Tiyatro yaşamın aynasıdır... Ana Sayfa
Forum Anasayfası Forum Anasayfası >7 - DİĞER KÜLTÜR VE SANAT DALLARI >Kitaplar
  Yeni Mesajlar Yeni Mesajlar
  SSS SSS  Forumu Ara   Kayıt Ol Kayıt Ol  Giriş Giriş

Kilitli ForumSUÇ VE CEZA ( KİTAP ÖZETİ )

 Yanıt Yaz Yanıt Yaz
Yazar
Mesaj
  Konu Arama Konu Arama  Konu Seçenekleri Konu Seçenekleri
Misafir Açılır Kutu Gör
Misafir
Misafir
  Alıntı Misafir Alıntı  Yanıt YazCevapla Mesajın Direkt Linki Konu: SUÇ VE CEZA ( KİTAP ÖZETİ )
    Gönderim Zamanı: 28.Mart.2009 Saat 11:43
    
 
 
KİTABIN ÖZETİ :

Romanın kahramanı olan Raskolnikov o yılların bütün acılarını, yaralarını içinde taşıyan bir üniversite öğrencisidir. Aynı zamanda akıllı ve dürüst bir gençtir. Küçücük, tavanı normalden daha alçak olan bir çatı bölmesinde oturmaktadır. Çevresindeki yoksulların yaşamını gözlemlemekte, yalnızca kendisinin değil, diğer insanların da sonunun yoksulluk, hastalık, erken ölüm olduğunu görmektedir. Bu durum onda düşünsel arayışlara yol açmıştır. Fakat bu süre içinde hep yanlızdır; kimseyle görüşmek, konuşmak istemez. İnsanlardan kaçar, sorunları kendi başına çözmek ve sadece kendi gücünü kullanmak ister.

Yatağında yattığı ve sadece düşündüğü dönemlerde üzerinde özellikle yoğunlaştığı bir konu vardır: Tarih boyunca insanlar her türlü eşitsizliğe, haksızlığa boyun eğerken, Napolyon gibi kimi insanlar toplumun gidişini değiştirmişlerdir. Raskolnikov’a göre bunlar olağanüstü insanlardır ve dönemlerinde suçlu olarak görülmüş, lanetlenmiş olmalarına rağmen sonraki kuşaklar onları kahraman, insanlığın kurtarıcısı olarak görmüşlerdir.

İçine kapandığı yalnızlık ortamında oluşturduğu bu bireyci düşünceler sonunda Raskolnikov’u “Ben bir bit miyim, yoksa insan mı?” sorusuna yöneltir. Bu sorunun cevabını almak için sonunda bir cinayet tasarlar; fakat bu cinayeti uygulamaya geçirmek için doğru zaman olmadığını düşünür.

Raskolnikov dört aydır kaldığı odanın kirasını verememişti. Evin sahibi onu mahkemeye vereceğini söylüyordu. Raskolnikov odasından çıkarken her zaman olduğu gibi ses çıkarmadan ve kimseye gözükmeden merdivenlerden inmeye çalışıyordu; çünkü ev sahibi onu her gördüğünde kira aklına geliyor ve uzun söylenmelerle Raskolnikov’u yoruyordu. Raskolnikov evden dışarı çıktı, tefeci kadına gitti. Daha önce rehin bıraktığı yüksüğe 1.5 ruble veren kadın, Raskolnikov’un getirdiği yeni saate baktı ve “1.5 ruble” dedi. Raskolnikov teklifi kabul etti ve parayı aldı. Yaşlı kadın, kitabın anlatımıyla kocakarı, kız kardeşi ile beraber kalıyordu. Evin temizliğine çok önem veren biriydi. Çok zengin olmasına rağmen, kız kardeşi Lizaveta’ya mirasından hiçbir şey bırakmayacaktı. Kız kardeşini çoğu zaman döver, onun her işini takip etmesi gerektiğini düşünürdü.

Raskolnikov 1.5 rubleyi aldı ve dışarı çıktı. Amaçsızca dolaşıyordu. Sonra birden bir meyhanenin önünden geçtiğini fark etti ve içeri girdi. Yan masalardan birinde oturan ve oldukça sarhoş olan bir adam çevresindekilerle konuşmaya, derdini anlatmaya çalışıyor; fakat insanlar onu başından kovuyorlardı. Adam Raskolnikov’la tanışmakta hiç çekinmemişti. Ona ailesi, işi, kendisi hakkında her şeyi anlatmaya başlıyordu. Akıcı bir konuşması vardı ve kültürlü, bilgili bir insan olduğu konuşmasından anlaşılıyordu. Adamın adı Marmeladov’du. Marmeladov eşini çok seviyordu ve ona karşı sonsuz bir saygı duyuyordu. Üç çocuğu vardı. Tüm bunlara rağmen onun da bir zayıf noktası vardı: İçmek… Eski karısından olan çocuğu Sonya babası işten ayrıldıktan sonra, aile çok zor duruma düştüğü için sokaklarda çalışmaya başlamıştı. Bütün bunlara rağmen Marmeladov, kendini toparlamaya, ailesini bu zor durumdan kurtarmaya dair hiçbir çaba harcamıyordu. Sohbet bittiğinde Marmeladov o kadar sarhoştu ki evine gidecek durumda değildi. Raskolnikov ona yardım etti ve onu evine götürdü. Eve girdiklerinde eşi, Katerina İvanovna, ona saldırmaya başladı; çünkü Marmeladov, Sonya’nın kazandığı yirmi rubleyi içki içmek için harcamıştı. Raskolnikov cebindeki elli kapiği de oraya bırakarak uzaklaştı.

Raskolnikov eve geldiğinde kendini çok yorgun hissediyordu; yatağına yattı. Tam o sırada Nastasya ona bir mektup getirdi. Raskolnikov heyecanla mektubu aldı ve Nastasya’nın odadan çıkmasını ekledi. Nastasya odadan çıktığında Raskolnikov mektuba sıkıca sarıldı ve büyük bir heyecanla mektubu okumaya başladı. Mektup annesinden gelmişti. Mektupta Raskolnikov’un kardeşi Dunya’dan bahsediliyordu. Dunya’nın çalıştığı evin sahibinin kocası Dunya’yı seviyordu. Dunya onu reddetse de evin sahibinin kocası, Svidrigaylov, vazgeçmiyordu. Sonunda Svidrigaylov karısı tarafından yakalanmıştı; fakat bütün suç Dunya’nın üzerine yıkılmıştı. Kasabadaki herkes bu olayı duymuştu. Daha sonra olayın doğruluğu ve Dunya’nın suçsuzluğu kanıtlanmıştı. Bir gün Dunya’yla annesinin evine bir adam gelmişti. Adam, Lujin, Dunya’yla evlenmek istiyordu. Dunya bir gün boyunca düşünmüş ve dua etmişti. Sonunda kararı evlenmekten yana olmuştu. Mektubun sonunda annesi Raskolnikov’a yakında yanına geleceğini söylemişti.

Raskolnikov mektubu okumayı bitirdiğinde çok sinirlenmişti. Dunya’nın onun ve annesini fakirlikten kurtarmak için evleneceğini düşünüyordu. Raskolnikov “Bu evlilik olmayacak.” diye düşündü. Dışarı çıktı ve birkaç saat dolaştıktan sonra yorgun düşüp bir yerde uyuyakaldı. Kötü bir rüya gördükten sonra uyandı; eve gitti.

Saat yediye yaklaşıyordu; saat uygundu. Raskolnikov kafasında dönüp duran sorunun cevabını almak için hazır olduğunu hissetti. Saat uygundu. Evine gelirken, yolda, Lizaveta’nın o gün o saatte evde olmayacağını duymuştu. Ceketinin iç kısmına kocakarıyı öldürürken kullanmayı planladığı baltayı koymak için bir ilik dikti. Şimdilik tek sorun baltayı kapıcının dairesinden kimseye görünmeden nasıl alacağıydı.

Raskolnikov merdivenlerden inmeye başladı, ilk defa bu merdivenlerden inerken sessiz olmaya çalışmıyordu. Aşağı indiğinde kapıcının dairesinin kapısı açıktı. Hiç zorlanmadan baltayı aldı ve evden çıktı. Tefeci kadının yaşadığı apartmana geldiğinde içinde hala korku yoktu. Merdivenleri çıkmaya başladı. Artık yavaş yavaş sarardığını ve titrediğini hissetmeye başlamıştı. Kimseye görünmeden çıkmaya çalışıyordu; ikinci katta boya yapan adamlar vardı. Onlara da görünmeden yukarı çıktı. Tefeci kadının kapısındaki çıngırağı çaldı. Biraz zaman geçtikten sonra kapı aralandı; kocakarı herhangi bir tehlike olmadığından emin olduktan sonra kapıyı açtı. Raskolnikov daha önce sıkıca paketlediği kül tablasını kadına uzattı. Kadın arkasını dönüp paketi açmaya çalışırken bir yandan da söyleniyordu. Raskolnikov tam bu sırada kadının kafasına baltayla vurdu. Kadının ölü bedeni yerde yatıyordu. Raskolnikov o an bir titreme krizine yakalandı. Kendini biraz daha iyi hissettikten sonra kadının odasına girdi. Tahmin ettiği gibi kocakarı rehinleri yatağının altında saklıyordu. Birkaç parça rehini ceplerine doldurduktan sonra içerden bazı seslerin geldiğini duydu. Lizaveta ablasının cesedi önüne eğilmiş ağlıyordu. Raskolnikov’un içeri girdiğini fark ettiğinde korkudan ağlamaya başlamıştı. Raskolnikov baltayla üzerine yürüyordu. Raskolnikov yaklaştıkça bedeni üstünde sürünerek kaçmaya çalışan Lizaveta Raskolnikov’dan onu bağışlamasını istiyordu. Gözleri korkudan kocaman olmuş, kesin bir korkuyla Raskolnikov’a bakıyordu. Raskolnikov planda olmamasına rağmen Lizaveta’yı da öldürdü. Raskolnikov’a göre bir kişinin toplumdaki binlerce kişinin refahı ve mutluluğu için ölmesinin bir zararı yoktu. Üstelik tefeci kadın çok kötü bir insandı. Raskolnikov bunları düşünürken birden kapının çalındığını duydu. Birisi büyük bir hırsla kapıyı çalıyordu. Raskolnikov heyecandan ne yapacağını bilemez hale gelmişti. Kalbi yerinden çıkacak gibi oluyordu. Raskolnikov hızla ama sessizce kapıya yaklaşıp sürgüyü çekti. Adam gitgide sinirleniyordu. Evinden hiç dışarı çıkmayan bir kadının nasıl olup da kendisine işi düştüğü gün dışarı çıktığını anlamıyor ve kızıyordu. Gürültüyü duyan, alt katlardaki dairelerden birnde oturan bir adam, adamın yanına geldi. İki adam beraber çıngırağı çalıyorlardı. Sonradan gelen adam bir şeyler olduğundan şüphelendi ve diğer adama kapıda beklemesini söyledi. Kendisi kapıcıya çağırmaya gitti. Uzun süre geri dönmeyince kapıda bekleyen adam aşağıya, neler olduğunu öğrenmeye indi. Raskolnikov bunun tek şansı olduğunu düşündü ve hızla merdivenlerden inmeye başladı. Tam o sırada bir grup adamın konuşarak yukarı çıktığını duydu. Tam umudunu yitirdiğini, her şeyin bittiğini düşündüğü anda boyacıların boya yaptığı dairenin kapısının açık olduğunu gördü. Hemen içeri girdi ve kapının arkasına saklandı. Merdivenden çıkan adamlar, Raskolnikov’un bulunduğu katı geçtikten sonra Raskolnikov hızla apartmandan dışarı çıktı. Çok korkmuştu ve kendini yorgun hissediyordu. Her zaman gittiği yol yerine diğer yoldan evine gitti. Baltayı temizleyip aldığı yere bıraktı. Titremesi hala geçmemişti. Aldığı mücevherleri ve takıları duvarında bulunan bir oyuğa sakladı; fakat daha sonra bunun çok aptalca bir fikir olduğunu düşünerek rehineleri dışarıda bir yere saklamayı düşündü. Evinden uzaklaştıktan sonra; yürürken büyük, eski, terkedilmiş bir ev fark etti. Evin avlusunda büyük bir taş vardı. Taşı tüm yorgunluğuna rağmen kaldırdı ve rehineleri altına sakladı. Taş tam yerine otursun diye altını biraz daha kazdı. Taşı yerine koyduğunda hiçbir şeyin belli olmadığını anladı ve evine geri döndü.

Raskolnikov uyandığında başında duran üniversite arkadaşı Razumihin ve Doktor Zosimov’u gördü. Ama bu duruma pek sevinmemişti; bu yüzden de onları evinden kovdu ve dışarı gidip bir bara oturdu. Garsondan eski gazeteleri istedi ve geldiklerinde hepsini teker teker okumaya başladı. Kocakarıyla ilgili gazete haberlerin çıktığını duymuştu Razumihin ve Zosimov’dan. Gazeteleri okurken yanına bir polis memuru geldi. Ve Raskolnikov ona deli bir ruh haliyle cinayetten bahsetti; fakat varsayımlar üzerine konuşuyordu. Eğer onların düşündüğü gibi cinayeti kendisi işleseydi neler yapacağını, bunların hepsi zaten yaptığı şeyler de olsa, anlatmaya başladı. Korktuğunu, endişelendiğini hiç hissettirmedi. Karşısındaki polisin tam gözlerinin içine bakıyordu. Bardan çıktığında onu gerçekten korkuttuğu için sevinmişti.

Bir gün Raskolnikov yolda yürürken, at altında ezilen bir sarhoş gördü. Olay yerine gittiğinde bu adamın meyhanede tanıştığı Marmeladov olduğunu gördü. Çevresindekilerin de yardımıyla zaten Marmeladov’un yakında olan evine taşınmasını sağladı. Adamı eve getirdiklerinde Katerina İvanovna telaşlanmıştı. Yine de gerekli tedavileri yapabiliyordu. Marmeladov öleceğini anladığında doktor değil rahip istediğini söyledi. Eve gelen bir rahibin duasını okumasıyla beraber hayatını kaybetti. Raskolnikov babası ölmeden önce odaya giren kızı fark etmişti. Bu kız Sonya’ydı. Tanımıştı çünkü üzerinde sokakta çalışanların giydiği türden bir kıyafet vardı. Kız babası öldükten sonra ona sarılarak ağlamaya başladı. Raskolnikov cenaze masraflarını karşılaması için yirmi ruble bırakarak gitti.

Ertesi gün eve döndüğünde annesi ve kız kardeşi Dunya’nın kendisini beklediklerini gördü. Çocuğunun halini gören anne şaşkınlıktan titriyordu. Razumihin de evdeydi ve annesiyle kız kardeşine Raskolnikov’un hastalığından bahsetmişti. Annesi Raskolnikov’u Lujin’in geleceği görüşmeye çağırırken korkmuştu. Ertesi gün Lujin onları ziyaret ettiğinde, Raskolnikov Lujin konusundaki yargıları konusunda haklı çıkmanın gururu ile gülüyordu. Lujin, Dunya’yı aşağılamış, onların fakir bir aile olduğunu değerlendirerek kendilerinden onun egemenliği altındaymış gibi davranmalarını isteyince evden kovuldu. Hemen ardından Raskolnikov elveda diyerek evden ayrıldı. Evdekiler bu duruma çok şaşırmışlardı. Annesi, oğlunun bu tavrı karşısında ağlamaktan başka çıkar yol bulamıyordu. Kendisini o kadar çaresiz hissediyordu ki… Raskolnikov evi terk ederken, Razumihin’in peşinden geleceğini biliyordu. Bu nedenle biraz ileride onu bekliyordu. Razumihin yanına geldiğinde, onun zaten Dunya’ya âşık olduğunu bildiği için, annesi ve kız kardeşini Razumihin’e emanet etti.

Raskolnikov Marmeladov’un cenazesi için onun evine gittiğinde Sonya da ordaydı. Raskolnikov farkında olmadan da olsa Sonya’ya karşı bir his besliyordu. Sonya’nın ailesi için yaptığı fedakârlıklar Raskolnikov büyülemişti. Birkaç gün boyunca Sonya’yı düşündü ve fırsat buldukça onunla konuşmaya çalışarak geçirdi vaktini.

Polis memuru Porfiri, Raskolnikov’un, Mikolka adında bir genç(boyacılardan biri) cinayeti işlediğini itiraf etmesine rağmen, cinayeti işlediğini biliyor ve onun psikolojik durumunu bildiği için, itiraf etmesi için onu sıkıştırıyor ama tutuklamayacağını söylüyordu. Bu durum Raskolnikov’u çok sinirlendiriyordu.

Raskolnikov cinayeti işlediğini Sonya’ya itiraf etmişti. Sonya, Raskolnikov’a gidip teslim olmasını, yere kapanıp Allah’tan ve insanlardan özür dilemesini istiyordu.

Sonuç olarak Raskolnikov vicdanının verdiği acıya dayanamayarak suçunu polise itiraf etti. Mahkeme Raskolnikov’un iyi hali, parayı kullanmadığı, daha önceki yaşamında verimli bir üniversite öğrenimi yaptığı, fedakâr kişiliği ve kendi kendine teslim olmasından dolayı, çok az bir cezayla sekiz yıl kürek mahkûmiyetine çarptırıldı. Sonya Raskolnikov’u her gün ziyaret ediyordu. Sibirya’da ailesi ile sürekli mektuplaşan Sonya, Razumihin ve Dunya’nın tek haber kaynağıydı. Petersburg’da Dunya ve Razumihin evlenmişlerdi. Raskolnikov, Sonya’nın sevgisiyle hayata bağlandı ve geleceğin planlarını beraber hayal etmeye başladılar.
 
KİTAP HAKKINDA :
 
YAZAR : Fiyodor Mihayloviç Dostoyevski
Yayınevi : Sosyal Yayınlar
Çevirmen : Mazlum BEYHAN
Basım Yeri / Tarihi : İstanbul / 2001 - Ağustos
Sayfa Sayısı : 815

KİTABIN YAYIM MAKSADI Hayattaki Bazı Acı Ve Sıra Dışı Olayları İnsanlara Aktarmak
 
YAZARI HAKKINDA :
 

Fyodor Mikhailoviç Dostoyevski (1821 - 1881)

Fyodor Mikhailoviç Dostoyevski 30 Ekim 1821’de Moskova’da babasının bir doktor olarak görev yaptığı Yoksullar Hastanesi’ne ait bir apartmanda doğdu. 1837’de annesinin ölümünün ardından babasının yanından ayrılarak St. Petersburg’a taşındı ve orada Askeri Mühendislik Okulu’na kabul edildi. Bir sınıf arkadaşı onun için “sürekli kendisini ayrı tutardı, hiçbir zaman arkadaşlarının eğlencelerine katılmazdı, ve genellikle bir köşede elinde bir kitapla otururdu” diye anlatıyordu. Yurtluğunda düzensiz bir yaşama çekilmiş olan ve oğluna düzenli bir gelir sağlamayı reddeden babasının tutumu Dostoyevski’nin bu hastalıklı içe-kapanıklığını daha da ağırlaştırdı. Bir keresinde, Dostoyevski babasına ilgisizliği yüzünden hakaret dolu bir mektup gönderdi; ama baba Dostoyevski yanıt vermeye fırsat bulamadan serfleri tarafından öldürüldü. Ailesi içerisinde söylendiğine göre, daha sona ona bütün yaşamı boyunca acı çektiren sara nöbetlerinin ilkini bu dönemde geçirmişti.

Mühendislik Okulundaki sınavlarının ardından, Dostoyevski üsteğmenliğe getirildi. Ama 1844’de cebinde üzerine “sivil giysi alacak parası” bile olmayan Dostoyevski kendini yazın sanatına adamak için görevinden ayrıldı. 1846’da ilk romanı İnsancıklar’ın çıkışıyla, genç yazarlar arasında en büyük gelecek vaadedeni olarak görüldü. Eleştirmen Belinsky aracılığıyla “birçok önemli kişi” ile tanıştı ve “yazın dünyasında nasıl yaşanacağı konusunda kapsamlı bir ders” aldı. Ne var ki başarısı kısa sürdü. İnsancıklar’ı izleyen birkaç romanı kötü eleştiri aldı ve Dostoyevski, Belinski’nin salonundan uzak durmaya başladı, çünkü orada özellikle daha önceleri ona karşı “dosttan da öte” olmuş olan Turgenyev’in de katıldığı sürekli alaylara konu ediliyordu.

Ama bu sırada başka bir küme ile ilişkisini sürdürdü. Petrashevski’nin öncülüğündeki gençlerden oluşan bu kümedekiler, Fransız toplumcularını incelemek ve Rusya’daki toplumsal ve politik reformları tartışmak için biraraya gelmiş ilericilerdi. 1848’i izleyen tepki dalgasında “Petrashevski çevresi”nin üyeleri tutuklandı ve yalancı idam ile sonuçlanan bir soruşturmadan sonra Dostoyevski, Omsk’ta bir ceza kolonisine gönderildi. Hapisanede, “yeraltına gömülü bir insan” gibi yaşadığını yazdı. “Yakınımda içten bir konuşma yapabileceğim tek bir varlık” yoktu. “Soğuğa, açlığa ve hastalığa dayandım. Ağır işlerden sıkıntı çektim, ve salt iyi bir aileden geldiğim için bana diş bileyen mahkumların nefreti sürekli üzerimdeydi.” Bu acılı durum sarasını daha da ağırlaştırdı ama “kendi içime kaçış ... meyvalarını verdi.” 1854’de cezasını tamamlamak için bir asker olarak Semipalitinsk’e gönderildi. Beş yıl sonra, arkadaşlarının yardımı aracılığıyla cezası kaldırıldı.

St. Petersburg’a dönüşü üzerine Dostoyevski, Ölüler Evi ve Ezilenler’i yayınladı. Aynı dönemde ağabeyi Mikhail ile birlikte Zamanlar adında başarılı bir dergi kurdu. Ne var ki 1863’te bir yanlış anlama sonucunda hükümet tarafından kapatıldı. Dostoyevskilere yayınlarının adını değiştirerek Çığır adı altında yeniden çıkarma izni verildi, ama yeni yayın kamunun dikkatini çekmeyi başaramadı. 1846’da Mikhail öldü ve yaklaşık bir yıllık bir çabadan sonra Dostoyevski dergiyi yayımlamaya son verdi. Kendini borçların altında ve ağabeyinin ailesini geçindirme sorumluluğu karşısında buldu. Çığır’ın başarısızlığı Dostoyevski’nin daha sonraki tüm çalışmasında izini bırakan bir kişisel bunalımla çakıştı. Sibirya’dayken akıllı ama ahlaksız bir okul öğretmeninin dul karısı olan Maria Dimitrievna Isaev ile evlenmişti. Evlilik ikisine de mutluluk getirmedi ve St. Petersburg’a döndükten kısa bir süre sonra Dostoyevski, Polino Suslova adında kösnül ve saldırgan bir kadınla yakın ilişkiye girdi. Polino Suslova onun çalışmasını ciddi bir şekilde etkilemiş ve kumara karşı sinirceli tutkusunu kışkırtmış gibi görünür. Polina ile birlikte Rusya’dan ayrı olduğu bir sırada Dostoyevski’nin karısı hastalandı ve ağabeyinin ölümünü üç ay önceleyen ölümü onu Yeraltından Notlar (1864) olarak bilinen itirafı yazmaya götürdü.

İzleyen yıllarda Dostoyevski sürekli sara, yoksulluk ve kumarbazlığına eşlik eden bir endişenin sıkıntısını çekti. Parasal yükümlülükleri yüzünden yayıncılarla yıkıcı sözleşmeler imzaladı ve onlar tarafından Suç ve Ceza (1866) ve Kumarbaz (1867) gibi yapıtları olağanüstü bir hızla yazmaya zorlandı. Bunlardan ikincisi üzerinde çalışırken Anna Grigorievna Snitkin adında bir sekreter tuttu ve aynı yıl onunla evlendi. Romancı olarak başarısı alacaklılarının bir bölümünü susturmasını sağladı, ama bu “diğerlerini o kadar kızdırdı ki” suçlamalardan kurtulmak için St. Petersburg’tan ayrılmak zorunda kaldı. “Her zaman yabancı bir ülkede bir yabancı” olacağı yakınmasına ve “yazma yeteneğini bütünüyle yitireceği” korkusuna karşın, yurtdışında yaşadığı dört yıl yaşamının en üretken yılları oldu. Cenova ve Vevey’de Budala’yı (1868-69); Dresden’de Ebedi Koca (1870) ve Ecinniler’i (1871) yazdı.

Sürgündeyken Dostoyevski “gazete gibi bir şey” çıkarmayı ve bu yolla kanıları konusunda “bir kez olsun son sözü söyleyebilmeyi” tasarlıyordu. Tasarısını 1876’da Bir Yazarın Günlüğü’nün basımıyla uygulamaya koyuldu. Bunda Zamanlar’da başlatmış olduğu ulusal ve demokratik Hıristiyanlık öğretisini genişletti. Bu etkinliğinin sonucunda bir gazeteci olarak sözü geçer biri oldu ve son yıllarını göreli olarak daha iyi bir ortamda geçirdi. 1877’de Büyük bir Günahkarın Yaşamı adında çok büyük bir diziyi oluşturmak için yayıma ara verdi. Bu “bütün yaşamım boyunca bana bilinçli ya da bilinçsiz olarak işkence etmiş olan” Tanrı’nın varlığı sorunuyla ilgili bir çalışmaydı. Bitirdiği çalışmanın biricik bölümü olan Karamazov Kardeşler 1880’de basıldı.

O yıl Rus Yazını Dostları Toplumu’nun Moskova’daki Puşkin anıtının açılışında konuşma yapması için onu çağırısıyla çağdaş ünü doruğa ulaştı. Konuşmayı bitirdiği anda, “batılı” düşünceleri uzun süre kişisel çatışma kaynağı olmuş olan Turgenyev bile “beni öpücüklere boğmak için yanıma geldi... Ve yineleyerek büyük işler yaptığımı bildirdi” diyordu.

Dostoyevski sonraki yıl 28 Ocak’ta öldü. Cenazesi toplumsal bir gösteri için fırsat oldu.

 
ESER HAKKINDA:
Suç ve Ceza Dostoyevski nin en güzel eserlerinden biridir. Romandaki ana düşünce, başkalarına yapılan suçun cezası mutlaka çekilir esasına dayanmaktadır. Rusya nın büyük şehirlerinden birindeki yoksul halkın hayatı dile getirilmektedir. Bu romanını paraya duyduğu ihtiyaç nedeniyle yazdı. Eseri yazmaya başladığı zaman karısı ağır hastaydı.Karısının başucunda beklerken bu şaheserini yarattı. İlk kez, 1886 yılında yayımlandı. Romanın kahramanı Rodion Raskolnikov un Rus Faust u olduğunu söyleyenler var .Ortak yönleri ikisinin de yoksul öğrenci ; gururlu ve ihtiraslı olmalarıdır. Her ikisi de üstün zekalarından ötürü duydukları gururla suç işlerler.Kendilerine bağlı bir kadının aşkı ile doğru yolu bulurlar.
 
KISACA ÖZET :
Ruhsal sorunları olan, üniversite öğrencisi Raskolnikof kendini çok akıllı bulur. Sosyetede bir yer etmek İçin de ne olursa olsun para bulmalıdır. Sonunda tefeci bir kadını öldürerek parasını alır. Fakat, böyle bir yöntemle para elde ettiğinden vicdan azabı çekmeye başlar. Kendinden nefret eder, toplumdan bütünüyle uzaklaşır. İşlediği suçun topluma zararı olmadığını, tersine toplumun bir tefeciden kurtulduğunu düşünse de, bu pişmanlık duyguları hafifletmez. Arkadaşlık ettiği polislerden olayın kapanmak üzere olduğunu öğrenince rahatlayacağına, büsbütün vicdan azabına tutulur ve suçunu itiraf eder. Belki de göreceği ceza acılarını hafifletecek, onu rahatlatacaktır.
 
 DÜŞÜNELİM Mİ BİRAZ ? :
Raskalnikov fakir ve iyi niyetli bir üniversite öğrencisidir. Ne yazık ki maddi imkansızlıklar sonucu eğitimi bırakmak zorunda kalmış, kirasını bile doğru dürüst ödeyemediği pis ve köhne bir odada yaşamaya mecbur olmuştur. Maddi olarak çok sıkıştığı anlarda, para edebilecek eşyalarını rehin bıraktığı faizci bir yaşlı kadın vardır. Kadın kötüdür, kadın faizcidir, kadın, insanların zor durumda kalmalarından yararlanan bir kan emicidir.(!) Tabii bu fikirler Raskalnikov’u suça iten bahanelerdir... Bahaneler... Hani şu, her kötülük yapanın vicdanına uydurduğu kılıfın adı.

Raskalnikov kadını öldürecek, paralarını alacak, öğrenimini tamamlayıp topluma faydalı bir insan olacaktır. Günlerce kafasında ölçer biçer. “Evet mantıklıdır”; Muhakkak ki topluma faydalı bir Raskalnikov, faizci bir kadından çok daha iyidir.

Romanı asıl roman yapan ve doruğa taşıyan Raskalnikov’un yaptığı vicdan muhasebesidir. Ve okur, kitabı okurken sık sık kendine sorar:

- Raskalnikov mantıklı düşündü, peki doğrumu yaptığı?

- Mantıken doğruyu bulmak, ona öldürme hakkını verir mi?

- Bir hayatı kurtarabilmek için işe yaramaz bir hayat feda edilebilir mi?

- Raskalnikov aslında Dostoyevskinin kendisi midir?

- Öldürmekte haksız, peki yinede gidip itiraf etmeli miydi, yoksa vicdanının sesini bastırmalı mıydı?

- Raskalnikov’un, (hiç gerek yokken) o gün yolunu samanpazarına çevirip, oradaki konuşmalardan, ertesi gün tefeci kadının evde yalnız olacağını duyması tesadüf mü? Kader mi? İşaret mi?

- Asıl suçlu kim? Raskalnikov mu? Toplum mu? Tefeci kadın mı?

-

Bunun gibi onlarca soru yöneltir okur kendisine.

Kitap boyunca Raskalnikov’un kafasındasınız ve hadiseleri onun gözüyle görüyor, ızdırabı onunla yaşıyorsunuz. Raskalnikov –insan-ın ta kendisidir. Vicdanıyla hesaplaşabilen insanın. (ki vicdan; insana mahsustur)
 
 
KİTABIN KARAKTERİSTİĞİ:

Suç Ve Ceza; birçok insana göre dünya klasiklerinin ilk onuna giren bir kitap. Türkiye’de de bir çok farklı kitapevi tarafından baskıları yapılmış. Okura önemli notum; dünya klasiklerinden okumak arzusunda iseniz, orjinalinden tam olarak çevrilmiş olanı tercih edin. Ve mümkünse anadilinden çevrilmiş olanı. Karşınıza muhtemelen kalın iki cilt çıkacaktır. Bu sizi korkutmasın. Benim okuduğum “Suç Ve Ceza” kolay bulunabilen hayli kısaltılmış bir kitaptı.
 
 


Düzenleyen bekir - 28.Mart.2009 Saat 11:48
Yukarı Dön
 Yanıt Yaz Yanıt Yaz

Forum Atla Forum İzinleri Açılır Kutu Gör

Bulletin Board Software by Web Wiz Forums® version 9.50 [Free Express Edition]
Copyright ©2001-2008 Web Wiz

Bu Sayfa 0,113 Saniyede Yüklendi.