Söz konusu bildiriler kitabının “Sunuş” bölümünden ana konunun “Almanya’dan
doğan ve yaklaşık 3 bin km yol kat ederek neredeyse tüm Güney Doğu
Avrupa’yı geçip Karadeniz’e dökülen Tuna Nehri yüzey akıntısı ile
kirlilik tehdidi oluşturmaktadır” cümlesi ile yukarıda bahsettiğim “dış tehdit” olduğunun vurgulanması amaçlanmaktadır.
Ancak,
ne gariptir ki söz konusu kitabın içinde yer alan bildirilerden
hiçbirisi bu tezi, yani Marmara Denizi’nin Tuna Nehri tarafından
kirletildiği tezini ya gündeme getirmemekte ya da tam tersini
savunmaktadır. Yalnız atlanmaması gereken; söz konusu kitabın “sunuş”
bölümünün sonrasında yer alan açılış konuşmalarında “Marmara Denizi’nin Tuna nehri tarafından kirletilmesi” konusunun ön planda olması çalıştayın konusu ile müsemma olsa gerektir.
İşin bilimsel yanına gelindiğinde;
İlk makale Tarkan Erdik, Olgay Şen, İzzet Öztürk’e ait “İstanbul’un Avrupa Yakasına Bir Kanal Açılması Durumunda İlave Debi Geçişleri” isimli, kapsamlı makale olarak karşımıza çıkmaktadır.
Ancak
söz konusu makalede ne Tuna Nehri ne de Tuna Nehri’nin Marmara
Denizi’ni kirlettiği ile ilgili bir bilgi mevcuttur. Hatta ilginçtir
Sayfa 31 sonunda bulunan “… Ancak, kuvvetli Güney-Güneybatı (Lodos) rüzgârları, Karadeniz sularını zaman zaman bloke etmektedir. … Benzer şekilde, kuzeydoğu rüzgârları da, Marmara akıntılarını bloke etmekte ve bütün kesit Karadeniz sularını taşımaktadır”
ifadesi de, Marmara Denizi’ne yapılan ve yapılacak Derin Deniz
Deşarjlarının umulduğu gibi (!) Karadeniz’e ulaşmayıp Marmara Denizi’ni
kirlettiğinin açık bir ifadesi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Sonuç
olarak her ne kadar çalıştay konusu “Marmara Denizi’nin Tuna nehri
tarafından kirletilmesi” olsa da, anlaşıldığı kadarı ile bu zorlama
tanım bile Marmara Denizi genelindeki pisliği örtmeye yetmemektedir.
Makalelere devam edildiğinde ICPDR – Uluslar arası Tuna Nehri Koruma Komisyonu genel sekreteri Ivan Zavadsky’nin İngilizce sunumu içersinde “ICPDR’nin Tuna Nehri ve Havzasına ilişkin faaliyetleri”
hakkında bilgi verilmektedir. Metin incelendiğinde Tuna Nehri’nin
Karadeniz ve dolayısı ile Boğaziçi yolu ile Marmara Denizi’ne etkisi
konusunda bir bilgi bulunmadığı gibi, metin genel anlamda Tuna Nehri’nin
temizliği konusunda yapılanlar ve bu yapılanların gönümüzde nasıl
başarılı olduğu konusunda gelişmektedir.
Devam edecek olursak; sıradaki Avusturya Kamu Hizmetleri ve İşletmeleri Birliği yönetim Kurulu Başkanı Heidrun Maier-de-Kruijff ve devamında STCM – Sırbistan Şehirler ve Belediyeler Birliği Şehir Planlama ve Çevre Daire Başkanı Miodrag Glusceviç “Konsey
direktifleri doğrultusunda kentsel atıksu arıtımı konusunda AB
standartlarına ulaşmak amacı ile ülkelerinde uygulanan yöntemler”in
anlatımını makale olarak sunmuşlardır. Bu sunumlarda da Marmara
Denizi’nin Tuna Nehri yolu ile kirletildiği ile ilgili bir
bulunmamaktadır.
Yine
de, merek edenler “Konsey direktifleri doğrultusunda kentsel atıksu
arıtımı konusunda AB standartlarına ulaşmanın” ne olduğunun özetini bu
makaleden öğrenip, başta İstanbul kenti olmak üzere Marmara Denizi’ni
çevreleyen yerleşimler ile karşılaştırıp, Marmara Denizi’ndeki
kirlenmenin ana nedeni hakkında fikir sahibi olabilirler.
Söz konusu yayın kapsamında devam eden kapsamlı makale Büşra Çiçekalan ve İzzet Öztürk
imzalı “Tuna’nın Marmara Denizi Üzerindeki Hidrolik ve Organik Yük
Baskıları” adlı çalışmasıdır. Söz konusu çalışma ağırlıkla su bütçesi
üzerinden yürütülmüş olup, 2.2. bölümde “Kirlenme Seviyesi ve Tuna’nın Rolü” adlı bölümde, Karadeniz açısından Heidrun Maier-de-Kruijff ve Miodrag Glusceviç anlatımlarına
paralel olarak kirlenme yüklerinin 1979-1980 senelerine oranla çok
büyük oranlarda azaldığı dile getirilmektedir. Buna göre, söz konusu
bölümde “Karadeniz’in
kirlenmeye karşı korunması faaliyetleri dolayısıyla 2003-2005 döneminde
yapılan izleme çalışması sonuçlarına göre, Tuna’nın Karadeniz’e gelen
nehir bazlı TIN http://gazete.tiyatroterapi.com/haber_detay.asp?haberID=568#_ftn2 - - * ve PO4-P http://gazete.tiyatroterapi.com/haber_detay.asp?haberID=568#_ftn3 - - ** yüklerindeki payı ~%50’ye gerilemiştir” denmektedir.
Her
ne kadar değerler Karadeniz için verilmiş olsa da, aynı dönem Marmara
Denizi genelinde kirliliğin artış oranına bakıldığında, belirtilen
durumun tam tersi olarak yıllar bazında bir artışın olması oldukça
düşündürücüdür!
Bu bağlamda söz konusu makalenin “5. Sonuç” bölümünde “Marmara’yı
kirleten ve alt tabakada aşırı çözünmüş oksijen tüketimine yol açan
etkenler arasında, başta Istanbul olmak üzere Marmara Havzasındaki
kentsel ve endüstriyel atıksu arıtma tesisi deşarjları öne çıkmaktadır.” ifadesi esasında her şeyi açıklamaktadır.
Gelin biz yine Tuna Nehri’nin Marmara Denizi’ni nasıl kirlettiğini anlamaya çalışmaya devam edelim;
Söz konusu yayında bir sonraki makale Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Havza Planlama Şube Müdür Vekili Burhan F. Çankaya’a
ait “Türkiye’de Bütünleşik Havza Yönetimi Kapsamında Marmara Havzası ve
İlişkili Meriç-Ergene Havzasının Baskı ve Etki Değerlendirmesi” ve
sırası ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Deniz ve Kıyı Yönetimi Dire
Başkanlığı Şub Müdürü Harun Haşimoğlu’na ait “Marmara Denizi’nde Dip Tarama Malzemesinin Çevresel Yönetimi” isimli makale olarak karşımıza çıkmakta.
Konumuz
Dünyanın en kirli akarsularından biri olan Ergene Nehri’nin tüm
kirletici unsurlarının kuşaklama kolektörleri ile toplanarak Tekirdağ
önlerinden 4500m açığa, 47.5m derinliğe basılacak olması ve bunun
Marmara Denizi genelinde akıl hayal almayacak felaketlere sebep olacağı
gerçeği olmadığından, bu makale içersinde konumuz ile ilgili “Tuna’dan gelen kirliliğin %50 sinin Marmara Denizi’ne ulaştığı” yönünde hiçbir referans gösterilmemiş ve hangi bulgulara dayandığı meçhul bir ibarenin dışında bir bilgi bulunamamıştır.
Harun Haşimoğlu’na
ait makalede ise, dip tarama malzemelerinin deniz ortamında verdiği
zararlar irdelenmekle birlikte, yine çalıştayın konusu yani “Marmara Denizi’nin Tuna yolu ile kirletildiği”
savı ile ilgili bir bilgi bulunmamaktadır. Buna mukabil, dip tarama
malzemelerinin Marmara Denizi’nde en az zarar(!) ile deniz ortamına
bırakılması/bırakıldığı ilgili öneri ve bilgiler yer almaktadır.
Sırası ile bir diğer kapsamlı makale, TUBİTAK-MAM, Çevre ve Temiz Üretim Enstitüsü, Başuzman Araştırmacı Doç Dr. Çolpan Polat Beken’e
aittir. “Marmara Denizi’nin Mevcut Kirlilik Durumunun Tarihsel Süreci”
bu makalede her ne kadar tarihsel süreç ele alınsa da, milat olarak
“İstanbul Kanalizasyon projesi” uygulamaları sonrası, hatta bu
uygulamaların tüm Marmara Denizi’ne örnek(!) olup yaygınlaşması sonrası
süreç ele alınmıştır. Söz konusu makalede de Karadeniz kökenli
kirliliğin son 10-20 senede yarı yarıya ve hatta daha fazla azaldığı
ancak Marmara Denizi’ndeki kirliliğin artış gösterdiği vurgulanmaktadır.
Makalede özellikle “yetersiz arıtılan”, “kontrolsüz” derin deniz
deşarjlarının etkleri, özellikle de çözünmüş oksijen düşüklükleri
dolayısı ile biyoçeşitliliğe etkileri oldukça düşündürücüdür.
Konumuza gelindiğinde ise; aşağıdaki paragraf oldukça düşündürücüdür.
“Ancak,
Karadeniz girdilerindeki azalmanın olumlu etkisi Marmara Denizi’nde
gözlenmemiş, özellikle alt tabakadaki oksijen değerleri doğu baseninde
tamamen tükenme aşamasına kadar gelmiş (ÇSB ve TÜBİTAK-MAM, 1917 a, b),
iz seviyelerde hidrojen sülfür birikiminin dip sularda gözlendiği
(ODTÜ-DBE yayımlanmamış verileri ile) belirtilmiştir. Ayrıca, hem artan
alt su akımı, hem derin deniz deşarjlarından Boğaz alt sularına verilen
düşük arıtım seviyeli evsel atıksular, Karadeniz’e taşınan fosfat
miktarında artışa sebep olmaktadır.”
Yani
Tuna Nehri’nin Marmara Denizi’ni kirletmesi bir yana, anlaşılan Marmara
Denizi hiç değilse fosfat yükü bakımından Karadeniz’i etkiler duruma
gelmiş gibi gözükmektedir!
Takip eden makaleler ise; İstanbul Üniversitesi, Su bilimleri Fakültesi Deniz Biyolojisi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. D. Gülşen Altuğ’a ait “Marmara Denizi’nde Bakteriolojik Riskler ve Fırsatlar; İSKİ Genel Müdür Yardımcısı Alişan Koyuncu’ya ait İstanbul’da Atıksu Yönetimi”; İstanbul Büyükşehir Belediyesi Çevre Koruma ve Kontrol Daire Başkanı prof. Dr. Fuat Alarçin’e
ait “ İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Marmara Denizi Kentsel
Kirlilik Önleme Faaliyetleri”; Bursa Büyükşehir Belediyesi Sahil
Hizmetleri Dairesi Başkanı Hakan Bebek’e
ait “Bursa Büyükşehir Belediyesi & Buski Marmara Denizi Kentsel
Kirlilik Önleme Faaliyetleri”; TESKİ çevre Koruma ve Kontrol Daire
Başkanı Sema Kurt’a ait “Tekirdağ’da Marmara denizi Kentsel kirlilik önleme Faaliyetleri” ve İSU Atıksu Arıtma Daire Başkanı Ünal Bostan’a ait “İzmit Körfezi Kirlilik Önleme ve Atıksu Arıtma Çalışmaları” adlı çalışmalardır. Söz konusu çalışmalarda da “Tuna Nehrinin Marmara Denizi’ni kirlettiği” ile ilgili tek bir veri veya söz bulunmamaktadır.
Söz
konusu kitapta son bölüm Marmara Denizi çalıştaylarına ayrılmıştır.
Aradığımızı bulabilmek ümidi ile bir de bu bölüme kısaca göz atalım;
Çalıştay 1: Marmara Denizi’nde kirlilik ve kirliliğin azaltılmasına yönelik gelecek projeksiyonları.
Söz konusu çalıştay raporuna göre; “Çalıştay
katılımcıları öncelikle Marmara Denizi üzerindeki kirletici
baskılarının kaynaklara göre kategorilendirilmesi gerektiğine inanarak,
mevcut ve olası kirletici kaynaklarını 9 farklı kategoride
incelemişlerdir.” Sınıflandırmaya göre bu yazının kapsamı dâhilinde
bizi ilgilendiren madde 6. Sınır aşan kirlilik olsa gerektir. Diğer
maddeler Marmara Denizi ve çevresi odaklı unsurlardan oluşmaktadır
(Kentsel atıksular, Zirai atıkları vb.). söz konusu 6. Madde altında ise
sadece şu cümle yer almaktadır;
“Sınır
aşan kirliliğe ilişkin izleme, önleme ve denetim konusunda bölgesel
işbirliğinin bölgesel deniz sözleşmeleri kapsamında geliştirilmesi
gerekmektedir” ben bu cümleden; Marmara üst akıntısı ile
kirlettiğimiz Ege Denizi ve alt akıntıyı konveyör olarak kullanma çabası
ile derin deniz deşarjlarından kaynaklanan ve bizim tarafımızdan
oluşturulup etrafa yaydığımız kirlilik ile mücadeleyi anlıyorum. Ancak
burada da Tuna Nehri kökenli bir kirlilik ile ilgili ima bile
bulamıyoruz.
Çalıştay 2: Marmara Denizi’nde tür çeşitliliğinin tarihsel süreci ve geleceği.
Söz
konusu çalıştay raporunda da konumuz ile ilgili bir unsur yer
almamaktadır. Çalıştay konusu “tarihsel süreç” olmasına rağmen, örneğin
1980 senesinden günümüze tür çeşitliliğinde değişiklikler olup olmadığı
hakkında bir çalışma temeli bulunmamaktır. Burada dikkat çeken
maddelerden biri “Marmara
Denizi’ne yapılan derin deniz deşarjlarının ayrı ayrı takip edilmesi, bu
deşarjların deniz ekosistemi üzerine etkilerinin mevsimlik olarak
araştırılması gerekmektedir” cümlesi şeklinde karşımıza çıkmaktadır.
Gerçekte yapılan tüm deşarjlarda gerek ÇED raporlarında gerekse
taahhütnamelerde standart olarak “Deşarjın faaliyete geçtikten sonra etki alanının düzenli olarak izleneceği”
ile ilgili ibare bulunmaktadır. Bu sebeple günümüzde yapılan bir
çalıştayda derin deniz deşarjları literatürümüze gireli yarım Asır’a
yakın bir süre geçmişken, öneri olarak böyle bir maddenin bulunması
oldukça şaşırtıcıdır!
Çalıştay 3: Marmara Denizi için ulusal yönetim stratejileri ve uluslararası politikalar.
Söz
konusu çalıştay özetinde anlaşıldığı kadarı ile Marmara Denizi
genelinde Belediyelerin de işin içinde olduğu ulusal bir yapının
oluşturulması önerilmektedir. Bu bağlamda da çalışma guruplarının
teşkili ile ilgili bilgiler bulunmaktadır. Bu kitapta bile tüm
makalelerde belirtilen derin deniz deşarjlarının Marmara Denizi’ne
zararlarının ağırlıkla hangi kurum ve kuruluşlarca yapıldığı düşünülecek
olursa, zaten işin içinde olan Belediyelerin belki de bu konuda
dışarıda kalmaları daha evla olacaktır. Söz konusu çalıştayın isminde
“uluslararası” kelimesi geçse de, yazılı özette yer alan konumuz ile
ilgili bir bilgiye rastlanmamıştır.
Son
bir umut olarak kitapta yer alan ve yarışmada ödül alan fotoğraflara da
bakıldığında Tuna Nehri ile ilgili bir bilgiye rastlanamamıştır.
Ancak kitabın en baş bölümünde bulunan ve sanki başka bir çalıştay ve sempozyuma aitmiş gibi beyaz yazı tipi ile parlayan “Her
ne kadar bir iç deniz olsa da Marmara Denizi’nin sınır aşan kirlilik
tehditleri ile de karşı karşıya kalması sonucu II. Marmara Denizi
Sempozyumu’nun Tuna - Karadeniz - Marmara ilişkisine odaklanmıştır. İlk
defa uluslar arası çapta gerçekleştirilen Sempozyum’a ICPDR ve NALAS
gibi çok etkili uluslar arası organizasyonlar katkı sunmuştur. Bu
katkılar ile Sınır Aşan Etkiler, Marmara Denizi’nin Tarihsel Değişimi ve
Kentsel Kirlilik Kontrolü tüm paydaşlarla birlikte masaya yatırılmıştır” şeklindeki paragraf, kitap detaylı incelendiğinde oldukça farklı bir anlam kazanmaktadır.
Karadeniz’deki
kirlenmenin gereği gibi ciddiye alınmamasının önemli bir nedeni
Karadeniz’in 180-220m den daha derin sularının zehirli hidrojen sülfür
içermesi ve buraların belirli mikroorganizmalar dışındaki canlılara
yaşam olanağı vermemesi, dolayısı ile Karadeniz’e bırakılacak atıkların
bu deniz genelinde etkili olamayacağı görüşünün yaygın oluşudur.
Ne
yazıktır ki, aynı yanlış düşüncelerin sonucu olarak İstanbul
Metropolü’nün evsel ve endüstriyel atıklarının uzaklaştırılması da,
atıkların bu ölü deniz çukuruna aktarılması prensibine
dayandırılmaktadır.
İstanbul’dan
bırakılan bu atıkların büyük bir bölümü Marmara’ya geri dönüyor olsa
da, Karadeniz eşiğini yalayarak Karadeniz çanağına geçecek miktarın
dahi, Karadeniz’i olumsuz etkileyeceği muhakkaktır.
Yine ne yazıktır ki, yakın bir gelecekte sayılı kirli akarsulardan biri olan Ergene Nehri de, derin deniz deşarjı yolu ile (Karadeniz’e ulaşması umudu ile!)Marmara
Denizi’ne basılacaktır. Bu durumda acilen “suç kaynağı” olarak Tuna
Nehri’nin yanına birkaç yeni unsur eklenmesi elzem olacaktır.
M. Levent Artüz
04. Eylül. 2018
http://gazete.tiyatroterapi.com/haber_detay.asp?haberID=568#_ftnref1 - - - http://gazete.tiyatroterapi.com/haber_detay.asp?haberID=568#_ftnref2 - - * Toplam inorganik azot
http://gazete.tiyatroterapi.com/haber_detay.asp?haberID=568#_ftnref3 - - ** Toplam fosfor