Işık ve gölge üstadı: Rembrandt

   Işık ve gölge üstadı: Rembrandt
Barok resim sanatının önde gelen temsilcilerinden Rembrandt Harmenszoon van Rijn, 15 Temmuz 1606’da Hollanda’da doğmuş. Doğum yılının kimi kaynaklarda 1607 geçmesi gibi, ailesinin kaç çocuğundan biri olduğu da kesin değil; 7, 9 ya da 10 olarak belirtildiği yerler var. Değirmenci bir babanın oğlu olan Rembrandt, eğitimi boyunca hep resme yatkınlık göstermiş. Önce yaşadığı şehrin en önemli resim sanatçısı olan Jacob van Swanenburg’ün, sonra Amsterdam’da ünlü ressam Pieter Lastman’ın yanında çırak olarak yetişmiş. 1625’te eğitimini tamamlamış, bir süre sonra da kendi stüdyosunu açmış ve 1627’de öğrenci kabul etmeye bile başlamış.
1629 yılında eşsiz yeteneği sanat tacirleri tarafından da keşfedilen sanatçının ismi giderek duyulmaya, eserleri satılmaya başlamış. Amsterdam’dan çokça sipariş aldığını görünce kesin olarak oraya yerleşmiş ve yanına taşınmış olduğu sanat tacirinin yeğeni Saskia van Uylenburg ile 1634’te evlenmiş. Birkaç yıl sonra, ileride Rembrandt House Museum olacak evlerine taşınmışlar.
Bu dönemde eşi ile birlikte ciddi üzüntüler yaşamışlar; zira doğumlarından kısa süre sonra oğullarını ve kızlarını kaybetmişler. Sadece üçüncü çocukları bu kaderden kurtulabilmişken 1642 yılında Rembrandt, eşi Saskia’yı kaybetmiş. Rembrandt’ın, kederle geçen yıllar sonrasında 1654’te bayan yardımcısı ile olan ilişkisinden bir çocuğu daha olmuş.
Onca ünü ve başarısına rağmen maddi sıkıntıdan ve hüzünlü olaylardan genellikle kurtulamayan sanatçı, 1656 yılında resimlerinin pek çoğunu elden çıkarmak durumunda kalmış. Evini, hatta baskı makinesini bile satmış. 4 Ekim 1669’da nedeni kesin olarak bilinmeyen bir şekilde ölmüş.
Yağlıboya tabloları ile olduğu kadar desenleri, baskı ve gravürleri de son derece özel olan Rembrandt, şüphesiz ki Avrupa sanat tarihinin en önemli ressamlarından biri. 17. yüzyılın en önde gelen Hollandalı ressamı olduğu ise ortadadır. “Işığın ve gölgelerin ressamı” olarak anılan sanatçı, eserlerini Hollanda prensinin bile satın aldığı bir sanatçı olmasına rağmen, dediğimiz gibi sağlığında maddi açıdan çok rahat edememiştir.
Hollanda tarihindeki çeşitli olayları işlediği tablolar, değişik portre çalışmaları, baskı ve gravürler yapan Rembrandt, sanat hayatının ilk yıllarında eserlerinin altına RHL (doğduğu şehir olan Leiden’in baş harfini ekleyerek) ya da Rembrandt van Rijn olarak imzasını atsa da ilerleyen yıllarda sadece Rembrandt’ı tercih etmiştir.

Özellikle Leiden’de yaşadığı zamana denk gelen ilk dönemlerde yaptığı resimler boyut olarak küçük, ancak detayların inceliği açısından çarpıcıdır. Giysilerdeki kıvrımlar, mücevherler özellikle öne çıkar. Amsterdam’a taşındıktan sonraki döneme denk gelen çalışmaları ise daha çok mitolojik sahneleri işleyen, büyük boyutlu ve ışık-gölge kontrastı yoğun resimlerdir. Yine bu dönemde sıkça portre de çalışmıştır. 1630’ların sonlarında köklerinden sökülen ağaçlar, kapkara bulutlar gibi dramatik ögelerin fazla olduğu manzara resimleri yapar. Sonraki döneminde daha kişisel dramları yansıtan çalışmalara yönelir. En önemli eserlerinden biri olan “The Night Watch” dışında bu döneme denk gelen çalışmaları boyut olarak yine küçülmüştür. 1650’lerde boyut yine büyür, renkler canlanır, fırça darbeleri belirginleşir. Son yıllarında ise kendi ruh halini ortaya koyan oto-portreler yapmıştır.
Hiçbir zaman İtalya’yı ziyaret etme şansı bulamasa da Leiden’den ayrılıp Amsterdam’a taşındığı andan itibaren büyük İtalyan sanatçılardan etkilendiği belli olmuştur. Barok resminin son dönemlerindeki gelişmeleri yakından takip eden sanatçı, resimden iyi anlayan ustaların sözlerine göre Caravaggio’nun resimlerindeki ışık ve gölge oyunlarını, Rubens’in fırça darbelerindeki derinliğini ve Titian’ın çalışmalarındaki özgürlük hissini kendinde birleştirmiştir. Tüm Barok resim ustaları arasında, İtalyanlar’ın bu döneme kattıkları ruhu eserlerine en iyi yansıtan ressam kabul edilmiştir pek çokları tarafından. Fırçasına olan hakimiyeti tartışılmamıştır hiçbir zaman. Dendiğine göre, başkalarının beş fırça darbesinde verebildiği etkiyi Rembrandt tek darbeyle ortaya koyabilirmiş. Renk kullanımındaki yenilikçi yaklaşımı ise kendinden sonra gelen sanatçılara yol gösterici olmuştur.
Rembrandt’ın tek gözünde bir görme bozukluğu olduğu da bilinir. Bu durum, gördüğü şeyleri anlamlı bir derinlik katarak iki boyutlu hale geçirebilmesine yardımcı olmuştur aslında. Kimi sanat hocaları, öğrencilerinden gördüklerini kafalarında yassılaştırabilmeleri için tek gözlerini kapamalarını ister. Gördüğünüz gibi bu büyük ressam, göz rahatsızlığını kendi yararına kullanmayı da becermiştir.
Rembrandt’ın eserlerinin önemli bir kısmına ev sahipliği yapan Rijksmuseum Amsterdam’ı, bir internet galerisini, dönemlerine göre çalışmalarını sıralayan bir diğer galeriyi gezmenizi öneririz.
Ustanın eserleri, Louvre, National Gallery ve Mauritshuis gibi müzelerde sergileniyor.

iştegençeteşekkürler

Yazar	Mesaj Konu Arama Konu Seçenekleri Yanıt Yaz Yeni Konu Oluştur Konuyu Yazdır
terapist Üye Profili Üyenin Mesajlarını Bul Yönetici Kayıt Tarihi: 01.Ocak.2007 Aktif Durum: Aktif Değil Gönderilenler: 1803	Alıntı Cevapla Konu: Işık ve gölge üstadı: Rembrandt Gönderim Zamanı: 14.Ocak.2009 Saat 13:18
	Işık ve gölge üstadı: Rembrandt Barok resim sanatının önde gelen temsilcilerinden Rembrandt Harmenszoon van Rijn, 15 Temmuz 1606’da Hollanda’da doğmuş. Doğum yılının kimi kaynaklarda 1607 geçmesi gibi, ailesinin kaç çocuğundan biri olduğu da kesin değil; 7, 9 ya da 10 olarak belirtildiği yerler var. Değirmenci bir babanın oğlu olan Rembrandt, eğitimi boyunca hep resme yatkınlık göstermiş. Önce yaşadığı şehrin en önemli resim sanatçısı olan Jacob van Swanenburg’ün, sonra Amsterdam’da ünlü ressam Pieter Lastman’ın yanında çırak olarak yetişmiş. 1625’te eğitimini tamamlamış, bir süre sonra da kendi stüdyosunu açmış ve 1627’de öğrenci kabul etmeye bile başlamış. 1629 yılında eşsiz yeteneği sanat tacirleri tarafından da keşfedilen sanatçının ismi giderek duyulmaya, eserleri satılmaya başlamış. Amsterdam’dan çokça sipariş aldığını görünce kesin olarak oraya yerleşmiş ve yanına taşınmış olduğu sanat tacirinin yeğeni Saskia van Uylenburg ile 1634’te evlenmiş. Birkaç yıl sonra, ileride Rembrandt House Museum olacak evlerine taşınmışlar. Bu dönemde eşi ile birlikte ciddi üzüntüler yaşamışlar; zira doğumlarından kısa süre sonra oğullarını ve kızlarını kaybetmişler. Sadece üçüncü çocukları bu kaderden kurtulabilmişken 1642 yılında Rembrandt, eşi Saskia’yı kaybetmiş. Rembrandt’ın, kederle geçen yıllar sonrasında 1654’te bayan yardımcısı ile olan ilişkisinden bir çocuğu daha olmuş. Onca ünü ve başarısına rağmen maddi sıkıntıdan ve hüzünlü olaylardan genellikle kurtulamayan sanatçı, 1656 yılında resimlerinin pek çoğunu elden çıkarmak durumunda kalmış. Evini, hatta baskı makinesini bile satmış. 4 Ekim 1669’da nedeni kesin olarak bilinmeyen bir şekilde ölmüş. Yağlıboya tabloları ile olduğu kadar desenleri, baskı ve gravürleri de son derece özel olan Rembrandt, şüphesiz ki Avrupa sanat tarihinin en önemli ressamlarından biri. 17. yüzyılın en önde gelen Hollandalı ressamı olduğu ise ortadadır. “Işığın ve gölgelerin ressamı” olarak anılan sanatçı, eserlerini Hollanda prensinin bile satın aldığı bir sanatçı olmasına rağmen, dediğimiz gibi sağlığında maddi açıdan çok rahat edememiştir. Hollanda tarihindeki çeşitli olayları işlediği tablolar, değişik portre çalışmaları, baskı ve gravürler yapan Rembrandt, sanat hayatının ilk yıllarında eserlerinin altına RHL (doğduğu şehir olan Leiden’in baş harfini ekleyerek) ya da Rembrandt van Rijn olarak imzasını atsa da ilerleyen yıllarda sadece Rembrandt’ı tercih etmiştir. Özellikle Leiden’de yaşadığı zamana denk gelen ilk dönemlerde yaptığı resimler boyut olarak küçük, ancak detayların inceliği açısından çarpıcıdır. Giysilerdeki kıvrımlar, mücevherler özellikle öne çıkar. Amsterdam’a taşındıktan sonraki döneme denk gelen çalışmaları ise daha çok mitolojik sahneleri işleyen, büyük boyutlu ve ışık-gölge kontrastı yoğun resimlerdir. Yine bu dönemde sıkça portre de çalışmıştır. 1630’ların sonlarında köklerinden sökülen ağaçlar, kapkara bulutlar gibi dramatik ögelerin fazla olduğu manzara resimleri yapar. Sonraki döneminde daha kişisel dramları yansıtan çalışmalara yönelir. En önemli eserlerinden biri olan “The Night Watch” dışında bu döneme denk gelen çalışmaları boyut olarak yine küçülmüştür. 1650’lerde boyut yine büyür, renkler canlanır, fırça darbeleri belirginleşir. Son yıllarında ise kendi ruh halini ortaya koyan oto-portreler yapmıştır. Hiçbir zaman İtalya’yı ziyaret etme şansı bulamasa da Leiden’den ayrılıp Amsterdam’a taşındığı andan itibaren büyük İtalyan sanatçılardan etkilendiği belli olmuştur. Barok resminin son dönemlerindeki gelişmeleri yakından takip eden sanatçı, resimden iyi anlayan ustaların sözlerine göre Caravaggio’nun resimlerindeki ışık ve gölge oyunlarını, Rubens’in fırça darbelerindeki derinliğini ve Titian’ın çalışmalarındaki özgürlük hissini kendinde birleştirmiştir. Tüm Barok resim ustaları arasında, İtalyanlar’ın bu döneme kattıkları ruhu eserlerine en iyi yansıtan ressam kabul edilmiştir pek çokları tarafından. Fırçasına olan hakimiyeti tartışılmamıştır hiçbir zaman. Dendiğine göre, başkalarının beş fırça darbesinde verebildiği etkiyi Rembrandt tek darbeyle ortaya koyabilirmiş. Renk kullanımındaki yenilikçi yaklaşımı ise kendinden sonra gelen sanatçılara yol gösterici olmuştur. Rembrandt’ın tek gözünde bir görme bozukluğu olduğu da bilinir. Bu durum, gördüğü şeyleri anlamlı bir derinlik katarak iki boyutlu hale geçirebilmesine yardımcı olmuştur aslında. Kimi sanat hocaları, öğrencilerinden gördüklerini kafalarında yassılaştırabilmeleri için tek gözlerini kapamalarını ister. Gördüğünüz gibi bu büyük ressam, göz rahatsızlığını kendi yararına kullanmayı da becermiştir. Rembrandt’ın eserlerinin önemli bir kısmına ev sahipliği yapan Rijksmuseum Amsterdam’ı, bir internet galerisini, dönemlerine göre çalışmalarını sıralayan bir diğer galeriyi gezmenizi öneririz. Ustanın eserleri, Louvre, National Gallery ve Mauritshuis gibi müzelerde sergileniyor. iştegençeteşekkürler