.shape { }
Lüfer kampanyasına bilimsel bir yaklaşım.
Son
zamanlarda yoğun olarak aşırı avcılık olgusu bahane edilerek, özellikle
denizlerimizde 1980 senesinden bu güne yanlış olarak yönetilen stoklar
ve avcılık çıkmazının delilleri karartılmaya ve bu konuda belki de
göreceli en az suçu olan balıkçıya ciddi bir fatura kesilmeye
çalışılmaktadır.
Gerçekte yaşanan bu olayı, ilk önce tanımlar bazında irdelemekte önem olduğu kanısını taşıyorum.
Aşırı avcılık
(over fishing): stokların yenilenmesine (rejenerasyonuna) imkan
vermeyen, stoktan doğal ölüm miktarının üzerinde (kabul edilebilir
miktarın üzerinde) biyokütle çekimini öngören faaliyettir.
Sürdürülebilir avcılık olarak nitelenen; stoktan doğal ölüm miktarınca
çekilecek biyokütlenin, en az bir kez döl verebilecek miktarının stoktan
çekilmesi kuralına uyulmaksızın yapılacak faaliyet http://gazete.tiyatroterapi.com/haber_detay.asp?haberID=129#_edn1 - - - Buna göre bir olgunun aşırı avcılık olarak nitelendirilebilmesi için;
1- Stok miktarı,
2- Avlanan miktarın,
biliniyor olması gerekmektedir.
Bu
noktadan hareketle; yurdumuz geneline serpiştirilmiş sayıları (yanlış
biliyor olabilirim) 23 adet olan su ürünleri fakülteleri’nden kaçının
hangi balık stoğu üzerine ulusal bir izleme projesi yürüttüğünü ciddi
anlamda merak edenlerden biriyim. Ulusal izleme projeleri; sürekli olarak en az 5
sene sürdürülen, ilgili su kütlesini ve/veya gereğinde bağlantılı su
kütlesini tümü ile kapsayan, mevsimsel kesitleri içeren, multidisipliner
çalışmalardır.
Bu
bağlamdan hareketle; herhangi ticari veya ticari önemi olmayan bir
balığımızın (veya su ürünümüzün) stok miktarları bilinmemektedir?
Avlanılan
miktara gelince; Su Ürünleri Tebliği gereğince, ticari anlamda avlanan
balıkçı için, her ne kadar zaman zaman bazı türlerde kota benzeri
uygulamalara gidilse de, herhangi bir avlanma limiti bulunmamaktadır.
Legal olarak bir gır-gır teknesi günde 100.000 çift palamut veya lüfer
veya basına yansıdığı gibi bir gecede 35ton Sardalya tutabilir.
Bu da yürürlükteki mevzuata tamamen uygundur.
Her
ne kadar boy sınırlamaları mevcutsa da, bunu sağlayacak (ağ gözü, kare
ağ vb.) avcılık metotlarına yer verilmediğinden, realitede boy
yasaklarının geçerliliği bulunmamaktadır.
Av
gerecinden hareketle bir düzenleme olmadığından; örneğin basına
yansıyan avlanmış olan 35ton sardalyanın, tebliğ sınırları içersinde %5
sınır altı boyu olduğunu kabul edecek olursak, 1750kg standart
dışı balıktan bahsetmemiz gerekir ki, bu miktar bile normal bir zamanda
bir balıkçı teknesinin avlayacağı miktar veya daha fazlasıdır.
Kaldı ki; avlanmış olan su ürünlerimiz ile ilgili sağlıklı bir istatistik bilgiye bile sahip olduğumuz söylenemez.
Uzatmadan sonuca gitmek gerekirse;
- şu an itibarı ile mevcut stoklarımızdan haberimiz bulunmamakta,
- sürdürülebilir avcılık için, elimizde herhangi bir veri bulunmamakta,
-
aşırı avcılık ve/veya sürdürülebilir avcılık formüllerinde
kullanabileceğimiz herhangi bir değere sahip olmadığımız açık-seçik
ortada bulunmaktadır.
Bu
bilgiyi indirgediğimizde; lüfer balığı özelinde ayağı yere basar bir
kampanya yapıldığında en azından stokların miktarlarının bilinmesi
gereği ortaya çıkmaktadır.
Bu var mıdır?
İkinci önemli unsur ise hedef formun ekolojisi’dir.
Ekoloji
deyimi bilimsel anlamda ilk kere 1870’de alman biyolog Ernst Haeckel
tarafından kullanılmıştır. Ekoloji Yunanca’daki oikos = ev (yuva, konut
vb) ve logos = bilim kelimelerinden üretilmiştir. Bu günkü anlamı ile ekoloji “bir organizma ile çevresi arasındaki ilişkisi” olarak tanımlanmaktadır.
Bu
tanımlamada, organizma, en basitinden (bakteri, virus) en mükemmeline
(insan) kadar her hangi bir canlıdır. Çevre ise, canlının içersinde
yaşadığı ortamın coğrafi, fiziksel, kimyasal, jeolojik ve biyolojik
yapısının oluşturduğu yapıyı belirtir.
Bir
ortamda genellikle bir tek tür canlıdan çok daha fazlası yaşar. Bu
durumda her hangi bir bitki ve hayvan türünün oluşturduğu topluluğa tür
populasyonu denmektedir. Daha ileriye gidecek olursak, doğal bir ortamda
bulunan tür populasyonu genellikle bir tek türden oluşmadığından, ortamdaki tüm populasyonların bir komunite (toplum) oluşturduğunu söyleyebiliriz.
Bu
nedenlerle, ekolojide tür-populasyonlarının ortam şartları ile ilgisini
ortaya koyan bir populasyon ekolojisi, veya tüm populasyonların çevre
ile olan ilişkilerini inceleyen toplum ekolojisi’nden söz etmemek
gerekir.
Marmara Denizi’nde son yıllarda oluşan ekolojik değişimler, gerek populasyon gerekse komunite düzeyinde gerçekleşmektedir.
Buna
bir örnek vermek gerekirse, Marmara Denizi ve boğazlarında bir zamanlar
en önemli balık türlerinden birisini oluşturan uskumrularını
belirtebiliriz.
Karadeniz’de
meydana gelen hidrografik değişimlerin etkisi altında, bu balıkların en
önemli besinini oluşturan bazı plankton organizmalarının kaybolması
ile, uskumruların yok olmaları arasında bir ilişki olduğu varsayılmaktadır.
Marmara
Denizi kirlenir mi?, kirlenmez mi? gibi tartışmaların gündemde olduğu
80'li yıllardan bu günlere kadar kamuoyunun yakından izlediği ve
gözlediği gibi, bu küçücük ancak önemi son derece büyük su kütlesinde
pek çok değişimler meydana gelmektedir.
Kirlenme
boyutlarının, bu su kütlesinin kendi kendisini arıtabilme kapasitesinin
üzerine çıkmaya başladığı 1975 yılından beri, beş duyumuzla
algıladığımız köklü değişimler söz konusu olmaktadır.
Bu köklü değişimleri, nedenlerine değinmeden, iki ana grupta toplamak olasıdır:
1-
Ekonomik değere sahip bazı balık türlerinde de gözlendiği gibi, Marmara
ekosisteminin bileşkeleri olan pek çok canlının hemen hemen tümü ile
yok olması ve bu türlere bağlı hızlı bir üretim azalması söz konusudur.
1975’lere kadar Marmara Denizi su ürünleri endüstrisinde önemli rol
oynayan balık türlerinin sayısı 124 kadarken, halen bu sayı 1-2 ye kadar
düşmüş, 1989 senesinde itibaren Marmara Denizi su ürünleri (balık)
üretiminde yalnızca istavrit %80'in üzerinde bir paya ulaşmıştır.
Marmara'nın tüm Türkiye su ürünleri üretimindeki katkısı da, %22'lerden
%6'lara kadar düşmüştür.
2- Marmara Denizi ekosisteminde asırlar boyunca dengeli bir şekilde bulunan yakamoz (Noctiluca scintillans), Denizanası (Nitzschia, Pleurobrachia, Beroe, Aurelia) gibi planktonik canlılar veya Gracillaria, Cystoseira, Codium gibi algler, İstavrit (Trachurus trachurus), Tekir (Mullus surmuletus) gibi balık türlerinin
1975'lerden bu yana, denizin rengini değiştirecek, balıkçılık
ekonomimizi sarsacak şekilde ve aynı zamanda da, diğer türlerin zararına
olan boyutlarda kütlesel çoğalmaları/azalmaları, bu iki grup etki ve tepkinin karakteristik özellikleridir.
Son
senelerde yapılan araştırmalar, kirlilik bazlı olarak “tür
çeşitliliğinin azalması ve buna bağlı fert adetlerindeki artış” şeklinde
özetlenebilecek ve sonuç olarak Marmara Denizi genelinde çok ciddi bir
plankton yani besleyici organizmalar eksikliğini açıkça ortaya
koymaktadır. Bu da özellikle, bir geçiş koridoru oluşturan Marmara
Denizi ve Boğazlar Sistemi için toplam biyokütle bazında ciddi bir
erozyonun göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Herhangi
seçilmiş bir formun biyokütlesini tek başına arttırmanın imkanı yoktur.
En azından hedeflenen biyokütle için besinin ortamda bulunması
gerekecektir. Besinin yeterli olarak bulunması, aynı zamanda hedeflenen
birim zaman diliminde, hedeflenen boyun tutturulması için de gereklidir.
Bunlar yerine gelse bile, yeni nesil için ciddi bir besin zincirinden
bahsetmemiz gerekecektir.
Bu
bilgiyi de indirgediğimizde; lüfer balığı özelinde ayağı yere basar bir
kampanya yapıldığında, en azından söz konusu formun olası beslenme
değerleri ile ilgili bilginin ve gerçek durumun gereği ortaya
çıkmaktadır.
Bu var mıdır?
Bir
diğer önemli unsur da ortam şartlarıdır. Bunlara kısaca
fiziksel-kimyasal oşinografik şartlar diyebiliriz. Mesela lüferi Van
Gölü’ne atsak yaşamaz. Yani uygun ortam şartlarının olması da,
olmazsa-olmazlardan biridir.
Tuzluluğa
şimdilik pek sözümüz olmaz, sıcaklık da hakeza. Ancak balıklar için
olmazsa-olmazlardan biri de suda çözünmüş oksijen’dir (ÇO).
“İyi
bir balıkçılık ortamının muhafazası için en az 5mg/lt çözünmüş oksijen
gerekmektedir. Çözünmüş oksijen değerinin 1.5-2mg/lt den az olması,
balıkların çoğunun ölümüne sebep olacaktır. Çözünmüş oksijen yalnızca
balıklar için değil, atık suların doğal olarak denizde çürüyüp, zararsız
hale gelmesi bakımından da önemlidir. Ayrıca oksijensiz çürüme,
hidrojen sülfür gazını meydana getirir ve bu gazın çok miktarı koku
yarattığı gibi, balıklara da zehirlidir. Doğal çözünmüş oksijen seviyesi
5mg/l az ise, atık su deşarjının bu seviyeyi %10’dan fazla azaltmasına
müsaade edilmemelidir. Çözünmüş oksijen hiç bir şekilde 2mg/l az olmamalıdır.” http://gazete.tiyatroterapi.com/haber_detay.asp?haberID=129#_edn2 - - - Buna
göre bu günkü duruma baktığımızda; yüzeyde yani atmosfer ile temasın en
yüksek olduğu noktada, tüm Marmara Denizi için “hacimsel ortalama” 4.46
mg/l ÇO bulunmaktadır.
DER. (m) | MIN. | MAX. | FARK | ADET | ORT. | S.DEV. | VAR. | SEM. | ORT. DÜZ. | HACİM ORT. | HACİM S.DEV. |
0.5 | 0.06 | 6.68 | 6.62 | 46 | 4.46 | 1.412 | 1.951 | 0.208 | 4.46 | 4.46 | 1.412 |
Ortalama derinlik olarak 30m’yi aldığımızda ise;
DER. (m) | MIN. | MAX. | FARK | ADET | ORT. | S.DEV. | VAR. | SEM. | ORT. DÜZ. | HACİM ORT. | HACİM S.DEV. |
30.0 | 0.09 | 6.50 | 6.41 | 41 | 2.75 | 1.440 | 2.023 | 0.225 | 2.82 | 3.93 | 1.472 |
“hacimsel
ortalama” tüm Marmara Denizi için 3.93 mg/ ÇO değerine düşmektedir. Bu
da herhangi bir balık populasyonunun bu kesitte sağlıklı olarak yaşamını
sürdüremeyeceği anlamına gelmektedir.
Yine aynı kesitlere geçmiş seneler bazında karşılaştırmalı olarak bakıldığında;
Yukarıdaki
grafikte 1985-2010 seneleri arasında Marmara Denizi genelinde mg/l
cinsinden ÇO değerlerinin zaman içersinde azalma trendi görülmektedir.
Mavi hat olarak belirtilen bölge ise; “İyi bir balıkçılık ortamının muhafazası için” gerekli miktarı ifade etmektedir.
Bu
grafikten yapılacak projeksiyonda ileriki senelerde Marmara Denizi
genelinde ÇO değerlerinin ne durumda olacağını kestirmek zor olmasa
gerektir.
Bu
hacimsel ortalama değerler ile, sorun türe indirgediğinde; lüfer balığı
özelinde ayağı yere basar bir kampanya yapıldığında, en azından söz
konusu formun olası yaşama/yaşamını sürdürebilme değerleri ile ilgili
bilginin ve gerçek durumun gereği ortaya çıkmaktadır.
Bu var mıdır?
Lüferin bir göç balığı olduğu malumumuz. “Lüfer
düşük sıcaklığa tolerans gösteremediği ve yem balığı olsa dahi yem
alamadığı için, Karadeniz'in bulabilirse 12 derece ve üstündeki
sıcaklığa sahip koy körfezlerde yatak yapacak ve de Karadeniz boğazı
yoluyla Marmara denizine kışlamak için göç yapacaktır. Kışın Marmara
denizinde üste Karadeniz'den gelen ve sıcaklığı 8-10 dereceye kadar
düşen bir su kütlesi ve bu su kütlesinin altında Ege denizinden gelen ve
Karadeniz'e akışı olan, yaz kış sıcaklığı değişmeyen (13-14
derecelerde) Akdeniz orijinli su vardır. Düşük sühunete tahammül
gösteremeyen balıklar örneğin istavrit-Palamut-Torik, Lüfer-Kofana gibi
birçok tür Marmara denizinin derinliklerinde bulunan Akdeniz orijinli
suda kışlama göçü veya yatak yaparlar. Kışın Marmara denizini terk
etmeyen Lüfer Palamut gibi balıklar beslenemedikleri veya besin
alamadıkları kış sürecinde zayıf ve yağsızdırlar. ilkbaharda suların
ısınmasıyla hızlı beslenme döngüsünü sekse erişenlerin yumurta dökmesi
takip eder. “ http://gazete.tiyatroterapi.com/haber_detay.asp?haberID=129#_edn3 - - - Yukarıdaki
metinde de belirtildiği gibi davranışları ortam sıcaklığı ve Marmara
Denizi’nin oşinografik durumuna bağlı. Özellikle tüm sene boyunca
kesintisiz olarak 14.2˚C sıcaklığa sahip olan Akdeniz kökenli su
kütlesi, korunması ve ileride lüfer olması öngörülen çinekoplar için bir
yaşam alanı, “kışlama göçü” veya “yatak alanı” olacaktır.
Peki bu bölgenin, bu su kütlesinin önemi-durumu nedir?
Söz konusu su kütlesi gerçekte “derin deniz deşarjı”
adı altında başta İstanbul olmak üzere Marmara Denizi’ni çevreleyen tüm
yerleşimlerin atıklarını arıtmaksızın deşarj ettikleri katmandır.
Hatta, Haliç, Göksu Deresi, Kurbağalı Dere gibi odakların kirletici unsurlarının “kuşaklama kolektörleri” ile toplanıp olduğu gibi deşarj edildiği su kütlesidir. Bu su kütlesine sadece İstanbul kenti günde 2.5 milyon m3 atık suyu basacak ve bizim koruma altındaki çinekoplarımız burada kışı geçirecekler!
Duy da inanma!
Aşağıdaki
grafikte yıllar bazında termoklin altı, lüfer balığının optimum yaşam
alanı olarak düşünülebilecek katmanda ÇO değişimleri verilmiştir. Mavi
ile belirtilen hat ise “İyi bir balıkçılık ortamının muhafazası için” gerekli seviyeyi ifade etmektedir.
Bu
durum ışığında, sorun türe indirgediğinde; lüfer balığı özelinde
ayağı yere basar bir kampanya yapıldığında, en azından söz konusu
formun olası yaşamsal çevresi değerleri ile ilgili bilginin ve gerçek
durumun gereği ortaya çıkmaktadır.
Bu var mıdır?
Yukarıda
da belirttiğim gibi ekolojik açıdan herhangi bir canlıyı tek başına ele
alma imkanı yoktur. Lüfer balığı özelinden baktığımızda; etki
bölgesinde (olmasa da) tüm besin zincirinin mükemmel işlediğini farz
etsek bile, koruma altına alınacak formların beslenmeleri gerekecektir.
Özellikle de “kışlama göçü” veya “yatak”
yaptıkları sürede Boğaziçi ve Marmara Denizi’nde izmarit, istirangilos
gibi balıklara, hem de stoklar artacağından ve ebatları büyüyeceğinden
ciddi miktarlarda ihtiyaç duyacaklardır.
Aynı şekilde değişik zaman ve fazlarda zargana, gümüş, papalina gibi pelajık balıklara da besin olarak ihtiyaç duyacaklardır.
Kabaca beslenmede 1:1 oranını ele aldığımızda, ciddi bir yem stoğunun söz konusu olduğu ortaya çıkacaktır.
Ancak burada da problem, Boğaziçi ve Marmara Denizi’nde söz konusu “yemlik” balıkların çoktan sıfırı tükettikleri konusunda düğümlenmektedir.
Bu konu ile doğrudan ilgili diğer bir unsur da, yemlik kadar önemli “yiyen”
olgusudur. Bir populasyonun sağlığı, o populasyon ile beslenen formlara
direkt olarak bağlıdır. Yani koruma altındaki çinekopumuz için, hem
yenilecek, hem de yiyecek formlar gereklidir.
Yoksa sağlıklı bir üremeden, göçten dolayısı ile populasyondan bahsedilemez.
Zamanında
Boğaziçi’nde lüferin oyalanmasının başlıca sebebi Boğaziçi’nin Marmara
Denizi ağzını kesmiş olan “harami” orkinoslar değil miydi?
Ya da neden göç sırasında en önden küçük balıkların gittiğini hiç düşündünüz mü?
Bu durumda bize orkinos, kılıç gibi balıklar da gerekecektir. Ancak bunların da söz konusu bölgede esamesi okunmamaktadır.
Peki ne olacak?
Bu
durum göz önüne alındığında ve sorun türe indirgediğinde; lüfer balığı
özelinde ayağı yere basar bir kampanya yapıldığında, en azından söz
konusu formun olası besini ve düşmanları ile ilgili bilginin ve gerçek
durumun gereği ortaya çıkmaktadır.
Bu var mıdır?
Sonuç:
Lüfer
balığı özelinden bakıldığında; Marmara Denizi ve Boğazlar sistemi söz
konusu formun yaşam döngüsünde çok ama çok önemli bir yer tutmaktadır.
Bir
anlamda Marmara Denizi ortam şartları, söz konusu formun üreme,
beslenme, dağılım ve etkileri açısından direkt belirleyici rol
üstlenmektedir.
Marmara Denizi sistemden kaldırıldığında, lüfer balığı ve balıkçılığından bahsetmenin imkanı kalmayacaktır.
Bu
sebeple, eğer lüfer balığı özelinden hareketle ciddi anlamda
balıkçılığımıza sahip çıkılmak isteniyorsa, hiç değilse yukarıda
belirttiğim unsurların (sorunların) ciddi ve akılcı olarak cevaplanması
ve gereğinin yerine getirilmesi gereklidir.
Bu da sadece ve öncelikle ortam şartlarının düzeltilmesine bağlıdır.
Stokları
hakkında hiç bir bilgiye sahip olmadığımız, beslenme değerleri ile
ilgili ciddi kuşkuların bulunduğu ve belki de en önemlisi yaşama alanı
bulunmayan bir formu, sadece ama sadece “küçüğünü yakalamayalım, büyüsün
öyle yeriz” mantığı ile korumaya kalkmak, Nasrettin Hoca'nın “göle maya çalması” gibi, ya tutarsa mı? Yoksa “dostlar alış-verişte görsün” misali bir hareket midir?
Ben anlayabilmiş değilim, anlayan beri gelsin....
http://gazete.tiyatroterapi.com/haber_detay.asp?haberID=129#_ednref1 - - - Kieran Kelleher 2005,
Discards in the World's Marine Fisheries An Update, Consultant Fishing
Technology Service FAO Fisheries Department, FAO FISHERIES TECHNICAL
PAPER 470, FOOD AND AGRICULTURE ORGANIZATION OF THE UNITED NATIONS Rome,
ISBN 92-5-105289-1
http://gazete.tiyatroterapi.com/haber_detay.asp?haberID=129#_ednref2 - - - DAMOC REPORTS 1971, Master Plan and Feasibility Report for Water supply and sewerage for the Istanbul Region.Vol.III, Part II. Istanbul.
http://gazete.tiyatroterapi.com/haber_detay.asp?haberID=129#_ednref3 - - - http://www.balikcilar.net/showthread.php?t=16932 - #3 Ömer Faruk KARA alıntı.