Üniversitelinin Kaçamak
Rehberi
Üniversite yılları, diğer okul yıllarına
benzemez arkadaşlar, hem özgürlüğün tadını çıkardığınız, hem de çalışmak zorunda
olmadığınız bir dönemdir. Bir daha asla böyle bir yaşam dilimini
bulamayacaksınız, o yüzden yaşadığınız her dakikanın keyfini çıkarın.
Dersleri asın demiyoruz tabii ki, ama fırsat bulabildiğiniz her an, en
azından hafta sonları bulunduğunuz şehri keşfe çıkın, hava alın, rahatlayın,
ihtiyacınız olan şeyleri ucuza alın, yeni insanlarla tanışın, sonra da şöyle
derin bir nefes almış olarak derslerinizin başına dönün. Bu yazımızda size,
ülkemizin dört bir yanından gelen öğrencilerin buluştuğu metropol kentimiz
İstanbul'dan, hem nefes alınan, hem tarih kokan, hem de ucuza alış veriş yapılan
yerlerinden bahsedeceğiz. Aklınıza gelen diğer enteresan yerleri görüş bildirmek
suretiyle http://www.istegenc.com.tr/content/yasam/article.asp?lngArticleID=1338#reviews - - aşağıya yazarsanız süper bir başvuru panomuz
olur, diğer şehirlerimizde neler olup bittiğini de öğrenmiş oluruz. Şimdi
turumuza başlayalım:
Sultanahmet: İşte
İstanbul'un en görülesi yerlerinden biri; hatta yerli-yabancı pek çok insan için
bir tür manyetik çekim merkezi olduğunu bile söyleyebiliriz. Ulaşmak için bizce
Bab-ı Ali yokuşunu deneyin. Bayağı bir süre önce, henüz İkitelli'de bir basın
gezegeni yokken bütün basın camiası buradaydı. Parke taşlı bir yokuştur burası,
kitapçılar, dönerciler, İran Konsolosluğu, Gazeteciler Cemiyeti derken bambaşka
bir dünyaya çıkıverirsiniz. Merkeze ulaştığınızda hemen bir Ayasofya'yı gezin,
bahçesinde bir çay için. İmparator Justinyen'in eski Roma İmparatorluğu'nu
siyasi düzeyde yeniden bir araya getirmek için inşa ettirdiği Ayasofya Kilisesi,
kısa bir süre sonra bir depremde çöker, daha sonra desteklerle yeniden inşa
edilir. 1453'teki fetihten sonra ise camiye çevrilir. Bölgeye adını veren
Sultanahmet Camii'nin karşısında tarihi Alman Çeşmesi var, burayı da mutlaka
görün. Yüzlerce yıl önce Hipodrom olan ve türlü eğlenceler düzenlenen alanda
geçmişin huzurlu atmosferini bulmanız mümkün. Buradan çıktıktan sonra Topkapı
Sarayı'nı gezin, olağanüstü bir bahçesi var. En çok ilginizi çekecek yer ise
Harem bölümü; eski günlerdeki ihtişamı halen duruyor, öyle ki hala kafeslerin
arkasından gizlice gelenleri izleyen harem kadınlarını hissedebiliyorsunuz. Yine
de Sultanahmet bölgesi içinde bizim favorimiz Yerebatan Sarnıcı. Klasik müzik
eşliğinde girdiğiniz sarnıçta attığınız adımların sesi bile büyüleyecek sizi.
Tavandan damlayan suların seslerine karışan ışık ve gölge oyunları sizi
kendinizden geçirecek. Eh, bir çay molası da burada verilir doğrusu
Divan Yolu:
Topkapı'dan tramvay yolunu takip ederseniz Aksaray'a doğru sağlı sollu bir sürü
tarihi bina göreceksiniz. Eğer karnınız da açsa pideden dönere, kebaptan tatlıya
aklınıza gelen pek çok yiyecek türünü bulmanız mümkün, üstelik gayet ekonomik
fiyatlarla. Neyse, Divan Yolu'nu takip ederken yolunuz Beyazıt'a düşecek, işte
orada bir kitap cenneti var. Sahaflar Çarşısı da denen bu cennette, daracık
dükkanların tozlu raflarında birbirinden ilginç ve keyifli kitaplar
bulacaksınız. Sahaflar Çarşısı'nın o görmüş geçirmiş hoş sohbet esnafları da
cabası. Burdan çıkar çıkmaz soluğu Kapalı Çarşı'da alın, bir süreliğine her şeyi
unutacaksınız ve kendinizi Binbir Gece Masalları'nda gibi hissedeceksiniz.
Oradan da Mısır Çarşısı'na uğrarsanız bu masalsı yolculuğunuzu tamamlamış
olacaksınız. Buradan çıktıktan sonra Eminönü'ne uğramadan eve dönmeyin,
giysilerden CD'lere, mutfak eşyalarından kırtasiye ürünlerine kadar her şey
burada inanılmaz ucuz.
Haliç: Son günlerde
yeniden keşfedilmeye başlanan bu ilginç bölgeyi hazır sakinken ve fırsat varken
gidip görmek lazım. O şirin cumbalı ahşap evleri, çiçekli balkonları, pencereden
pencereye sohbet eden Rum, Ermeni, Türk kadınlarını, patrikhaneleri, kiliseleri
görmek pek hoşunuza gidecek. Bizim önerimiz en ünlü semt olan Cibali'yi
gezdikten sonra şatoya benzeyen Fener Rum Lisesi'nin önünden geçmeniz ve oradan
Balat'a inmeniz. Bu güzergah üzerinde bir sürü tarihi binaya rastlayacaksınız,
ıskalamanız mümkün değil. Balat'ta çok ucuz ve temiz esnaf lokantaları var,
birbirinden güzel yemekler size annenizin yemeklerini hatırlatacak. Ama sakın
yemeğin üzerine çay veya kahve içmeyin, bunun için biraz sabretmeniz gerekiyor,
kahve molamızı harika bir yerde vereceğiz. Lokantadan çıkar çıkmaz rotanızı
Eyüp'e çevirin, Eyüp Sultan Camii'nin içinden geçip Mezarlık Yolu'ndan tepeye
tırmanın. Aman korkmayın canım, düşündüğünüz gibi değil hiç, acayip işlek bir
yol burası ve fena halde kalabalık. Tepeye vardığınızda düz bir alana
çıkacaksınız. Ve işte karşınızda Pierre Loti kahvesi. Adını ünlü Fransız yazar
ve İstanbul aşığı Pierre Loti'den alan, romanlarında sürekli bahsi geçen ve
muazzam bir İstanbul panoraması sunan bu güzel kahvede güneşin batışını izlemek
gibi bir fırsatı kaçırmayın deriz. Hele de yanınızda özel birisi varsa :)
Beyoğlu:
Trekking
yapmak isteyenlerin şehir dışına çıkmalarına hiç gerek yok, İstanbul'un orta
yerinde bunu yapabilirsiniz: Galata - İstiklal güzergahı. "Ehh işte, alt tarafı
İstiklal Caddesi" deyip geçmeyin, burası bir zamanların Cadde-i Kebir'i,
Pera'sı… Cenevizliler'in, Romalılar'ın, Levantenler'in yerleştiği, bütün
dinlerin ve milletlerin birleştiği bir mekan. Operetlerin, kabarelerin,
kafelerin, tiyatroların, sinemaların, festivallerin özetle yaşamın nabzının
attığı yer. Biz yola Galata'dan başlamanızı tavsiye ederiz. Tırmanmak için gayet
uygun ve de güzel bir yokuş var orada. Cenevizliler'den kalan Galata Kulesi'ne
asansörle çıkıp bütün İstanbul'u kuşbakışı şöyle bir seyrettikten sonra
kendinizi Tünel'e çıkan yokuşa vurun. Bu yokuşta sağlı sollu müzik aletleri
satan dükkanlar var, eğer biraz ilginiz varsa, bu güzergah boyunca müzisyen
olmanız an meselesi, zira mağazaların vitrini acayip baştan çıkarıcı görünüyor.
Yokuşun sonuna vardığınızda İstiklal Caddesi’nin Tünel ucuna da varmış
olacaksınız. Elçilikler, kafeler ve türlü pasajlar arasından geçerken yolunuza
Narmanlı Han çıkacak (sol tarafta). Eskiden Rus Elçiliği’nin mahkemesi olan bu
hanın içine girin ve kediler cenneti olan avlusundaki bankta güzelce çayınızı
yudumlayın. Sonra yola devam tabii. Odakule’yi geçince sağ tarafta St Antuan
Kilisesi’ni, yan tarafında da heybetli Mısır Apartmanı’nı göreceksiniz. Burada
eskiden ünlü Trocadero Tiyatrosu varmış, bilginiz olsun. Biraz dinlenip yürümeye
devam edin. Sol tarafınızda Paşabahçe mağazası belirecek, hemen oradaki aralığa
girin, karşınızda İstanbul öğrenci piyasasının en ucuz giysi cenneti olan Terkos Pasajı’nı bulacaksınız. Burada gayet
kaliteli şeylere rastlamak mümkün. Eh, öğle
yemeği zamanı da geldi bu arada. Yola devam edin ve Galatasaray’ı geçtikten
sonra hemen sol tarafınızda kalan Çiçek Pasajı’na dalın. Burası da zamanında
Sultan Mecid’in atıyla opera dinlemeye geldiği Naum Tiyatrosu imiş. Bir yangında
hasar gördükten sonra pasaja dönüştürülmüş ve işgalci askerlerden kaçarak buraya
saklanan çiçekçi kızlara ithafen Çiçek Pasajı adı verilmiş. Gayet ekonomik bir
şekilde midyenizi, kokoreçinizi, balığınızı yedikten sonra dışarı çıkın ve hemen
karşınızda duran Atlas Pasajı’na girin. Burası bir öğrencinin olmazsa
olmazlarından biridir. Kaset, CD, afiş, ilginç tişörtler, ikinci el giysiler,
dergiler, ne ararsanız bulabilirsiniz. Çıktıktan sonra Taksim’e doğru yola devam
edin. Bu güzergahta sokak aralarında keşfedeceğiniz pek çok kafe olduğu gibi
birbirinden zengin kitapçılara da rastlayacaksınız. Bizim tavsiyemiz Hasnun
Galip Sokağı’ndaki Simurg. Eski-yeni pek çok kitabı burada bir arada
bulacaksınız, dükkanın ünlü kedileri de cabası (Aman dokunmayın, pek nazlılar).
Yolun sonu tabii ki Taksim Meydanı. Buraya ulaşana kadar yeniden acıkmış olanlar
sırtını Anıt’a versin, Tramvay durağına doğru yürüsün, durağın karşı tarafında, yani Sıraselviler’le İstiklal’in
kesiştiği köşede yiyebileceğiniz en güzel hamburgeri yapan Kızılkayalar ve
benzerlerini göreceksiniz. Afiyet olsun!
Adalar: Birkaç
saatliğine de olsa medeniyetten uzaklaşıp bir ıssız adada yaşamak isteyenler
için enfes bir önerimiz var: Evet, bildiniz, Adalar. Tamam, ıssız olmayabilir,
ama İstanbul’dan sonra bayağı bir tenha bulacağınız kesin. Bu mini Robinsonculuk
oyununuza Büyükada’yla başlamanızı öneririz. Deniz otobüslerini kullanarak
kestirmeden ulaşabilirsiniz, ama bize sorarsanız Adalar’a 1846’dan beri
kullanılan ve Kadıköy’den, Beşiktaş’tan ve Sirkeci’den binilen eski usul
vapurlarla gitmek çok daha keyifli olur. Büyükada’ya varınca hafif bir ada şoku
yaşayabilirsiniz, çünkü buranın atmosferi gerçekten farklı. Adaya vardığınızda
sizi ada sakinlerinin yanı sıra atlı faytonlar karşılayacak. Gezintinizi yaya
olarak da yapabilirsiniz, ama hemen hatırlatalım, adada ortalama bir tur 10
kilometre kadar sürebilir. Üstelik tepeye tırmanmak da hayli yorucu bir iş.
Diyelim faytona bindiniz ve tepeye ulaştınız, sakın şaşırmayın, bu kez de sizi
eşekler karşılayacak. Çay bahçesinde oturup nefis manzaraya karşı çayınızı
yudumladıktan sonra Aya Yorgi Kilisesi’nin bahçesinde gezebilir, yürüyerek
aşağıya inebilir, iskeleden kalkan motorlarla bir diğer adamıza, Heybeliada’ya
gidebilirsiniz. Bir dönem insanları “Heybeli’de her gece mehtaba çıkaran” bu
şirin adamız gerçekten de mehtabın en güzel izlendiği yerdir ve hatta gerek
manastırları, gerekse eşsiz doğasıyla Hüseyin Rahmi, Ahmet Rasim gibi
edebiyatçılarımızı kendine aşık etmiştir. Şimdi sıra sizde! Adada dört tane tepe
var. Özellikle çıkmanız gereken Heybeli tepesidir, ardından Değirmen Plajını,
Çam Limanı’nı, Terki Dünya’yı ve Papaz Okulu’nu görmenizi tavsiye ediyoruz.
Buradan bir diğer adamıza Burgazada’ya geçebilirsiniz. Kısa bir süre önceki
yangında doğasından çok şey kaybeden adanın yine de görülecek çok şeyi var. Sait
Faik’in evini, Kalpazankaya’yıi İsa Tepesi’ni gezmeden gitmeyin. Son olarak
İstanbul’a en yakın olan Kınalıada’ya geçin, zaten oradan da İstanbul’a
dönersiniz. Burada öncelikle görülmesi gereken yer, Roman Diyojen’in ömrünün
sonuna kadar kapalı kaldığı Yukarı Manastır olmalı. Buradan çıktıktan sonra
Manastır Koyu’nun olağanüstü manzarasında kahvenizi içip bir şeyler atıştırın ve
iskeleye binip medeniyete geri dönün. Günlerce kendinizi bomba gibi
hissedeceğinize eminiz.
iştegençe teşekkürler
|