil Cebrail’di, Keçi değil, koç du. Ben bunun
neresini düzelteyim deyip yapışmış yakasına…
Bizim hiç düzeltmek istediğimiz şeyler olmuyor mu? Bizim
konuyu anlatandan daha iyi bildiğimiz halde sessizce dinleyişimiz efendilik
yerine acizlik olarak mı değerlendiriliyor acaba? Yoksaaa anlatan karşısından
tepki görmeyince inandırdığını mı sanıyor? Bence hepsi yanlış. Doğruyu
bulabilmek doğru söyleyenlerin çok olduğu yerde mümkün. Doğruyu arayan varsa,
etrafındaki dostlarına göz atıp söylediklerinin eleştirilme ölçüsüne bakmalı,
Eğer hiç eleştiri yok ve hep alkışlanıyorsa dönüp kendisine bakmalı ve benim
neden dostlarım yanımda, yakınımda değil diye düşünmeli… Sanırım hiç
kimse “benim her söylediğim mükemmel, ben neyim yahu” diye düşünmüyordur.
Sizi sevgiyle tartan ve bilgiyle eleştirebilen dostlarınız olması dileklerimle…
R.sİNAN AKBAŞAK