Beykoz’un iyi insanları… Unutulmamalı Kısa bir süre sonra önümüzde seçim var… Herşeye razıyım da canımız yanmasa… Maalesef bu güne kadar yaşadıklarımız içinde hayli sıkıntılı durumlar oldu. Ancak, en önemli görev oy kullanmak… Yoksa kendimize karşı da hiç söz hakkımız kalmayacak. Bu
konuda yazmak benim tarzım da değil isteğim de... Ben, bazısı arkasında
hüzün barındırsa da anılarımda gezinip güzel şeyleri, güzel insanları
hatırlamak, anlatmak istedim. Ne güzel… aklıma pek çok insan geliyor… Elbetteki en iyisi diye bir sıralama yapılamaz ama Beykoz’un iyi insanlarından bahsetsem… Aslında konu Ağababam’dan (Annemin babası, dedem) başlıyor. Alman harbi de denilen
İkinci dünya savaşı ilerlemiş, ülkede her şey idareli kullanılıyor…
Ülkemiz savaş dışı kalmak için inanılmaz çaba sarfederken bir akşam
yatsı namazı çıkışında bir bey ağababama yanaşıp ‘hocam bir sıkıntım
var’ derken ağababam, bir dakika… Sanırım şahsi bir konu… Öyleyse cami
odasına geçelim… Diyiyor. Gaz lambaları ve ortada yanana lüx lambasını
söndürüp geçiyorlar, ağababam buranın ‘idare’ lambasını yakarak sorunu
dinliyor. Nedenini
merak ettiniz mi? Caminin gaz yağı halkın ve ancak ibadet sırasında
kullanılıyor, cami odası sohbet mekanı, zaman zaman çok uzaktan gelip
günü birlik yatıya kalanları da oluyor. Oranın gaz yağı kendi tasarrufu.
Yani onu cebinden alıyor… Çok çocuklu evde anneannem idare ediyor,
ağababam kitaplarını olabildiğince ateş ışığında okuyup bir miktar
arttırıyorlar ve o da cami odasında kullanıyor. Zaten gaz lambasının küçüğüne de muhtemelen bu yüzden ‘İdare’ adı verilmiş. Peki bu ‘halka ait’ gaz yağı ayrıca minarede yanan kandillerin yağı nereden geliyor… Benim hayal meyal bildiğim detayları netleştirmek adına gecenin saat 11 30’unda 92 yaşındaki dayım Abdüsemi Yavrutürk’ün muhteşem hafızasına başvurdum. Yalıköy’deki
büyük esnaflardan Bakkal Ziya efendi belli zamanlarda dayıma haber
ederek caminin kandilleri için halis zeytin yağını ve gaz lambaları için
gazı hazırlar verirmiş… Dayım miktarlarını değilse de zor taşıdığını
hatırlıyor... Dayım taşıyor, 10 yaşındaki annem her gün bir hayli kandil
fitili örüyor. Bakkal Eşref bey’de bu desteğin bir parçası, her zaman payı
var ve Eşref beyin yadigarları hala Yalıköy’deler. Bakkal Ziya efendi
sonraları damadı Mustafa bey’devrediyor… Mustafa beye herkes Mustaa bey
diyor, fransız bereli, gömlek ve kravatının üzerine bakkal önlüğü takan
yumurtayı satmadan once lamba ışığında kontrol eden bir İstanbul
beyefendisi… Eşi haza hanımefendi. Dükkan bu gün baharatçı sokağın
bitiminin tam karşısı. Kışın Beykoz’lunun yokuşta on kişi merdivenle
kayma macerasının son bulduğu nokta… Kırılan cam çerçeve, kol
bacak…Hasar çok ama kavga gürültü yok. Başka bir konu… Cami boya yapılacak ihtiyaç ileri atılamaz durumda. Dayım boya almaya bay
Niko’ya gidiyor, Nalbur Niko Yeniköy’de oturan bir rum, dükkanı
Beykoz’da… Ah kuzum diyor hazır boyalar çok pahalı, ben sana boyayı
kendim yapayım, yarı fiyatından da ucuza malederiz…Yazık, cami Allahın
evi işin içine ticaret girmesin. Sen bana rengini söyle ben bir iki güne
yaparım diyor. Hakikaten oldukça ekonomik bir şekilde üretiyor ve boya
sürüldüğü yerde yıllarca görevini yapıyor. Sonra malum olaylar… Bay Niko
doğduğu toprakları terkediyor, polis bir kaç gün sonra dükkanının
kapısını kırınca bir mektup buluyor. Şöyle yazıyor mektupta… Benim
Beykoz’umda dükkana ilk sizin gireceğinizi biliyordum… Ülkemi terketmek
zorunda kaldım, ancak dileğim dükkanımdaki tüm mallarımın satılarak
parasının ‘Türk Kızılay’ına verilmesidir. Böyle olacağına eminim.
Beykoz’u unutmayacağım… Mektup böyle bitiyor. Anılar… Güzel olanlar anlatılarak yaşatılmalı , diğerleri… Ona da siz karar verin. İyi insanlar arasında bulunmanın huzurunu herkesin yaşaması dileklerimle…
R.Sinan AKBAŞAK
|