Çanakkle Cephesi
Nereden Yazdırıldığı: Tiyatro yaşamın aynasıdır...
Kategori: 1 - ATATÜRK
Forum Adı: KURTULUŞ SAVAŞI VECUMHURİYET
Forum Tanımlaması: Milli mücadele.. Cumhuriyet ve Kutlamalar
URL: http://forum.tiyatroterapi.com/forum_posts.asp?TID=1405
Tarih: 20.Nisan.2024 Saat 03:31 Program Versiyonu: Web Wiz Forums 9.50 - http://www.webwizforums.com
Konu: Çanakkle Cephesi
Mesajı Yazan: terapist
Konu: Çanakkle Cephesi
Mesaj Tarihi: 16.Ekim.2009 Saat 10:07
ÇANAKKALE
CEPHESİ
Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı Devleti'ni
Almanya'nın yanına iten İngiltere, Balkan Savaşı'nda perişan olmuş Osmanlı
Devleti ordusunu küçük görüyor ve Çanakkale Boğazı'nın İngiliz donanmasınca
kolayca geçilebileceğini, hatta İngiliz zırhlılarının büyük toplarının
karşısında, Balkan mağlubu Türk askerlerinin kaçacağını sanıyordu. Bahriye
Bakanı W. Churchill, İngiliz donanmasının Marmara'ya girip, İstanbul'u teslim
alacağını ve Osmanlı Devleti'nin işinin biteceğini hesaplıyordu. Hatta
Yunanistan'ı savaşa sokup, Gelibolu Yarımadası'nı Yunan ordusuna işgal ettirip,
İngiliz donanmasını tehlikesizce Marmara Denizi'ne geçirmeyi planlıyordu. Lord
Kitchener de bu işin çok kolay olacağı görüşünde idi. Kaldı ki Osmanlı Devleti
ordusunun elindeki silahlar eski ve eksikti. Henüz Almanya'dan yeterli silah,
özellikle büyük toplar getirilmemişti. Bütün şartlar İngilizlere Çanakkale'yi
kolayca geçebilecekleri umudunu veriyordu. Çanakkale kolayca geçilince hem
Osmanlı Devleti'nin işi bitecek ve "Doğu Sorunu" nu
çözümlenecek, hem de boğazlar üzerinden Rusya'ya gereksinimi olan silah,
cephane, malzeme gönderilecek, Almanya iki ateş arasına alınacak ve savaş kısa
zamanda İtilaf Devletleri'nin galibiyetiyle sonuçlanacaktı. Gerekirse Rusların
da Karadeniz kıyılarına asker çıkarması sağlanarak İstanbul teslim alınacaktı.
Bu bakımdan Çanakkale Savaşı, Birinci Dünya Savaşı'na gelişmeleri ve sonucunu
etkilemesi yönünden çok büyük önem taşıyordu. Irak, Suriye ve Kafkas cepheleri
gibi kısmi bir cephe değil, savaşın sonucunu etkileyecek büyük bir cephe
idi.
İngiltere Savaş Bakanı Lord Kitchener İngiliz
Donanması'nın kara ordusuna gereksinim duymadan Çanakkale'yi geçeceğini
düşünüyordu. Bu nedenle, müttefik İngiliz-Fransız filosu Şubat 1915'te Limni
Adası'nın Mondros (Mudros) Limanı'nda toplandı. 19 Şubat'tan itibaren de
Çanakkale Boğazı ağzına İngiliz-Fransız donanması tarafından yoğun bir
bombardıman başladı. 17 Mart'ta kadar bombardıman sürdü. 18 Mart 1915'te
İngiliz-Fransız filoları iki hat halinde, Boğazı geçmek için saldırıya
başladılar. Bu saldırıya şu gemiler katıldı:
A
Hattı |
B
Hattı |
Queen
Elizabeth |
Suffen |
Agamemnon |
Bouvet |
Lord
Nelson |
Charlemagne |
Inflexible |
Gaulois |
Triumph |
Cornwallis |
Prince
George |
Canopus |
|
Vengeance |
|
Irresistible |
|
Albion |
|
Oceon |
|
Swiftsure |
|
Majestic |
Bir gece önce, Türk mayın gemisi "Nusret" in Boğaz'a mayın döktüğünden habersiz olan bu
muhteşem donanma, yoğun bir top ateşiyle Boğaz'a girdi. Yeterince büyük topları
bulunmayan Osmanlı Devleti 6 saat 45 dakika süreyle, düşmanın bu üstün kuvvetine
karşı amansız bir direnme gösterdi. Müttefik donanması akşama doğru, Boğaz'ı
geçemiyeceklerini acı bir şekilde anlamış oldu. Fransız Bove bir mayına
çarparak, bütün personeli ile sulara gömüldü ve iki İngiliz zırhlısı da aynı
şekilde battı. Diğer zırhlılar ise ağır veya hafif yaralar aldılar.
Donanmalarının yarısının işe yaramaz duruma geldiğini gören müttefikler, akşam
üstü savaş alanını terk ettiler. Yedi gemi kaybeden İtilaf Devletleri Çanakkale
Boğazı'nı geçemiyeceklerini anladılar ve Gelibolu Yarımadası'nı işgal etmeye
karar verdiler. Mısır'dan getirdikleri Tümenlerini Limni ve İmroz Adası'na
yığdılar. Nisan 1915 başında 40.000 Fransız, 50.000 İngiliz askeri toplandı. 25
Nisan'da Boğaz'ın Anadolu yakasındaki köşesine çıkarma denemesi yapan İtilaf
askerleri başarısızlığa uğradı. Fakat asıl çıkarmayı Seddülbahir kıyılarına
yaptılar. 28 Nisan'daki 1.Kitre Savaşı'nda ağır kayıplar verdiler. 1 Mayıs'tan
itibaren İngilizler, asker çıkarmaya devam ettiler ve 6 Mayıs'ta başlayan büyük
saldırıya (11. Kitre) 50.000 kişilik İngiliz-Fransız askeri katıldı. Türk askeri
bu büyük kuvveti durdurdu ve bu saldırı da İtilaf kuvvetleri için düş kırıklığı
ile sonuçlandı. Bunun üzerine İtilaf Devletleri Gelibolu Yarımadası'na sürekli
asker çıkarttı. Tarihin en kanlı savaşlarından birisi, bu küçük yarımada
üzerinde amansız bir şekilde sürdü. İtilaf kuvvetleri özellikle Anafartalar
Savaşları'nda Yarbay Mustafa Kemal'i karşılarında buldular.
1908'den sonra İttihat Terakki liderleriyle
anlaşamadığı için yalnızca askerlik mesleğine kendisini veren Mustafa Kemal, son
olarak atandığı Sofya Askeri Ataşeliği'nden gönüllü olarak cepheye atanmasını
istedi. Tekirdağ'da bulunan 19. Tümen Komutanlığı'na atandı. Yeni kurulan bu
kuvvet bir aylık bir eğitimden sonra savaşa katıldı. İşte İngiliz-Fransız ordusu
bu genç subayın askeri başarıları karşısında çaresiz kaldılar. Cephanesiz
kaldıkları için düşman önünden kaçan askeri, süngü saldırısına kaldırarak düşman
saldırısını engelleyen Mustafa Kemal, 57. Alay'ın da gelmesinden sonra, çok
üstün düşman ordusuna, karşı saldırıya kalktı ve emrindeki birliklere "Size ben saldırıyı emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum... Biz
ölünceye kadar geçecek zaman içinde, yerimizi başka kuvvetler ve başka
komutanlar alabilir..." emrini veren Mustafa Kemal'in, bu emrini yerine
getiren 57. Alay tamamen şehit oldu. Fakat düşman çıkartması da Anafartalar'da
başarısız oldu.
Çok kanlı savaşlar sonunda İngiliz-Fransız
ordusu, Anafartalar-Conkbayırı gibi Türk direnişleri karşısında yenilgiyi
kabullendiler. 19-20 Aralık 1915'te askerlerinin bir bölümünü çeken düşman, 3-9
Ocak 1916'da da diğer kuvvetlerini çekerek yarımadayı boşalttılar. Bu savaşta
Osmanlı Devleti ordusu 55.000 şehit, 100.000 yaralı, 21.500 hastalıktan ölen,
10.000 kayıp olmak üzere yaklaşık 200.000 kayıp verdi. Karşı tarafın kayıpları
daha çoktu. 55.000'i ölü olmak üzere, yaralı ve esirler dahil, yaklaşık 330.000
kayıp verdiler.
Daha başlangıçtan beri Osmanlı Devleti
ordusunun Alman subayların emrine verilmesine karşı çıkmış olan Mustafa Kemal,
hemen her fırsatta bu durumu Savaş Bakanlığı'na yazmıştı.Çanakkale Cephesi'nde
Liman von Sanders'in yaptığı savaş planını beğenmemişti. Enver Paşa'ya yolladığı
yazıda, düşmanın karaya asker çıkarırken, zayıf bulunduğu bir sırada saldırarak
karaya çıkmasının engellenebileceğini, oysa Sanders'in planının düşmanın karaya
çıktıktan sonra durdurulmasına dayandığını, bunun da bizim aleyhimize
sonuçlanacağını belirtti ve orduya Enver Paşa'nın kendisinin komuta etmesini
istedi. Sanders'in planı, İtilaf Devletleri'nin büyük bir kuvvetini Çanakkale'de
uzun bir süre oyalamak temeline göre yapılmıştı. Böylece İtilaf Devletleri 8,5
ay bu cephede savaştıklarına göre, Alman planı başarılı oldu. Türk askerleri
Almanya'nın yükünü hafifletmek için savaştırıldı. Düşmanın yenildiğini ve
çekilmek üzere olduğunu anlayan Mustafa Kemal, çekilme anında düşmana yapılacak
bir saldırı ile büyük kayıplar verdirileceğini bildirdiyse de isteği Savaş
Bakanlığı tarafından uygun bulunmadı. Bunun üzerine istifa etti ise de Liman von
Sanders Paşa'nın isteği üzerine istifasını geri aldı.
İstanbul ve Osmanlı Devleti'ni kurtarmış olan
Mustafa Kemal adı Enver Paşa'nın engellemesiyle İstanbul'da duyurulmadı.
Sarıkamış başarısızlığını sansür ile engelleyen Enver Paşa, Mustafa Kemal adını
da duyurmadı. Mustafa Kemal, bu savaş sırasında Albay'lığa terfi etti ve bir
süre sonra Diyarbakır'a atandı. Generalliğe terfi ettiği de oraya ulaşınca
bildirildi. Çanakkale yenilgisi Lord Kitchener'in siyasi yaşantısını sona
erdirirken, Churchill'inkini de 20 yıl geriye attı.
Çanakkale'de İtilaf Devletleri yenilirken,
Almanya ve Avusturya, Bulgaristan'ın yardımıyla Sırbistan'ı ezdiler ve
Almanya'dan İstanbul'a demiryolu bağlantısı kuruldu. Almanya'dan sağlanan ağır
silahlar nedeniyle artık Çanakkale'yi geçmek olanaksızdı. Çanakkale
başarısızlığı İtilaf Devletleri'ne çok pahalıya mal oldu. Bu harekatın
başarılması ile savaşı kısa sürede kazanacaklarını uman İtilaf Devletleri
yanıldılar. Balkan Savaşı'nda yenilen Osmanlı Devleti ordusu genç subayları
yönetiminde yeni bir dinamizm kazanmıştı. Dünyanın yenilmez sanılan donanma ve
ordularının yenilebileceğini gösterdi. Çanakkale Savaşı'nı Osmanlı Devleti'nin
kazanması nedeniyle Rusya'ya gereken yardım gönderilemedi ve Osmanlı Devleti
savaş dışı bırakılamadı. Bu nedenle savaş iki yıl daha uzadı. Kut-ül Amara ve
Seddülbahir yenilgileri, İngilizlerin prestijini çok sarstı ve özellikle
sömürgelerindeki İngiliz itibarına darbe indi. Savaşa katılmakta duraksayan
Bulgaristan'ın, Almanya yanında savaşa katılmasına neden oldu. Savaşın iki yıl
uzaması, Rusya'da sefalet ve yokluğu arttırarak, Ekim 1917 Bolşevik Devrimi'nin
çıkmasına neden oldu. Fransızların bu iki yıl içerisinde 1.766.000 ve
İngilizlerin 1.607.651 daha insan kaybetmesine neden oldu. Böylece İngiliz ve
Fransız ekonomileri önemli ölçüde zarar uğradılar ve bu ülkelerde hükümet
bunalımları ortaya çıktı. İngiliz ekonomisinin zarara uğraması en çok A.B.D.'nin
işine yaradı.
* Prof. Dr. Ergün AYBARS, Türkiye Cumhuriyeti
Tarihi, Cilt I, Ege Ün. Basımevi İzmir,1986,ss 73-76
KAYNAK http://www.kurtulussavasi.org/asphtm/canakkalecephesi.php - http://www.kurtulussavasi.org/asphtm/canakkalecephesi.php
|
Cevaplar:
Mesajı Yazan: terapist
Mesaj Tarihi: 16.Ekim.2009 Saat 10:12
Yirminci yüzyılın başlarında Avrupa sınırlarından
taşıyordu. Ekonomik rekabet, sömürgecilik ve milliyetçilik akımları Avrupa’yı
ikiye bölüyordu. Almanya-Fransa ve Rusya-Avusturya arasındaki çekişmeler
gerginliğe dönüşüyordu. 28 Haziran 1914’te Avusturya-Macaristan İmparatorluğu
Veliahdı kisiler/ferdinand.html - Arşidük Ferdinand ’ın bir Sırp
milliyetçisi tarafından öldürülmesi bu gerginliğe son noktayı koydu.
Avusturya’nın 28 Temmuz 1914’te
Sırbistan’a seferberlik ilanının ardından 1. Dünya Savaşı başlamış oluyordu. Bir
yandan Almanya, Avusturya-Macaristan ve İtalya’dan oluşan üçlü İttifak
Devletleri, bir yanda da İngiltere, Fransa ve Rusya’dan oluşan Üçlü İtilaf
Devletleri sonunda Avrupa’yı ikiye bölmüşlerdi.
Savaş ilanlarının ardından İtalya
tarafsızlığını ilan ettiyse de bir yıl sonra İtilaf Devletleri’ne
katıldı.
Osmanlı İmparatorluğu tarihin gördüğü
en geniş sınırlara sahip olmuş, her çeşit milleti ve inanışı içinde barındırmış
ve yaklaşık 600 yıl süren saltanatını 20. Yüzyılın başında kaybediyordu. Dışta
ve içte yaşadığı mücadeleler Osmanlı Devleti’ni çökertiyor, topraklarını ve
gücünü dağıtıyordu. Son olarak Trablusgarp ve Balkan Savaşları ile arka arkaya
yenilgiler alan Osmanlı Devleti, Doğu Trakya dışında Avrupa’daki bütün
topraklarını kaybetmiş, saygınlığını ve gücünü yitirmişti. Artık Osmanlı
Devleti’nin ölümü bekleniyor ve diğer ülkeler tarafından paylaşım planları
hazırlanıyordu.
Rusya boğazları ele geçirip sıcak
denizlere inmeyi hedeflerken, İngiltere Süveyş Kanalı ve Hint yolunun güvenliği
için Filistin’i ele geçirmeyi tasarlıyor, Fransa; Lübnan, Suriye ve Kilikya’nın
kontrolünü düşlüyor; Almanlar doğuya yayılma politikası güdüyor, İtalyanlar ise
Antalya’ya sahip olmayı istiyorlardı.
Birinci Dünya Savaşı’nın patlamasının
ardından Osmanlı Devleti önce İtilaf Devletleri ile birlikte olmaya
niyetlendiyse de, Rusya’nın bu duruma soğuk bakması Osmanlı’yı Almanya’ya doğru
yönlendirdi ve 2 Ağustos 1914’te yapılan gizli bir antlaşma ile Alman-Türk
ittifakı kesinleşti.
Bu tarihten sonra, güvenliği açısından
seferberlik ve silahlı tarafsızlık ilan eden Osmanlı Devleti, 10 Ağustos 1914’te
İngiliz donanmasından kaçan GOEBEN ve BRESLAU adlı Alman savaş gemilerinin
boğazlardan geçmesine izin verir ve boğazları tüm yabancı gemilere
kapatır.
GOEBEN ve BRESLAU’ın boğazlardan
geçmesi itilaf devletlerinin tepkisine yol açar. Bunun üzerine Osmanlı Devleti,
bu iki gemiyi, daha önce İngilizlere sipariş ettikleri ve hatta parasını
ödedikleri halde alamadıkları iki gemi yerine satın aldıklarını açıklar.
Böylece, Yavuz ve Midilli adı verilen bu iki savaş gemisi Osmanlı Donanması’na
katılmış olur.
27 Eylül 1914’te Amiral Souchon
komutasındaki Yavuz, tatbikat amacıyla çıktığı Karadeniz’de Ruslar’a ait
Sivastapol ve Novorosisk limanlarını bombalayınca 1
Kasım 1914’te Ruslar Kafkasya’da sınırı geçerek fiilen savaş başlatmış ve
Osmanlı Devleti de sıcak savaşın içine çekilmiş olur.
Osmanlı Devleti’nin elinde bulunan
boğazlar, konumları nedeniyle özellikle Avrupa için çok büyük bir önem
taşıyorlardı. Tarih boyunca uğurlarında nice savaşlar verilen boğazlar
stratejik, ekonomik ve kültürel açıdan paha biçilmez değerdeydiler. Bugün bile
bakıldığında değerlerini korumaya devam ettikleri açıktır.
İtilaf Devletleri’nin Boğazları açma
nedenlerinin başında, elbette ki boğazların sahip olduğu bu stratejik önem
yatıyordu. Rusya’ya yardım edebilmek hedefiyle yapılanan bu düşünce ; aynı
zamanda Almanya’dan yeterli yardım alamayacağı ve fazla direnemeyeceği düşünülen
Osmanlı’yı tek başına ve planlanmış bir barışa mahkum etmeyi planlıyordu. Ayrıca
boğazları kazanmak demek, İstanbul’u ele geçirip Osmanlı ve tüm Avrupa üzerinde
manevi bir yıkıma sebep olmak demekti. Tarafsız kalan pek çok ülke bu başarıya
kayıtsız kalamayacak ve İtilaf Devletleri’ne katıldıklarını açıklayacaklardı.
Boğazlardan geçilebilirse, kazanılacak
olan başarı tüm Müslüman sömürgeleri sindirecek, güneyde sömürge devletlerini
rahatsız eden hiçbir şey yaşanmayacaktı.
Bu düşünceyle İngiltere 28 Ocak 1915’te
Osmanlı’ya savaş kararı aldı ve bu karara Fransa da katıldı.
|
Mesajı Yazan: terapist
Mesaj Tarihi: 16.Ekim.2009 Saat 10:14
Deniz Harekatı
“ Denizlere hakim olan dünyaya hakim olur.” düşüncesiyle
hareket eden İngilizler, boğazları ele geçirmek için donanmanın yeterli
olacağına inanıyorlardı. Bahriye Nazırı kisiler/churchill.html - Churchill ’in planları Akdeniz filosu komutanı
Amiral Carden tarafından da desteklenince, Lord Fisher’ın şüpheli gördüğü bu
harekatın donanma ile yapılmasına karar verildi. Tarihinde hiçbir yenilgi
almamış olan İngiliz donanmasının silah, teknoloji ve başarı açısından kendine
güveni tamdı. Dünyanın yenilmez donanması, Fransa’nın da desteği ile dünyanın en
büyük armadasını oluşturuyordu. Bu donanmaya karşı gelebilecek hiçbir güç
düşünülemezdi. Hele ki yıpranmış, teknoloji açısından zayıf ve parçalanmak üzere
olan Osmanlı, bu armada ile asla baş edemezdi.
İtilaf Devletleri’nin deniz harekatı 19
Şubat 1915’te başladı. 13 Mart 1915’e kadar düşman gemileri tabyaları top
ateşine tuttu, mayın tarama gemileri olabildiğince yol açtı. Boğazları
zorlayarak geçebileceklerine inanan düşman kuvvetlerinin, kararlı ve dirençli
bir karşılık almaları bu işin o kadar da kolay olmadığını gösteriyordu. Bir ay
boyunca yapılan binlerce mermi atışının ardından çok da büyük bir gelişme elde
edilememişti.
18 Mart’a kadar geçen bu dönemde
boğazın girişinde bulunan Rumeli yakasındaki Seddülbahir ve Ertuğrul tabyaları
ile, Anadolu yakasındaki Kumkale ve Orhaniye tabyaları tahrip edilmişti. Boğaza
giriş kapıları aralanmış ama hala ilerde olacaklar belirsizdi.
Ve 18 Mart 1915 sabahı geldiğinde kimse
günün sonunda neyle karşılaşacağını bilmiyordu.
17 Mart 1915’te Amiral Carden’in yerine
Amiral De Robeck’in atanmasıyla 18 Mart da gerçekleşecek plan uygulamaya
konuluyordu.
Plana göre; 18 Mart sabahı 3 deniz
tümeninden oluşan düşman filosu boğazda belirdi. Filonun en güçlü gemilerinden
oluşan 1. Tümen bizzat Amiral de Robeck tarafından kumanda
ediliyordu.
Queen Elizabeth, Agamemnon, Lord Nelson
muharebe gemileri ve Inflexible muharebe kruvazöründe oluşan 1. Tümen, saat
10:30’da boğazdan içeri girdi. Filonun önündeki muhripler savaş alanını
tanıyorlardı. Planlanan noktaya ulaşıldığında Queen Elizabeth’in hedefi Rumeli
Mecidiye Tabyası, Lord Nelson’un hedefi Namazgah Tabyası, İnflexible hedefi ise
Rumeli Hamidiye Tabyası idi. “A Savaş Hattı” olarak adlandırılan bu plan
11.30’da uygulanmaya başlandı ve 11.30’da merkez tabyalarına ateş başladı.
Bu arada düşman gemileri Kumkale’den
gelen tedirgin edici ateş hattına da girmişlerdi. Obüslerden üstlerine ateş
yağıyordu. Yine de mesafe uzak olduğundan Türk bataryaları savaş gemilerine
karşılık veremiyordu. Saat 12.00 sularında Çimenlik, Rumeli Hamidiye ve Anadolu
Hamidiye ateş almıştı. B Hattı diye adlandırılan Amiral Guepratte komutasındaki
3. Tümen Suffren, Bouvet, Goulois, Charlemagne adlı dört Fransız gemisiyle
Triumph ve Prince George adlı iki İngiliz muharebe gemisinden oluşuyordu. Plana
göre bu tümen 1. Tümenin arkasından hareket geçti ve B hattı önündeki yerini
aldı. Yavaş yavaş yaklaşan gemiler bu cesurane ilerleyişlerinde Türk
bataryalarından düşen mermi ateşi altında B hattına vardılar. Şiddetli yapılan
karşılıklı çatışmalarda aradaki bataryalar sustuysa da merkez bataryalar ateşe
devam ediyorlardı. 900 yarda kadar içeri sokulduklarından şiddetli ateş bu
gemilerin üzerine yağıyordu. 3. Tümene ait olan iki İngiliz gemisi Triumph ve
Prince George A hattının kıç omuzluklarında yerlerini almış Rumeli Mesudiye ve
Yıldız Tabyalarını hedeflemişlerdi.
Rumeli merkez bataryaları çok yoğun bir
ateş altındaydı. Mermilerin çoğu tabyalar içine düşmüş, telefon hatlarını
bozmuş, yangınlar çıkarmıştı. Rumeli Mecidiye tabyası topçuların şehit olması
ile devre dışı kalmıştı.
Planın ikinci aşamasında Türk
bataryaları üzerinde yeteri kadar üstünlük sağlanabilirse Albay Hayes Sadler
komutasındaki 2. Tümen devreye girecekti. Ocean, İrresistible, Albion,
Vengeance, Swiftsun ve Majestic’ten oluşan 2. Tümen, 3. Tümenin yerini alacak ve
B Hattından son olarak yakın muharebe yapılarak Tabyalar içinde olmayıp mayın
hatlarını savunan toplar tahrip edilerek bombardımandan hemen sonra mayın tarama
işlemlerine başlanacaktı. Fakat 3. Tümenin yerini alacak 2. Tümen gelmeden önce
beklenmedik bir şey oldu. Saat 14:00’e doğru Suffren büyük bir hızla boğazı terk
etmekte ve Bouvet’de onu izlemekteydi. A hattını geçmek üzereyken Fransız gemisi
Bouvet’de bir iki patlama oldu ve Anadolu Hamidiye tabyasınca ateş altındayken 3
dakikada suların altına gömüldü. Derin bir şaşkınlık yaşanıyordu. Queen Elzabeth
ve Agamemnon dışındaki bütün gemiler ateşi kestiler. Muhripler ve istimbotlar
personeli kurtarmaya gittiklerinde 20 kişi kurtarılabilmiş, 603 kişi sulara
gömülmüştü. Bu arada 12.30 sularında Goulois isabet almış ve ağır yaralarla
boğazı terk ediyordu. 15.30 sularında mayına çarpan Inflexible’ın durumu kötüydü
ama yoğun çabayla Bozcaada’ya ulaştı. 2. Tümen İngiliz gemileri, 3. Tümenin
yerini aldığında bu manzara ile karşılaşmıştı. Saat 14.30’da ateşe başlayarak 10
yardaya kadar yaklaştılar. Namazgah tabyasını bombardıman ediyordu. Saat
15.00’te Rumeli Hamidiye daha sonra da Namazgah aldığı isabetle savaş dışına
kalmıştı.
Anadolu Hamidiye tabyası hasar
görmemişti ve İrrisistible’a ateş ediyordu. Saat 15.14’de İrrisistible’ın
yanında korkunç bir patlama duyuldu. Saat 16.15’te tabyalarda uzaklaşmak
isterken bir mayına çarptı. Bu bölgede bir gece önce Nusret’in döktüğü mayınlar
hiç hesapta yokken can alıyordu. Bölgenin mayınlı olduğunu anlayan Amiral de
Robeck 2. Tümenin geri çekilmesi için emir verdi. 18.05’te geri çekilirken Ocean
da mayına çarpmıştı. Güçlü top ateşine rağmen Ocean’ın personeli muhripler
tarafından boşaltıldı.
18 Mart’ta yaşananlar şaşkınlık
yaratmıştı. Lord Fisher gibi ordusuz bir donanmanın başarıya ulaşamayacağını
söylayenler haklı çıkıyor, de Robeck ve kisiler/churchill.html - Churchill gibi hala donanma ile boğazları
zorlayıp İstanbul’a çıkılabileceği düşüncesi yeni hareket planları doğuruyordu
|
Mesajı Yazan: terapist
Mesaj Tarihi: 16.Ekim.2009 Saat 10:15
KARA HAREKATI
Çanakkale Savaşları’nda Deniz Harekâtı’nın başarısızlığı
umutları Kara Harekâtı’na çevirmişti.Daha 1 Mart’ta Yunanistan, Gelibolu
yarımadasını işgal etmek, mümkün olduğu takdirde İstanbul üzerine yürümek üzere
İngiltere’ye üç tümenlik bir kuvvet önermişti. İngiliz ve Fransızlara kalsa
öneri kabul edilebilirdi. Ancak Rus Çarı, İngiliz Büyükelçisi’ne, hiçbir şart
altında Yunan askerinin İstanbul’a girmesine izin vermeyeceğini bildirerek bu
tasarıyı önledi.
Londra’da ise, harekâtı Donanma yalnız mı yapsın, yoksa Kara
Ordusu ile birlikte mi hareket etsin tartışması yapılmakta idi. Bir Kara
Ordusuna ihtiyaç olduğunu savunanların arasında Lord Fisher geliyordu. Bununla
beraber son karar, Savaş Bakanı (Harbiye Nazırı) Lord Kitchener’indi. O ise,
ısrarla elinde birlik olmadığını söylüyordu, ama seçkin bir birlik olan ve
İngiltere’de bulunan 29’ncu Tümen’e hiçbir görev verilmemişti.
Nihayet
Mart’ta Kitchener Çanakkalecilerin tarafına kayarak 29’ncu Tümenin Ege’ye sevk
edileceğini, Çanakkale’de bulunan Deniz Piyadelerine Gelibolu Yarımadası’nın
temizlenmesinde yardım edeceğini açıkladı. Bu haber Fransa cephesinde buluna
İngiliz Generallerinin öylesine büyük tepkisine yol açtı ki, Mareşal sözünü geri
alarak 18 Şubat’ta bu birliğin yerine o sırada Mısır’da bulunan Avustralya ve
Yeni Zelanda Tümenlerinin gideceğini bildirmek zorunda kaldı.
Askeri durumu tetkik için Çanakkale’ye gönderilen General Sir
William Birdwood, 5 Mart’ta Kitchener’a gönderdiği raporda, Donanmanın tek
başına Bağaz’dan geçemeyeceğine inandığını, kuvvetli bir ordunun karadan
donanmayı desteklemesi gerektiğini bildiriyordu. Bu rapor Kitchener’in bütün
tereddütlerini giderdi. 10 Martda 29’ncu Tümenin Ege’ye gönderileceğini
açıkladı. Ayrıca bir Tümen de kendilerinin göndermeleri için Fransızları ikna
edeceğini ilave ediyordu.
Böylece Mısır’daki Anzac Tümenleri ile birlikte 70 bin kişilik
bir kolordu bu işe ayrılmış oluyordu.
Birdwood’un raporuna rağmen, hala donanmanın tek başına Boğazı
geçebileceğini düşünenler vardı. Bu karışıklık içinde Kara kuvveti hazır olana
kadar Donanmanın harekatını geri bırakmasını, bu suretle Kara ve Deniz
Kuvvetlerinin müşterek harekata başlamasının en iyisi olacağını hiç kimse aklına
getiremiyordu.
O sıralarda Londra’ya hakim olan bu kargaşalık ve belirsizliği,
ne yapacağı belli olmayan Sefer Kuvveti’nin Komutanlığına yapılan atamadan
anlamak mümkündür. Bu komutan, Kitchener’in Güney Afrika savaşlarından eski bir
arkadaşı General Sir Ian Hamilton’du.
Donanma asıl saldırısını yapana kadar, Hamilton’un birlikleri
işe karışmayacaktı. Eğer deneme başarıya ulaşmazsa Hamilton Gelibolu
yarımadasına çıkarma yapacak, başarıya ulaşırsa yarımadaya zayıf bir kuvvet
bırakıp doğrudan doğruya İstanbul üzerine yürüyecekti. Oradan İstanbul Boğazına
çıkarılmış bir Rus Birliği ile birleşmesi umuluyordu.
Türk tarafı ise, 18 Mart’ta kazandığı zaferden dolayı kendisine
olan güvenini tazelemiş, Çanakkale’nin Boğazlar’dan geçilemeyeceğini tüm dünyaya
göstermişti. Bu zaferin ardından, Müttefiklerin kaçınılmaz kara harekâtına karşı
Türk tarafı da son sürat hazırlıklara başlamıştı. Çanakkale ‘de 5. Ordu
oluşturulmuş başına da Mareşal Liman von Sanders getirilmişti. Kıyılara dikenli
tellerle çevriliyor, birlikler önemli yerlere yerleştiriliyor, müttefiklerin her
hareketi gözleniyordu. Müttefik çıkarmasını bekleyen bir başka kişi ise 19.
İhtiyat Tümeni’nin başında bulunan yarbay Mustafa Kemaldi.
|
Mesajı Yazan: terapist
Mesaj Tarihi: 16.Ekim.2009 Saat 10:18
HAVA HAREKATI
İlk motorlu uçağın uçuşundan
yedi yıl gibi kısa bir süre geçtikten sonra, 1910 yılında uçaklardan askeri
amaçlarla yararlanma düşüncesi ortaya çıkmış ve takip eden yıllarda uçak,
yeryüzünde etkin bir taarruz silahı olarak kullanılmaya başlanmıştır.
Dünyadaki bu gelişmeyi yakından izleyen
ve önemini değerlendiren zamanın Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa’nın
direktifiyle, 1911 yılında, Genelkurmay başkanlığı bünyesinde askeri havacılıkla
ilgili bir şube oluşturulmuş ve Türk Askeri havacılığı’nın temeli olan teşkilat
kurulmuştur.
Bu yeni silahın edinilmesine büyük önem
veren Mahmut Şevket Paşa maaşının bir kısmını bağışlayarak uçak alımı için
kampanya başlatmış ve bu kampanyaya başta padişah Sultan Reşat olmak üzere
Donanma Cemiyeti, subaylar ve bazı zenginler iştirak etmiştir. İki uçaklık para,
kısa zamanda toplanmış ve Fransa’dan biri 25 Beygirlik, biri de 50 Beygirlik iki
uçak satın almıştır.
Müteakiben, Yeşilköy Safra düzlüğünde
Kara tayyare Mektebi, Yeşilköy Feneri yakınlarında da deniz tayyare Mektebi
kurulmuş ve havacı personel yetiştirilmek üzere ordu ve donanmadan istekli
subaylar seçilmiştir.
Çanakkale Muharebeleri başladığı zaman
dünya ve Türk askeri havacılığı mütevazı ve geliştirilmeye muhtaç bir durumda
idi.
Çanakkale Muharebeleri havacılık
yönünden, yeni silahın gerçek değerinin anlaşıldığı ve bugünkü modern hava
kuvvetlerinin temelini atan kahramanları kavramaya çalışırken, icra edilen hava
harekatının sadece o günkü müşterek harekata katkısı değil aynı zamanda bugünkü
havacılığımıza olan katkısı da düşünülmekte ve hava kuvvetlerinin temelinin
atılarak, hava stratejisi ve taktiklerinin oluşturulmaya başlandığı bir harekat
noktası olarak değerlendirilmektedir.
Havacılık açısından işte böyle bir
ortam içinde, 2 Ağustos 1914 günü seferberlik ilan edilmiş ve buna paralel
olarak Yeşilköy’de bulunan deniz uçaklarından 2’si İzmir, birisi de Çanakkale
Müstahkem Mevzi Komutanlığı emrine verilmiştir.
25 Ağustos 1914 tarihinde Çanakkale
Nara Meydanı’na konuşlandırılan Nievport tipi deniz uçağı ile, Deniz Yzb. Savmi,
Ütğm. Fazıl ve Ütğm. Cemal’in yaptığı keşif uçuşları sayesinde, bölgedeki
İngiliz ve Fransız gemilerinin faaliyetleri izlenmeye başlanmıştır.
18 Mart 1915 tarihine kadar olan
dönemde yapılan başarılı hava keşif görevleri hem düşmanın elindeki gemi tip ve
miktarını tespit, hem de taarruz hazırlıklarını devamlı takip imkanı
sağlamıştır.
18 Mart 1915 günü, havacılarımız erken
saatlerde yaptıkları keşif raporunu vermişlerdir.
“ Bozcaada önünde, 40 düşman gemisi
sayıldı. Bunlardan; 19’u ağır, 3’ü hafif olmak üzere 22’si kruvazör, diğerleri;
şilep, destek gemisi ve uçak gemisidir. Sayıları tam olarak saptanamayan
denizaltılar görülmüştür. 6 adet zırhlı İngiliz gemisi, muharebe düzeninde
boğaza doğru ilerlemekte ve Fransız gemileri de demir almaktadır.
”
Bir süre sonra, boğaza giren ve
kıyı bataryalarını şiddetle bombardıman eden düşman donanma topçusuna, Ark Royal
uçak gemisinden havalanan İngiliz uçakları da ateş tanziminde geniş çapta yardım
etmiştir.
18 Mart günü öğleden sonra,
havacılarımıza; Limni Adası civarındaki düşman kuvvetlerinin durumunu
keşfetmeleri emredilmiştir.
Bir saat içinde görev bölgesine ulaşan
pilotlar Mondros Koyu’nda 13 harp, 4 nakliye, 29 kömür gemisi olmak üzere toplam
46 geminin bulunduğunu, ayrıca Fransızların Gaulois gemisinin sahil topçumuzun
ateşi ile Çanakkale ağzında yara aldığını rapor etmiştir.
Çanakkale Muharebeleri süresince,
karşılıklı keşif harekatı devam ederken; Türk havacıları, o tarihler için
başarılı sayılabilecek diğer hava görevlerini de icra etmişledir. Bu görevlerden
biri 18 Nisan 1915’de yapılmıştır.
O gün Çanakkale Boğazı bölgesinde
gittikçe kuvvetlenen ve hava üstünlüğü kurmasından endişe edilen düşman hava
gücünü tesirsiz hale getirmek maksadıyla, Bozcaada’da 18 düşman uçağının
konuşlandığı meydana hava taarruzu planlamıştır. Ancak bu meydandaki uçaklar,
keşif görevi için daha önceden kalktığından, havada karşılaşılmış, kısa bir hava
muharebesinden sonra zayiatsız olarak meydana dönülmüştür. Bu görev amacına
ulaşmadıysa da, asli taktik hava görevlerinden olan “mukabil hava harekatı” nın
ilk ve tipik bir uygulaması olması açısından önem taşımaktadır.
Türk uçaklarının meydan taarruzu
planlamasından esinlenen İngilizler aynı gün üçer uçaklık iki kol ile
meydanımıza taarruz etmişler, ancak uçaklarımız daha önceden meydan içinde
dağıtılarak gizlenmiş olduğundan, atılan bombalar hasar meydana getirememiştir.
Bu da, ufki dağılma ve gizleme yapılarak, beka tedbirlerinin alınışına güzel bir
örnek teşkil etmiştir.
14-19 Mayıs 1915 günleri, güney
cephemizdeki karşı taarruzumuzu desteklemek amacıyla; düşman çıkarma gemileri ve
ordugahı bombalanmış Mayıs ayı başından itibaren sabit balon ile boğaz
gözetlemesi ve topçu atış tanzimi ve birliklerimizi taciz eden manika balon
gemisine taarruzlar yapılmış, her hava hücumunda gemi, balonunu toplayıp yer
değiştirmek zorunda bırakılmıştır. Böylece bugün “yakın hava desteği”
olarak bilinen görev tipinin basit bir uygulaması yapılmıştır.
25 Haziran’da; Arıburnu bölgesindeki
düşman karargahı üzerine propaganda amacıyla 300 adet ingilizce yazılı bildiri
atılmıştır. Bu görev, hava gücünün psikolojik harpte kullanılmasına ilişkin
güzel bir örnektir.
30 Kasım 1915’te ise, Üsteğmen Ali
Rıza, Teğmen Orhan’la beraber, Çanakkale girişinde karaya oturmuş bulunan bir
düşman kruvazörüne taarruz etmek için görevlendirilmiştir. Tam bu esnada bir
düşman uçağının yaklaştığı görülmüş ve yapılan hava muharebesinde Üsteğmen
Ali Rıza fransız uçağını makinalı tüfek ateşiyle düşürmeyi başararak Türk
havacılık tarihine ilk düşman uçağını düşüren pilot olarak geçmiştir.
Sonuç olarak;
Çanakkale Muharebeleri’nde, kahraman
kara ve deniz kuvvetlerimiz gibi havacılarımız da, üstün silah ve teknik
olanaklara sahip düşmanları karşısında, kendilerine düşen görevleri cesaret ve
üstün görev bilinici içinde başarıyla icra etmişler ve resmi İngiliz harp tarihi
kitaplarında:
“Harikulade müdafaasında yılmadan
mücadele eden ve sonunda başaran düşmanımıza hayran kaldık”
dedirtmişlerdir.
Çanakkale Muharebeleri’nin ileri
görüşlü askeri önderleri yeni silahın gereksinimi olan strateji ve taktiklerin
oluşturulmasına öncülük etmiştir. Bu kapsamda ulu önder Atatürk şöyle
buyurmuştur:
“ GÖKLERDE BİZİ BEKLEYEN YERİMİZİ
ALMAK ZORUNDAYIZ. YOKSA O YERİ BAŞKALARI İSTİLA EDER VE İŞTE O ZAMAN BU ÜLKE VE
MİLLET ELDEN GİDER. HALBUKİ BİZ TÜRKLER, BÜTÜN TARİHİMİZ BOYUNCA HÜRRİYET VE
İSTİKLALE ÖRNEK OLMUŞ BİR MİLLETİZ.
TAYYARECİLER! ŞUNU UNUTMAYIN Kİ YARININ
EN BÜYÜK TEHLİKELERİ SEMALARDAN GELECEKTİR. BU SEBEPLE SİZLER DAİMA HAZIR
BULUNMAYA VE O ŞEKİLDE YETİŞMEYE GAYRET EDECEKSİNİZ.”
|
Mesajı Yazan: terapist
Mesaj Tarihi: 16.Ekim.2009 Saat 10:21
SONUÇLAR
Çanakkale Cephesi’nin
deniz harekatı (Boğaz’ın zorlanması), kuşkusuz sıradan bir askeri harekat, ya da
muharebe olayı değildir. Boğazlar, konumu ve tarihi önemi itibariyle, İstanbul
Karadeniz kapısı, Çanakkale de Ege Denizi kapısı olarak, geçmişte taşıdıkları
ve çağımızda taşımakta oldukları stratejik önem ve değer açısından daima
birlikte mütalaa edilmiş ve edilmektedir.
Her iki boğaz, klasik ve dar çerçevede sadece
Akdeniz’i Karadeniz’e, Avrupa’yı Asya’ya bağlayan su geçitleri ya da köprüler
değil, Akdeniz’in öteki önemli su geçitlerinden Cebelitarık ve Süveyş kanalı ile
de bütünleşerek, dünyanın büyük denizlerini (Atlas ve Hint okyanusu gibi) ve
büyük kıta kara parçalarını birbirine bağlayan, daha geniş anlamdaki jeopolitik
konumuyla, dünya siyaset ve iktisadiyatı üzerine olan etkilerini bu gün de
korumaktadır. Bu nedenlerledir ki, Türk Boğazları, uluslararası ilişkilere yön
vermede daima odak noktası olmuşlardır.
Gerçekten tarihin eski dönemlerinden beri ön
planda, Avrupa ve Asya ülkeleri arasında başlamış olan ekonomik, ticari ve
siyasi ilişkilerle, askeri hareketler, sürekli olarak Boğazlar bölgesinde
cereyan etmiştir. Başka bir deyişle Boğazlar, dünyanın diğer parçalarında pek
görülmemiş ardı arkası kesilmeyen mücadelelere sahne olmuştur.
Boğazların tarihin akışı içindeki stratejik
durumu ve jeopolitik konumuyla ilgili yukarıdaki kısa açıklamaların ışığı
altında, Çanakkale Muharebelerinin sonuçları üzerindeki değerlendirmeler,
kuşkusuz daha bir önem ve anlam taşıyacaktır. Böylesine bir değerlendirmenin
daha gerçekçi ve sağlıklı olabilmesi ise, büyük devletlerin Türk Boğazları
üzerindeki ulusal emellerine kısaca da olsa, bir göz atılmasını
gerektirir.
Birinci Dünya Harbi öncesinin başlıca büyük
devletlerinden Almanya’nın, “Drang Nach Osten (doğuya doğru) politikası”,
Rusya’nın ılık denizlere ulaşma emelleri; İngiltere’nin, “denizlere egemen olan
dünyaya hakim olur” teorisine dayanarak, özellikle XIX. yüzyıldan bu yana
güttüğü Rusya’nın Akdeniz’e çıkmasını engelleme siyaseti, hep Türk boğazlarında
düğümlenmektedir.
Boğazların bu tartışma götürmez önemi
konusunda Napolyon “İstanbul bir anahtardır. Istanbul’a egemen olan dünyaya
hükmedecektir. Eğer Rusya, Çanakkale Boğazı’nı ele geçirecek olursa, Tulon,
Napoli ve Korfu kapılarına dayanmış olacaktır” [431) demekle, Fransa’nın
Boğazlar üzerindeki duyarlılığını açık seçik ortaya koymuş
olmaktadır.
Rusya’nın görüşüyse, Genelkurmay Başkanı
Kropatki’nin bir raporunda; XX. yüzyılda Rusya’nın en önemli işinin, Istanbul
Boğazı’nı ele geçirmek olduğuna işaretle, Osmanlı Devleti’ni, Boğazı Rusya’ya
bırakmaya hazırlamalı ve Almanya ile anlaşma yapmalıdır” şeklinde ifadesini
bulmaktadır.
Büyük devletlerin Boğazlar üzerindeki kısaca
açıklanan bu emelleri, onları kendi aralarında da gizli birtakım mücadelelere
yöneltmiştir.
Nitekim, Rus Dışişleri Bakanı Sazanof, Çar
tarafından da onaylanan bir raporunda; “Boğazların güçlü bir devletin eline
geçmesi, tüm Güney Rusya’nın ekonomik hayatının, o devletin egemenliği altına
girmesidir” demekte ve bu durumun önlenmesi için, Istanbul’un alınmasını
önermektedir.
Öte yandan Kasım 1911’de Rusya’nın, Osmanlı
Hükümeti’ne Boğazlar üzerindeki istekleriyle ilgili bir notasından haberdar
edilen Ingiltere ve Fransa, Rus isteklerini reddetmişlerdir.
Keza Rusya’nın bu ve buna benzer çeşitli
tarihlerdeki yinelenen daha birçok istek ve baskılarının birbirini izlemesi,
Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’nda Merkez Devletleri safına kaymasında
büyük bir etken olmuştu.
Işte Boğazlar üzerindeki bu gizli çıkar
çatışmalarıdır ki, Ingiliz ve Fransızlar’ı Istanbul’u almaya ve Ruslar’dan önce
Karadeniz Boğazı’na el atmaya yöneltmiş ve Çanakkale Cephesi’nin açılmasında
başlıca etken olmuştur.Ruslara silah ve malzeme yardımı sorunuysa, savaşın
sadece görünüşteki nedenini oluşturmuştur.
Böylece büyük devletlerin Türk Boğazları
üzerindeki tarihi emellerini ortaya koyarken, bu devletlerden Ingiltere’nin bu
cephenin açılmasında birinci derecede aktif rol aldığını da belirtmek doğru
olur.Nitekim Ingiliz Donanma Bakanı Churchill, cephenin açılmasında büyük çaba
göstermiş ve etkili olmuştur.Gerçekten o, bu cephenin açılmasının baş mimari
olmuş, Türklerin askeri gücünü ciddiye almamış, olayı basit ve sadece “sınırlı
bir cezalandırma hareketi” olarak görmüştü. En güçlü ve modern silahlarla
donatılmış zırhlılarının Boğaz’da görünüvermesiyle, Türklerin direnmekten
vazgeçeceğini sanmıştı.
Kuşkusuz bu büyük bir yanılgıydı. Ingilizler,
Çanakkale’deki Türk savunmasını ve askerini sadece matematiksel ölçülere vurup,
onun yüksek manevi gücünü görmezlikten gelerek, büyük bir hesap hatasına
düştüler ve sonunda, önce denizde, sonra da karada hiç de beklemedikleri amansız
cevabı aldılar.Böylece onlar, zaferi Boğaz’da, Türk top ve mayınlarına, karada
Türk süngüsüne bırakarak çekilip gittiler.
Anlaşma Devletleri’nin Çanakkale serüveni bu suretle
noktalandıktan sonra, yukarıdaki açıklamaların ışığı altında, Türkiye ve
uluslararası politika ve diplomasi tarihi açısından ortaya koyduğu önemli
sonuçları da şöylece özetlemek mümkün olur.
-
Çanakkale’de denizde ve karada kazanılmış olan
her iki zafer, Osmanlı’nın Balkan felatiyle içte ve dışta sarsılmış bulunan
devlet prestijini kurtarıp güçlendrmiş, hükümetin iktidarda kalış sürelerini
uzatmıştı.Anlaşma Devletleri’nin savaşın başından beri bekledikleri hükümet
krizi olmamış ve kabine değişikliğine de gidilmemiştir.
-
Türk ulusunun tarihini süsleyen çok sayıdaki
zaferlerine, Çanakkale’de, bütün dünyanın gözü önünde bir yenisini daha
ekleyerek elde ettiği parlak zafer, onun eski güç ve dinamıiznıini koruduğunu,
çöküntü dönemini yaşayan ve can çekişen bir imparatorluk içinde hala kahraman
bir ulusun varlığını, yeniden ortaya koymuştur. Bir başka deyişle Çanakkale’de
ölmesini bilenler, Türk milletinin tarihten silinmeden yaşayacağını
kanıtlamıştır.
-
Çanakkale Zaferi, Batılıların Doğulu müttefiki
Rusya’ya ulaşmasına olanak tanımamış, mahsur kalan koskoca Çarlık Rusyası
içerden çökerek, Bolşevikliğin pençesine düşmüştür.
-
Çanakkale’de Türk savunması aşılabilse ve
Boğaz açılabilmiş olsaydı, savaş kısa sürede biter, Rus ihtilali patlak vermez,
verse bile, İngiltere ve Fransa’nın işe karışmasıyla bu ihtilal daha başlangıçta
boğulabilirdi. Böylece müttefikleriyle birlikte zaferi paylaşmakta gecikmeyecek
olan Ruslar, Çarlarının taksim planı gereği kendilerine daha işin başında söz
verilen Boğazlar ve İstanbul’u işgal etmiş ve Deli Petro’dan beri izledikleri,
“Açık denizlere ulaşma” politikalarını gerçekleştirmiş
olurlardı.
-
Anlaşma Devletleri’nin Çanakkale’deki
başarısızlıkları henüz savaşa katılmamış olan Balkan Devletleri’nin tutumlarını
da farklı yönlerde etkilemiştir.Bulgaristan, Merkez Devletl’eri’nin yanında yer
alırken, Romanya, Yunanistan ve Italya’nın daha bir süre savaş dışında
kalmalarını sağladığı gibi, Arap ayaklanmasını bir yıla yakın bir süre
geciktirmiştir.
-
Çanakkale Muharebeleri, Ingiltere’nin savaşın
başından beri Japonya’dan yapmakta olduğu yardım talebini artırmasını istemesine
rağmen, Japonya’nın bu istekleri çeşitli bahanelerle kabul etmemesine yol
açmıştır.
-
Birleşik Filo’nun ağır yenilgiye uğrayıp
Boğaz’ı geçemeyişi, İngiltere ve Fransa’nın, siyasi ve askeri prestijini bir
hayli sarsmış, özellikle Ingiltere’nin denizlerdeki tarıtışılmaz üsıtünlüğü
imajını ortadan kaldırmıştı. Bu durum, adı geçen devletlerin sömürgelerinde
bağımsızlık ve özgürlük akımlarının doğuşuna ve dolayısıyla dünya siyasi
haritasını değiştiren bazı gelişmelere yol açmıştır.
-
Keza Avusturalya ve Yeni Zelanda gibi Ingiliz
dominyonu deniz aşırı ülke askerlerinin, sırf Ingiliz çıkarları uğruna
Çanakkale’de Türklere karsı muharebeye zorlanıp, yabancı topraklarda hayatlarını
yitirirken, kafalarında yer alan bir takım sorular (niçin ve kimin için
döğüştükleri gibi), cepheden ailelerine gönderdikleri mektupların zamanla
açıklanmasında anlaşılmaktaydı. Bu da, onlarda gitgide ulusal blincin
kıvılcımlarını oluşturmakta gecikmedi.
Nitekim, 9 Eylül 1922’de
Yunanlılar lzmir’de denize döküldükten sonra, muzaffer Türk ordularının Boğazlar
bölgesine yönelip yaklaşmaları üzerine, Churchill’in dominyonlardan yeniden
yardım istediği, Avusturalya başbakanının, “Tek bir askerin hayatına tehlikeye
koymayacağını ve savaşa karar verilirse, dominyondan iş birliği istenmemesi
gerektiğini” belirten anlamlı bir yanıtıyla karşılaşmıştı.
-
Çanakkale Muharebelerinin diğer ilginç bir
yanı da, iki hasım ordunun döğüşken askerleri arasında yakınlaşmanın getirdiği
dostluğun, zamanla artmış olmasıdır. Gerçekten Anzak asker ve komutanları,
Çanakkale’de yiğitçe döğüşen Türklerin hem asker, hem de insancıl yönlerini yakından izleyerek, onların kendilerine tanıtıldığı gibi
barbar bir ulusun çocukları olmadığını görüp anlamak fırsatını bulmuşlardı.İşte
bu durum, ülkeler arasındaki siyasi ilişkileri de olumlu yönde etkilemiş ve
savaş sonrasında, Asvusturalya ve Yeni Zelanda ile anlamlı
dostlukların oluşmasının başlıca nedeni olmuştur.
-
Çanakkale Muharebelerinin bir başka ilginç
tarafı da Orta Doğu’da bu günkü İsrail Devleti’nin kurulmasında etken bir rol
almış olduğudur. Nitekim, Siyonist liderlerinden Vladimir Eugeueniç,
Gelibolu’daki “Gönüllü Yahudi Birliğinin Hikayesi” adlı eserinde, konuyu açıkça
şöyle dile getirmektedir “Gelibolu’ya yolladığımz 600 kadar gönüllü Yahudi
askerlerinin savaşlar sırasında gösterdiği üstün çaba ve başarı, davamızın
dünyaya tanıtılması ve dikkate alınması bakımından çok yararlı olmuştur.”
Gerçekben Birinci Dünya Savaşı henüz sona ermemişken, 2 Kasım 1917’de benimsenen
“Balfour Bildirisi”, bu günkü İsrail’in kurulmsında etken olması açısından
önemli bir dönüm noktası olarak değerlendirilmektedir.
-
Çanakkale Zaferi’nin daha ilginç ve anlamlı
bir sonucu da, doğunun büyük bir imparatorluğunu oluşturan koskoca Çarlık
Rusyası’nın yıkılmasıyla kalmamış, ülkesinde güneş batmayan Batılı büyük devlet
olan Büyük Britanya Imparatorluğu’nda da ilk yarayı açmaya yetmiş olmasıydı.
Böylece emperyalizm tam çökmüş olmasa bile, bir hayli
sarsılmıştır.
|
|