Çocuklarımıza şöyle diyebilsek...
Yavrum, evladım… Yaşam gittikçe daha çok çalışmayı gerektiriyor.
Kendine ek özellikler katmalısın. Çünkü sevimsiz bir yarışa gireceksin
ve bu yarışta bazı artıların olmalı… Bu yüzden haftanın altı günü çok
çalışmalısın. Bu elbette zor bir şey… Ancak mesela Cumartesi gününün
öğleden sonrasını tamamen kendine ayır… Ne yapmak istiyorsan yardımcı
olalım, Elimizdeki olanakları değerlendirelim ve seni dinlendirelim.
Böylece sonrasına yeniden dinlenmiş ve güçlü başlayabilirsin. Ayrıca
kendine ait zamanın oluşu ve zamanı beklerken yapığın her şeyi daha iyi
yapabilirsin… Öyle ya… Kendine ait zamanın var… Kendine aaaait.
Konumuz eğitim… Tam da sırası. Herkes bir yerlerde bir şeyler
söylüyor… Televizyonlar uzmanlardan geçilmiyor . Anlatılıyor
anlatılıyor… Dinleyenin asla ilgisini çekmiyor. Yazılıyor yazılıyor…
Okuyan yok. Neden? Çünkü biz biliyoruz… Bilirken başkasından dinlemeye gerek var mı?
Ya da ’Ben bütün bu bilinenlere inanmıyorum… Kendi doğrularımı
uygulayacağım…’ deniliyor. Bu da doğru… Niye olmasın bu herkesin hakkı… O zaman, ben de yazacağım… Uzman görüşü değil, yaşadıklarımdan derleme… Belki öneri… Bunu da mı okumayacaksınız? Okusanız hoş olurdu… Çünkü ben yazmış bulundum bir kere… Oldukça da çok emek verdim… Yine de siz bilirsiniz. Eksiklerle yaşamaya mecbur muyuz…
Hastasınız… Doktor, evet falanca hastalıktan muzdaripsiniz… Size bir
çok ilaç vereceğim ancak tamamen iyi olabilmeniz için dışardan takviye
almalısınız. Ne alacağınız ve nasıl alacağını ise tamamen size bağlı…
Yanlış tedavi… Ölüm… O, insanın fıtratında var.
Arsanız var ve bina yaptıracaksınız. Size düşen her şeyi yaptınız…
Mimar ve mühendis geldi. Dört katlı binayı yaptılar ama hiç bir katta
tuvalet yok, Bu ne? Mutfaklara da su bağlanmamış. Kıyamet
koparıyosunuz ama ne fayda… Mühendis size eksiği kendiniz
tamamlayacaksınız diyor. Neden? diyorsunuz sistem böyle diyor… Usta
arıyorsunuz, iyi bir su tesisat ustası var… Geliyor ama borularınızı
tavandan götürüyor. En doğrusu buymuş. Bir diğeri gelip bütün
tuvaletleri bodruma yapıyor… Böylesi teknik olarak daha iyiyimiş.
Pardon, hangi teknik? Bizim tekniğimiz diyor. Çünkü en iyisi biziz… En üst katta oturan babam? O sizin meseleniz Alt kattaki çocuklu aile? O da tercihini istediği gibi kullanabilir. Örneğin kendine ait bir tuvalet yapabilir. Siz niye yapmıyorsunuz? Bu sizin işiniz değil mi? Doğru ama sizi tümden etkisiz eleman yapmaya gönlümüz razı olmadı…
Turizm firması yaz tatilinizi Finlandiya’da planlamış… Kış içinse
Brezilya seçilmiş… En iyi kayağın orda yapılacağı düşünülüyormuş.
Yürüyüş turunuz Kenya’da. Yüzme etkinliğiniz için ise güney Çin
seçilmiş. Deniz olmadığını iddia etmeyin var elbette… Biraz uzak
olabilir bu doğru… Haydi, bu anlattıklarımı alttaki anlattıklarıma bağlayalım… Okulların açılmasına bir kaç gün kaldı. Hatta bazıları açıldı ama çoğunuz ya okul arayışı içinde ya da kayıt yaptırdığınız okul konusunda mutlu değilsiniz. Milli Eğitim’in şu anki halini anlatmak … Bu pek benim konum değil, zaten herkesce malum. Eğitim sistemimizi dersanelerden kurtaracağız derken mevcut okullar dershaneye, dersaneleri okula dönüştürdük.
Eğitim ve öğretim amaçlı okul anlayışı artık bir bilinmez kavram.
Okullar sınav odaklı da, ortada sınavla girilen o seçkin Anadolu
liseleri yok. Bir kaç okulu saymazsak sıradan liseler oldular. Yabancı
dille eğitim mi?… Hayal bile etmeyin. Ancak amacınız ‘Sadece
üniversiteli olmak’ ise… Benim yanıtım yok. Çünkü böyle bir şey olmaz. ‘İnsan odaklı eğitim…’ Derseniz, biz ‘kuş’mu dedik cevabı alabilirsiniz.
Devlet ve bizler, bir yandan çocuklarımızı sınavlardan, dershanelerden
kurtarmalıyız diyor, bir yandan da onları sınav bataklığının
derinliklerine atıyor, sürekli yarıştırıyoruz.
Yarışmak medenice olduğu sürece iyidir. Ancak karşısındakini ezmek,
yok etmek hedeflenirse vahşi bir çarpışmaya dönüşür… Bu da kazanmak
için her türlü yöntem mubahtır düşüncesini oluşturur. Sanırım biz buna doğru gidiyoruz.
Ezberletmemeli, öğretmeliyiz… Hani, ‘balık verme, balık tutmayı
öğret.’ Basit ama yaşamsal felsefede olduğu gibi… Bunun için de,
cevabın değil, kavramın önemini anlatmalıyız. Ama biz sürekli test,
hatta geçmiş yılların çıkmış sorularını çözdürerek cevapları
ezberletiyoruz. Sonra hayat test cevaplarına benzemeye başlıyor – Bu duraktan hangi otobüs geçiyor? – 125/B… – Şirinntepe’den geçer mi? – 125/B geçmiyor… – Peki, hangi otobüs geçer? – Bilmiyorum ben sadece 125/B’ yi kullanıyorum. – Bilmek zorundamıydınız? – Hayır. – Bilebilir miydiniz? – Evet… Bir araştırma… Kamera karşısında soru soruluyor… – 6 kere 9… – Eee bilmiyorum. – Yetmiş iki…
– Altmış dokuz, altmış dokuz… Bizim bir matematik hocası vardı, çok
sert bir kadındı… Öldüyse allah rahmet eylesin… O, derdi ki… Ne zaman
altı kere dokuz derlerse altmış dokuz diyeceksiniz… Unutma bak altı kere
dokuz… Altı vee dokuz. Ah Mevlude hoccam… Buradan cennete selam
gönderiyorum… – Altı kere dokuz? – Bilemem ben dil okuyorum. İngilizce… – Peki bunu ingilizce olarak nasıl sorarsınız? – Sormam ki niye sorayım? – Altmış bir altmışbir… Altı kere on yetmiş, dokuz çıkar altmış bir… Benim matematiğim dokuz du… babam okutmadı… Tabii ki doğru cevaplar değil, yanlış cevaplar seçilmiş… Ama bu bile facia… En iyi okul hangisi? ‘En iyi okul’ diye bir şey yok… ‘Doğru okul’ denmeli.
İyi ve doğru okulları yöneticisi, beraberindeki kadrosu oluşturur. Bu
gün muhteşem kadrosu olan bir okul, bir yıl sonra tayin fırtınası
yaşar, sıradanlaşır. Bina önemlidir ama en önemlisi değildir Peki doğru okul hangisi?
Çocuklarımız, onları gözlemleyen, yeteneklerini keşfedip, onların
gelişmesine katkı sağlayacak, bilimsel pedagojik, özellikle de sosyal
açıdan da gerekli donanımı kazandıracak ve bir genç olduğunu
unutmayacak okullarda okumalılar da… Onlara en büyük kötülüğü ve
maalesef iyilik olsun diye, önce devlet, sonra da biz ebeveynler
yapıyoruz… ya da şöyle desek mi? Yeteri kadar yardımcı olamıyoruz.
Orta öğretimde çocuğunuzun yetenek ve ilgi alanlarını değerlendirip
hangi alanda severek çalışacağı, dolayısıyla başarılı olabileceği dal
bulunmaya çalışılmalı. Bazen zorlamadan eğip bükmeden branş
yönlendirmesi yapılabilir ancak asla kişiği ile zıt olmamalı… Bu konuya
pek özen göstermiyoruz. Sonrası sıradan bir mezuniyet, bir diploma…
Elde puan okul arayışları… ‘Puanım şuraya yetiyor yaşasın’ durumları…
İktisat isterken Arkeoloji, Arkeoloji düşünürken Biyoloji ihtısası…
Sevmeden yaşanılanlar ve sıradanlık…
Maalesef yüksek okullar kolay girilebilen kolay mezun olunabilen
kurumlar haline geldi. Kolay girilmesi çok iyi tabii, ama kolay
mezuniyet… Bu yetersizlik oluşturuyor ve bu yüzden mezunlarda diploma
adresi önemini kaybetmeye başladı.
Ülkemizde bir diploma değerlendirmesi de yapılamıyor… Demek istediğim
hangi uzmanlara ne kadar ihtiyacımız var, hangi diplomaya kadro yok bir
türlü bilemiyoruz. Bu yıl moda hangisi onun peşine gidiliyor gibi…
Sonraki yıl trend farklı… Bazı bölüm kadroları boş kalırken bazılarının
kapısında kuyruk… Tabii mezuniyet sonrası ihtiyaç fazlası diplomalar…
Mühendis AVM kapısında güvenlikçi, ya da sözleşmeli askerlik peşinde…
Öğretmen… İhtiyaç çok, mezun çok, tayin… yok. Konu içler acısı… Anne
babalarda ‘Ne çabalarla okuttuk… Dört yıllık bölüm bitirdi ama işsiz’
söylemi, dolayısı ile üzüntüleri… Okul bitince?
Günümüz dünyasında, nereden mezun olduğunuzdan çok, kişisel
donanımınıza bakılıyor. Hangi sınavda kaçıncı olduğunuza değil, neleri
bildiğiniz, neleri yapabildiğiniz, neleri nasıl çözebildiğiniz, çok
daha önemli hale geldi. İnsani ilişkilerinizden görünüş ve sunumunuza
kadar çok detaylı özellikleriniz inceleniyor. Gelin üst düzey bir kurumun Ar-Ge müdürü ve bölüm personel alım görüşmelerini kendi yapan bir uzmandan bazı notlar aktaralım.
– Temel olarak kişinin hangi okuldan ne şartlarda mezun olduğu ya da
nasıl bir akademik yaşama sahip olduğu şüphesiz önemli. Ancak bizim
savunduğumuz notların ya da bu akademik başarının her zaman gerçek
başarıyı garanti etmediği… Çünkü başarı dediğimiz olgu ya da en
basitinden bir iş ortamı dahilindeki başarı bir çok faktöre bağlı bir
olgudur.
Örneğin insan ilişkileri, diğer insanlarla olan iletişim, zaman
yönetimi, düzen, organizasyonel yönetim becerileri bunlardan sadece
bazıları. Üst düzey bir akademik başarıya sahip olduğu halde insanlarla
iletişimi zayıf olan kişinin iş ortamında belki o kadar da akademik
anlamda başarılı olmayan ama daha iyi ilişkiler kuran bir kişiye karşı
daha zayıf kalacağı muhakkaktır. Aynı şekilde zamanını doğru
kullanamayan, odaklanamayan ya da yeterli yönetim becerisi olmayan bir
kişinin özellikle iş hayatında diğer özelliklerinden bağımsız olarak
sıkıntı çekmesi yine çok muhtemeldir. Hayat, insanlar üzerine kuruludur.
İnsanlarla olan her türlü iletişim, insan yönetimi, varolan insan
gücünün doğru kullanımı gibi tüm faktörler bizi başarıya ya da
başarısızlığa götürebilir. Dolayısıyla belki eğitim sistemimizden belki
de kültürümüzden gelen öne çıkmış akademik ya da okul başarı olgusu
biraz fazla abartılmış olabilir. Bu tabi ki, bunun önemsiz olduğunu söylemek değildir. Ancak bunun kişilik özellikleri ile desteklenmesi gerekliliğidir.
Biraz daha canlı bir örnek verecek olursak: İşe alım sürecinde,
özgeçmişi ile tüm yöneticileri etkileyen bir aday düşünün. Lisans ve
yüksek lisans eğitimi, yurtdışı tecrübesi, birkaç yabancı dil bilgisi,
genç oluşu gibi özellikler. Yöneticinin kafasında bile hemen “evet,
olabilir, hatta olmalı da, hemen çağıralım” oluşur. Halbuki kişi
geldiğinde oldukça çekingen, yeterince motive olmayan bir durumdadır,
kendini ifade etmekte sıkıntı yaşar ve hatta servis güzergahından 5
dakika yürüme mesafesi uzağında oturduğunu ve bu yüzden servis
güzergahının değişip değişemeyeceğini sorabilir.
Bu soru ve benzeri soruların da gelmesi ile eşsiz gözüken özgeçmiş,
adayın ikinci görüşmeye bile çağrılmamasına sebep olur. Çünkü temelde
işveren öncelikle kendisi için en uygun adayı arayacaktır. İşin tanımı
diğer insanlarla iletişimi gerektiriyor ise ki nereyse insanlarla
ilişki gerektirmeyen iş yoktur, bunun altından kalkabilecek sosyal
yapıyı oluşturmuş bir kişi ister, gerektiğinde kurullar karşısında
kendine güvenen bir şekilde sunum yapabilecek biri ister, sorunlara
karşı ayakta durabilen, diğer insanları idare edebilen, zamanını iyi
kullanabilen bir kişi ister.
Bunların hepsinin anlaşılması belki çok kolay olmayabilir, ama kendini
öncelikle bu açılardan geliştirmiş, kendine güvenen, insan ilişkileri
iyi, kendi ile barışık, konuşmasına önem veren, dinlemesini bilen,
kendini, duygularını doğru ifade edebilen bir insan her zaman öne
geçecektir. O noktada diploması ve belki notları bu işin süsü de
olabilir ama ilk önce aranan şartı olmayacaktır. Uzman görüşü böyle…
Aranan kişi olmak, belki bir çalışan olarak, belki bir iş arkadaşı
olarak, belki bir yardımcı olarak öncelikle insanın kendini ne kadar
tanıdığı ve kendini sosyal açıdan ne kadar geliştirdiği ile alakalıdır.
Burada her türlü faktörü doğru görmeli ve doğru yorumlamalıyız. Bazen
bir faktörün fazlasıyla üzerine gitmek, örneğin akademik başarı gibi,
diğer faktörlerin gelişmemesine hatta hiç oluşmamasına sebep olabilir.
Bunların hepsini göz önünde tutarak dengeleri korumalı ve sosyal bir
varlık olarak bizi sosyal açıdan geliştiren, kendimizi tanıtan,
özgüvenimizi geliştiren, içimize ayna tutan, iletişimimizi geliştiren
tüm faaliyetlere birer vazgeçilmez olarak bakmalıyız. Pekii, temel olarak neler atlanmamalı? Pek çok şey… ya da hiç bir şey… karışık gibi mi? Değil… Bu gün her anlattığımı hem detaylı hem örnekli anlatacağım.
Evlilik kurumunda genellikle kadın erkekten bir kaç yaş küçük olmasına
rağmen erkekten çok daha çabuk yıpranır. Bu gün işi vardır… Yarın da
işi vardır… Cumartesi Pazar hiç bir iş terkedilemez… Pazartesi elbette
aynı işler yapılacaktır. Anne olunca iş ikiye, çalışan kadınsa, iş üçe,
çalışan anneyse iş beşe katlanır. En iyi niyetli koca bile işin yüzde
yirmisini dahi halledemez. Vücüt tükenir, sinir sistemi tükenir,
hayatın tadı kaybolmaya başlar.Sebep ‘iş’ değil ‘Aralıksız iş’ dir.
Çocuğunuz için haftanı beş günü okul, Cumartesi kurs, dersane, dil
kursu, zoraki sosyal etkinlik, Pazar ödev, test, odanı topla… Pazartesi
okul beş gün sonra? Sonra yine aynı şeyler… sonrası Pazartesi. Yaz
geldi…Belki tatil belki iş… Denizden sonra test çözülecek işten sonra
da… Örnekler çoook fazla… Çocuklarımız çalışmadan etkinlikten okumaktan kaçmazlar ancak bizim ayarımız yoktur. Biz gelin çocuklarımız için neler yapabiliriz kısmına geçelim. Kendi gençlik hatalarımızın ya da bize yaşatılanların bedellerini farketmeden çocuklarımıza ödetmeye kalkarız. Her kız çocuğu bale eğitimine gönderilmek istenir. Çünkü anne çok istemiş ama gönderilmemiştir. Her enstrüman çalmak isteyen çocuğun eline gitar verilir. Trompet… diyecek olursa? gitar iyidir gitar… Yüzme isteyen basketbola, tenis düşünen voleybola, futbol hevesi varsa, aaaa kız kısmısı ne işi var… Okumuyor deriz de bir kez bile önünde kitap okumamışızdır… Yap dediklerimizle yaptıklarımız çelişir, yapma dediklerimizi kendimiz yaparız… Esas önemli yargı, benden iyi mi bileceksin? Aah ah bizim zamanımızda… Nankörlük etme çırak veririm haa… – Yahu hep biz mi hatalıyız? – Evet… Elbette Çocuklarımıza şöyle desek
Yavrum, evladım… Yaşam gittikçe daha çok çalışmayı gerektiriyor.
Kendine ek özellikler katmalısın.Çünkü sevimsiz bir yarışa gireceksin ve
bu yarışta bazı artıların olmalı… Bu yüzden haftanın altı günü çok
çalışmalısın. Bu elbette zor bir şey… Ancak mesela Cumartesi gününün
öğleden sonrasını tamamen kendine ayır… Ne yapmak istiyorsan yardımcı
olalım, Elimizdeki olanakları değerlendirelim ve seni dinlendirelim.
Böylece sonrasına yeniden dinlenmiş ve güçlü başlayabilirsin. Ayrıca
kendine ait zamanın oluşu ve zamanı beklerken yapığın her şeyi daha iyi
yapabilirsin… Öyle ya… Kendine ait zamanın var… Kendine aaaait. Aman ‘Ne yapmak istiyorsan’ kısmını atlamayalım ve bunu ne istersen yapabilirsin olarak tercüme etmeyelim. Ne kadar güzel ve doğru olur değil mi… Hele sosyal etkinlik derken tiyatro çalışması isterse çocuğunuz… İster tabiii… Çok da iyi olur. Bakın o zaman neler katılabilir hayatına… Sayalım mı? Öncelikle çocukların zihinsel becerileri geliştirilmelidir. Tüm beceriler birbirleriyle ilişkili olduklarından başka becerilerin gelişmesine temel oluşturmaktadırlar.
Çocukların düşünme, sorgulama, yargılama ve değerlendirme becerilerini
geliştirmenin önemli araçlarından biri sosyal etkinlik içinde
olmalarıdır. Birlikte üretmek katılanlara dayanışmayı, birlikte
yaşamanın gerektirdiği sorumluluğu sağladığı gibi kişiliğinin oluşmasını
ve gelişmesini sağlar. Özgüveni geliştirir. . Kız ve erkeklerin
birlikte çalışmasıyla cinsel sağlıksızlığı, tutarsızlığı ve saygısızlığı
önler. Ayrıca, tüm sanat dallarına ilgiyi sağlar, dilini tanıma ve
kullanma becerilerini geliştirir. En önemlisi insana insanı tanıtır.
Ortak komplekslerimize bakış uzatarak sağlıklı olanı görmek, düşünce
olgunluğuna ulaştırmak ve aşama yapmasını sağlamak gibi destekler de
sağlar. Önemli olan gelişen çocuğun aklını ve yüreğini
olgunlaştırmaktır. Bunun için yaptıklarım şöyle
Bu eğitimlere katılan öğrencilerim düşünmeyi her türlü etkinliğin
içine sokabilmektedirler. Bu sayede bilgilendirmeyi değil , bilgiyi
bulmasını sağlayabiliyorum. Öğretmek yerine düşündürmeye , sorgulatmaya çalışıyorum. Anlamaya yönlendirerek mevcut bilgileri ile yeni bilgilere ulaşmasını sağlamaya çalışıyorum. Bu gelişmeleri sağlayabilmek için çocukları konuşmaya özendiriyorum. Her çocuğun kendini rahat hissedebileceği eğitici ve öğretici ortamı sağlıyorum, Yaş ve beceri ayrımı yapmaksızın katılımlarını sağlamaya çalışıyorum, Yanlış bir şey söylemek ya da sormaktan korkmamalarını öğretmeye çalışıyorum.
Bu eğitim programı içerisinde onlara sorumluluk ve yetki vererek birey
olduklarına inandırırken asla kaç yaşında olduklarını unutmuyorum. Onları oldukları gibi kabul ediyor ve sadece o olduğu için değer veriyorum. Kişiliklerini değil becerilerini değiştirmeye gayret ediyorum . Çocuklarımı en üst amaçlarına ulaşacaklarına inanıp ve inandırıp başarısızlıklarda tekrar denemeye ikna ediyorum. Yanlışlardan önce doğruları öne çıkarmaya ve yanlışların doğruyu öğrenmek için iyi bir fırsat olduğunu anlatmaya çalışıyorum.
Belki de en önemlisi eziklik zayıflık , güvensizlik duygularını yok
ederek kendilerine haksızlık etmelerine engel oluyorum , Böylece tüm
becerilerini ateşliyor, üretmelerini sağlıyorum. Eğer buraya kadar okuduysanız… E iyi ettinizve umarım çocuğunuz için iyi şeyler olur. Teşekkür ederim. Çocuklarımıza
|