Yazar |
Konu Arama Konu Seçenekleri
|
terapist
Yönetici
Kayıt Tarihi: 01.Ocak.2007
Aktif Durum: Aktif Değil
Gönderilenler: 1803
|
Alıntı Cevapla
Gönderim Zamanı: 22.Mart.2012 Saat 13:30 |
Rüya
Abi... Hadi kalk, bak saat on oldu. Samiim, olm hadi len.
Bak babama yakalanıcan şimdi. Biliyorum zor geliyo, muhtemelen şu anda rüyanda
Şakira’yı görüyosun ama...
- Nıheğ? Nası yani? Nerden bildin Sıdıka? Gerçi
uyandırdığın sırada Sinop’daydım, Nafiz Dayımla benzin istasyonunda gazoz
içiyoduk. Ama bu gece içerisinde Şakira’yı da gördüm rüyamda. Hem de defalarca
kez... Heheh... Sahi, nerden bildin kız?
- Bunda bilemiycek ne var abi, memleketimdeki
erkeklerin yarısı on gündür aynı rüyayı görüyo. Valla kız bir geldi, pir geldi.
Erkek nüfusunu telef etti o poposuynan. Ne diyim helal olsun. Bizdeki de popo
ama elin kızınınkini görmek için Berke Barajı dolusu para ödüyolar. Annem geçen
sabah beni gülmekten gebertti. "Kızcağız baseniyle eve ekmek
götürüyo" dedi. İyi de en fazla iki sene daha götürür. 2008’in Pirelli
Takvimi yayınlandığında çoktaaan.... Abi? Hişşş... Bak gene uyudu manyak.
Abiii...
-
Whenever...wherever...ver...
- Helal olsun valla. Çocuk İngilizce
saundtrekiynen beraber görüyo Şakira rüyasını. Eh be Sıdıka sen haala rüyanda
"Deprem Dede ile Erozyon Dede"den başkasını görmüyosun. Yıllardır
"Riki Martin Duşta" konulu bir rüya görmek istiyorum asla kısmet
olmuyo.
- Ri... Kim duşta kız, nasıl yani? Hın...
- Ay sen uyandın mı? Yok bişiy, eööö, Nafiz
Dayımı diyorum, geçen gece ben de gördüm onu rüyamda. Sünnetinde altın kaplama
telefon duş takıyomuş sana. Rüya işte, saçma oluyo haliynen. Hayırdır inşallah.
Ehem...
* * *
- Sıdıka kız, kaldıramadın mı o koca eşşeği.
Baban infilak edicek yer arıyo zaten. Eğer haala kalkmadıysa git söyle, cenin
pozisyonunda yere yatsın, daha az zarar görür.
- Valla bir kaç dürttüm ama oralı olmadı. Söğüt
gölgesi pozisyonunda öylece yatıp onaltı yaşından küçük çocukların görmesi
sakıncalı rüyalar görüyo.
- Olmaz öyle şey, bu gece rüyasında Nafiz Dayını
görmesi lazımdı onun.
- Hayret bişey. Kız anne atıp da tutturdun mu?
Yoksa, abimin göreceği rüyaların yayın akışı bi yerde mi yazıyo. Hadi Şakira’yı
ben de tutturdum ama Nafiz Dayım tamamen sürpriz.
- Ne atıp da tutturucam, gayet eminim. Bu gece
Nafiz Dayını gördü. Dayıngilin gelinlik çağda bi kızı var, rüyasında kız
Samim’e buz gibi bi su ikram edicek. O dakika ayı abinin gönlünü çelicek, en
kısa zamanda baş göz edicez.
- Hakkatende rüyasında benzin istasyonunda gazoz
içmişler. Ama çok saçma yaa.
- Neresi saçma? Nafiz Dayı’nla aramızda üveylik
var, akraba evliliği sayılmaz.
- Ben onu demiyorum.Yani, nasıl bilebilirsin ki.
Ya yoksa bunlarda mı rüya? Ben henüz uyanmadım mı? Zaten sen gerçek hayatta
öyle "cenin pozisyonu" felan diye espri yapmazsın ki. Direk terliği
kapar dalarsın abimin odasına.
- Nasıl bildiğimi izah edemem Sıdıka. Anneler çok
şey bilir. Onlara da anneleri öğretir. Hiç bi kitapta tam yazmaz karı
milletinin sırları. Adamlar duyup bilmesin diye kulaktan kulağa anlatırlar. Bu
gizli sırlar olmasa adamlar taş üstünde taş koymaz. Tezelden birbirlerini gırtlaklayıp
dünyayı batırırlar. Ben de sana anlatıyorum ama aklın bi karış havada, öz anan
yerine kitap okuyup belgesel dinliyosun. Diskoverek Kanalı felan bilmez bunu.
Bak almışsın hemen kitabını, ne yazıyo Tarık Akan "Anne Kafamda Bit
Var" Niye anne? Çünkü 12 Eylül’de zulüm görünce evvela annenin kıymetini
öğrenmiş adam. Analar az daha kudretli olsa darbe felan da olmaz memlekette.
- Tamam annecim de, bunun bilimsel bi açıklaması
olmalı. Dur bidakka... Senin terliğinin teki nerede Safiye Hanım? Düşündüğüm
gibi di mi? Kesin bir ara terliği kapıp abimin odasına daldın sen. O sırada da
sana rüyasını anlattı. Az kaldı inanıyodum valla, tam sana "Riki Martin
Duşta" rüyası ısmarlıycaktım hehehe...
- Vay kaltak vay. Tek terlikle de yeterim ben
sana. Gel kız buraya kaçma.
|
|
terapist
Yönetici
Kayıt Tarihi: 01.Ocak.2007
Aktif Durum: Aktif Değil
Gönderilenler: 1803
|
Alıntı Cevapla
Gönderim Zamanı: 22.Mart.2012 Saat 13:30 |
Sıdıka Kaçınca...
- Gitti işte, sonunda gitti... Sıdıkaam, tuhaf
kızım benim, bizi koyup nerelere gittin... Hep senin yüzünden, yerli yersiz
hırpalama dedim şu kızı... Baba diil sumo güreşçisi... Kına yak, zilleri tak
çıkı çıkı yap...
- Vırıldama be kadın! Sanki bütün kabahat bende...
Dünya alem biliyo, maalesef anormal bi kızımız var... Normal bi kız gibi evden
bile kaçamıyo... Şu bıraktığı mektuba bak; “Birleşmiş Milletler’e baskı yapmaya
gidiyorum”.
- Fena mı. Gayet manalı bi kaçış... Artist olmak
için kaçıcağına diplomat olmak için kaçıyo...
- Aynı kızın gibi konuştun... Bi daha bu evde
diplomat lafı geçmiycek çarptım mı ottururum.
- Vur be... Vur, ne duruyosun? Çarpsana hadi, kızı
da çarpa çarpa kaçırdın zati... Manyeto kılıklı herif... Baba diil, çarpan
balık... Vatos...
- Kadın, gelme üstüme vallahi doğrarım seni... İlk
bıçakla çan, ikinci bıçakla çun... Ça ça çaan.
- Umurumdaydı sanki, doğrarsan doğra... Gül gibi
kızım evden kaçtı...
- Boşuna telaşlanıyosun... Daha önce de “Pentagon’a
gidiyorum” diye not bırakmıştı... Zeytinburnu’ndaki Cavidan Halası’na gitmiş,
üç gün sonra döndü...
- Sen öyle zannet... O vakit, Macaristan sınırında
yakalandıydı... Sen sinirlenip kızı dövmiyesin diye, ben bir “Cavidan Hala”
yalanı uydurdum... Bi keresinde de Maastrich Zirvesi’ne gitmeye kalkıştı, taksi
tutup bindiği otobüsü Adapazarı’nda çevirttirdim... Onu da senden sakladık...
- İyi halt etmişin... Saklaya saklaya kızı bu hale
sen soktun zaten...
- Benim ne kabahatim var ayol... Kızın yaradılışı
bööyle... Daha ilkokul dörtteyken öğretmenine “Sivas kongresi bitmiş midir,
oraya gitmek istiyorum... Memleketin istikbaliyle ilgili müthiş fikirlerim var”
demişti... Biz de kızı bidaha okula yollamadık, “cin tuttu” diye hocaya
götürdük... Keşki okula gitseydi, bitirip konsolos olurdu... İçinde kaldı
yavrucağın, ondan böyle tuhaf...
- Naapalım, okutamadık işte... Zengin olsaydık
papatyalık filan yapardı... Yavrucak, pencere önü çiçeği...
- Geçen gün mutfakta kızcağızı koca bir havuçla
joplarken bööle demiyodun ama... Nazi şey... Baba diil, kontrgerillanın sivil
uzantısı.
- Kız ne diyosun sen sabahtan beri abuk subuk.
“Baba diil, Sumo güreşçisi, çarpan balık, vatos, manyeko, kontrplak, siğil
uzaylısı” filan... Nası lakırdılar onlar ööle?
- Aman ne biliim Sıdıkacığımın lafları... Sen
hırpalayınca, ööle yüzükoyun yatağına uzanır, ağlaya ağlaya bu lafları
söylerdi... Aah benim boncuk gözlü kızım... Keşke burda olsaydı, cim cim
konuşurdu, anlar, anlamaz dinlerdik... Kanarya sesi gibi... Hep senin yüzünden,
kızı bakkala bile yollamıyodun, bak şimdi sınırötesi operasyon gerekiyo...
- Ben bakkala gitmesin diye O’nun iyiliği için
söylüyodum bikere... Kanal Market olayı çıktı, bi telefon ediyosun eve kadar
getiriyolar...
- Hadi ordan kıvırma şimdi... Demogog şey.
- Kaltak!
- Demogog!
- Büzerim senin o ağzını... Bilip bilmeden sövülmez
kocaya...
- Vatos...
- Kim?
- Götoş...
- Nea? Eh ulan ben seni şimdi, çan çun...
* * *
- Ay kız, vallahi adam baba diil insanlık dramı... Şuna bak,
annemi ne hale sokmuş. Kız anne... Du yu hiır mi? Benim, kızın Sıdıka. Boncuk
gözlü, tuhaf kızın... Aman, tamam küssün galiba... Öpiim barışalım... Bi koşu
Birleşmiş Milletler’e gidip gelicektim, ne biliim babamın seni alçıya
aldırtıcağını... Acıyo mu? Hep bu Sırplar yüzünden... Birleşmiş Milletler de
tuttu önce Somali’ye gidiyo... Bakalım bizimkiler naapıcak? Ona göre bi
politika belirliycem... Şimdilik BM’ye gitmeyi erteledim... Fakat görürsün bu
Sırplar Makedonları da rahat bırakmaz... Bölgenin yeni haritası bence şöyle
olucak... Bi saniye uzat, alçının üstüne çizicam...
- Kız harita filan çizme... Baban görürse yeniden
kırar, ikimizi birden bitkisel hayata sokar bi daha da çıkarmaz... Yapma
evladım, uğraşma şöyle şeylerle... Aklına geldikçe “Enuzubillahişeytaniracim”
de... Spor yap, şnav çek... Kıyma bize...
|
|
terapist
Yönetici
Kayıt Tarihi: 01.Ocak.2007
Aktif Durum: Aktif Değil
Gönderilenler: 1803
|
Alıntı Cevapla
Gönderim Zamanı: 22.Mart.2012 Saat 13:32 |
SESLERİM Atilla Atalay
Gözlerini gözlerime dikmiş… Kaçırıyorum, yine buluyor… “Sen, sen bana
dokunuyorsun” dedi… “Yüreğimde bir yerleri acıtıyorsun, ama anlatılmaz
güzellikte bir şey.”
Tanrım, birşey olsa… Aygaz kamyonu filan geçse… Aniden ceviz iriliğinde dolu
yağmaya başlasa… Bu romantik ortamın içine etse… Ne oldu bu kıza, neler
söylüyor…
“İyi ki varsın… İyi ki… Neye benziyo biliyor musun? Eskiden kaldığım yurtta
camlar, içerisi dışarıdan gözükmesin diye beyaz yağlıboyayla boyanmıştı. O boya
tabakasındaki küçücük bir delikten bakınca dışarıyı görüyordum ben… Hele
baharda, öyle güzel gözüküyordu ki… İşte seninle olmak, o bembeyaz ya da siyah
şeyin ortasında küçücük bahara bakan deliği bulmak gibi.”
İşi şamataya boğmalıyım, yoksa fena olucak… Bu havada hayatta dolu yağmaz…
Aygaz kamyonu geçiceği de yok… Kız resmen yerli film replikleri atıyor… Hayır,
ben ters adamım, inanıveririm, dökülürüm, aşık olurum, betonlara çakılırım,
asıl benim canım acır… Yerli film… Evet… Yerli film…
Ordan sı.malı muhabbete… En Ayhan Işık sesimi kullanarak, hınzır bir ifadeyle,
ona Belgin Doruk muamelesi çektim… Misilleme olarak Yeşilçam öykülerinin
değişmez repliğini attım…
“Bırak bu lafları, kaç para istiyorsun onu söyle… Onbin,yirmibin?..”
Esprime güldü… Güzel… Ardı arkasına zincirler, konuyu dağıtırım… Gülmesi
bitince, “Bu da senin numaran” dedi… “Zırhın delinsin istemiyorsun… Hesapta
hiçbir şeyi ciddiye almıyorsun… Aslında, sana göre hayat o kadar ciddi ve
acıklı ki… Böyle bir numaraya gerek yok… Koyver gitsin kendini.” Gözlerime anne
anne bakıyor… “Güzel olduğunuz kadar küstahsınız da bayan” dedim, Ayhan Işık
sesimle…
Dedim, ama mümkün değil… Saatlerce bana inanılmaz sevgi sözcükleri sıraladı…
Ben ise ona yerli filmlerin değişmez repliklerinden attım durdum… Sırasıyla
Necdet Tosun, Sami Hazinses, Cilalı İbo, Turist Ömer, Ediz Hun… Hatta bir ara
ayağa kalkıp “Ayy-gaaz” diye bile bağırdım…
Sözünü ettiği yağlıboyadaki küçük delikten zırhımı açmasına izin vermedim…
Yıkılmadım, yavşamadım, kendimi asla açmadım… Erkeklik gururuma, değmesindi
yağlıboya…
“Korkacak bir şey yok” dedi… “Ben sana ne yapabilirim ki?”
“Çok şey” dedim… “Çok şey” derken kendi sesimi kullandığımı fark ettim. Hemen
kendimi toparlayıp Ediz Hun, Ayhan Işık, Fügüran Osman ve Erdal İnönü
sesleriyle ayrı ayrı üç kez “Çok şey” demeye çalıştım… Ama üçünde de kendi
sesim çıktı…
Sonra… Sonra, yine yerli filmlerdeki gibi takvim yaprakları uçuştu… Ben onu hiç
aramadım… Bir gün aklıma fena düştü, aradım… Aslında aramadım… Telefon açtım.
O, “Alo… alo” dedi, ben sustum… Aniden,”Susarken bile Ayhan Işık taklidi
yapıyorsun” dedi… Anlamıştı… Aslında belki de tek sorun, gerçekten anlamasıydı…
“Ne fena diil mi?” diye sürdürdü… “İnsan hep çok sevilsin diye uğraşır…
Sevilince de ödü patlar…” Sustum… “Belki de sen haklısın, o zırh ne kadar kalın
olursa, o kadar iyi… Artık arama, olur mu?” dedi. “Ve sakın üzülme… O öyle
nalet bir zırh ki; sen bile içerden delemezsin.”
Yine sessizlik… Derken, Belgin Doruk gibi son cümlesini söyledi….”Hesapta
kendini koruyordun ama yine acı çekiyorsun… Boşver… Ne diyorlardı… Gençsin,
unutursun.”
Genç miyim, unutur muyum?.. Telefonu kapadım… Sokağın köşesinden, yırtınarak
bir Aygaz kamyonu geçip gitti…
|
|
terapist
Yönetici
Kayıt Tarihi: 01.Ocak.2007
Aktif Durum: Aktif Değil
Gönderilenler: 1803
|
Alıntı Cevapla
Gönderim Zamanı: 22.Mart.2012 Saat 13:33 |
Geliş Gidiş - Atilla Atalay
O giderken
ne yapacağınızı bilirsiniz… Kara gün dostlarınızı arar, yaşamınızı alkol buğulu
geyiklere gömer, on bin kitap, yüz bin film izlemeye çalışırsınız…
Öğrenciyseniz, okulun en kazık dersine, durduk yere niye kafayı takıp,nasıl tek
vuruşta o dersi haklayabildiğinize kimse –kendiniz dahil- hiçbir anlam
yükleyemez… Deli gibi halı sahada top koşturanlar, çeşitli kurslara yazılanlar,
kibritten ev, şişe içinde gemi, marangozluk yapanlar, balık tutmaya kalkışanlar
bile olur… Bu unutmaya çalışmanın hüzünlü bir deliliğidir… Onunla birlikte
kendinizi de unutmaya çalışırsınız aslında… Kendinize "Yaşam devam
ediyor,geçip gidecek." dersiniz… Unutur musunuz peki? Bu zamanla ilgili
bir şeydir… Parmağına çekiç vurmuş bir insanın, elini deli gibi sallayıp zıplaması,
söz konusu acıyı asla geçirmez…
Gittiğini boş verelim şimdilik… Ben geleceği günü anımsıyorum… Asıl çekici o
gün vurdum parmağıma… Duvara yağlı boya resim asmaya kalkıştım. Resmi severdi…
Onu etkilemek istiyordum… Olduğumdan başka görünmek istemiyordum… Ama
gerçekten, odam benden izleri asla taşımazdı… Kitaplarımı, kasetlerimi boş
karton kutulara yığar, bir tek benim bilebileceğim yerlere koyardım… Onların
dışında çek yat, televizyon, masa falan işte…
En baba kitaplarımı bulup ortalığa serpiştirdim… Çalmam gerekir diye
bağlamalarımı,gitarımı akord edip,çekiç vurduğum parmağı 45 dakika kadar emdim,
duvara astığım resme tükürdüm sonra… Acayip canım yanıyordu… Buzdolabının
buzluğundan bir parça et çıkarıp parmağıma bağladım… Zonklaması biraz
azalmıştı…
Aslında başlangıçta iyi niyetliydim… Sadece odam benden izler taşısın
istiyordum… Sonra annemlerin oturma odasındaki hayvani müzik setini kendi odama
nasıl soktuğumu, Fıratlara telefon edip evlerindeki mor, lila ve fuşya renkli
köşe yastıklarını niye ödünç istediğimi bilmiyorum… O gün çıkıp beş saat
Gitanes sigarası aradıktan sonra, kendime Zippo çakmak almam da bir muammadır…
Aniden geldi… Elini sıkıp onu öperken, avcuna, az önce parmağıma sardığım et
parçasını bırakmışım… Gözünden yaş gelinceye kadar güldü…
Ama zaten her şey komikti… O oda benim değildi, o herif ben değildim…
Allahtan manyak mavi gözleri epey derine bakardı, onca şeyin arasında beni de
gördü…
O ilk gelişinden sonraki gidişinde, ardından, oturduğu yerlere oturdum… Kamera
gibi bakmaya çalıştım… Yastıkları görmüş müydü, müzik setinin yeri iyi miydi? O
inanılmaz zarifliğiyle attığı adımlardan attım, durduğu yerlerde durdum, onun
gibi bakabildiğimi sanarak baktım, durdum…
Bunlar işte… Her geliş gidişte bir seri anlamsız hareketi tekrarlarsınız…
Unuturken, sinemaya gidersiniz, öyküler okursunuz, gülersiniz, gözleriniz
dolar… "Gerçekten başından geçti mi? " diye sorarsınız öykücülere,
oysa "Anlatılan sizin hikayenizdir" hep… Birileri avcunuza kalbini
bırakır, derin mavi bakmayı bilmiyorsanız, göremezsiniz...
Atilla Atalay
|
|
terapist
Yönetici
Kayıt Tarihi: 01.Ocak.2007
Aktif Durum: Aktif Değil
Gönderilenler: 1803
|
Alıntı Cevapla
Gönderim Zamanı: 22.Mart.2012 Saat 13:35 |
Kırılan Atilla Atalay
Kırık kalpleri götürürsün peşinden, çocukken yarım bıraktığın ekmekler gibi, ardınsıra koşarlar. Olmadık bir zamanda kendilerine dair şarkıyı kulağına fısıldar herbiri. Duymam artık sanarsın, dudağın o bildik melodiye hüzünle eşlik ederken, sen içindeki boşluğu bir başka boşluğa savurup avunursun. Kendi kırıklığını bir başkasının peşine takınca suskun ve çaresiz, belki, o zaman...
"Büyürüm di mi. Anlarım hanyayı konyayı. Vay be, derim, bööleyken bööleymiş meğersem. Çok iyi yaa. Sen ayrıcalıklısın şimdi, ne güzel, tüm bunları biliyorsun... Bırak, ben de kendikendime öğreniyim. "
Sana daha neler söyledim, daha nasıl yaraladım, şimdi hatırlamıyorum. Oysa, kırıcı olmamak için Muzo' dan dersler almıştım. "Ben sana layık değilim" yolları yapıcaktım. "Kafam karışık, kendim bile anlayamıyorum, ben galiba dengesiz birisiyim" filan diycektim. Final, "seni incitmek istemiyorum" cümlesi olacaktı. Daha nasıl inciteceksem artık. Öyle demiştim. Sen, susup kalbini peşime taktın. İlk ardıma baktığımda yok sanmıştım... Yazdığın mektuplar, şiirlerin, anlamlar yüklediğimiz deniz kabukları, küçük taşlar filan, alayına Sindirella'nın gece tarifesini açtım. Zaman dolmuştu, her birinin tılsımı gitmişti, taş, bildiğin taş; kabuk, cümle denizlerin, hatta okyanusların en sıradan kabuğuydu. Her dalga getirip atardı onlardan insanın önüne. Şiirlerin, geyik masalarına meze oldu...
Utanmadım, "bunları bana yazmıştı" diye anlatıp; üstüne en alçak rakılardan içtim. Senden bana, "Kendini dağıttı" diye haberler getirdiler... Dağılan bendim, anlayamadım; onlar, hiç fark etmediler...
Bana "Ay, kendimi tanıyamıyorum" dedi. "Nasıl bu kadar soğukkanlı olabiliyorum, hayret bişey". Daha fazla içmeyim diye bira bardağının ağzını kapattı. "Sen elinden geleni yaptın" diye sürdürdü. "Ben olsam, çok fena kırılır, bir daha beni aramazdım" dedi. Belki kabus görüyorumdur, diye kalkıp tuvalete gittim. Bu kız Muzo'yu tanıyor olamazdı. Yoksa, Muzo'nun "insan bitirme" teknikleri, üniversitelere seçmeli ders olarak konmuştu da benim haberim mi yoktu? Döndüğümde, "Bari sen söyle niye aniden sana karşı bişey hissetmez oldum. Oysa ilişkimiz daha yeni. Neden acaba. Ben ööle çok psikoloji kitabı okumadım" dedi. Aklımdan, patlıcan sıcakları, Habitat sonrası düşülen kentsel iletişim boşluğu, güneşteki kara lekeler, Ebabil Kuşlarının Başkentin çeşitli yerlerine yuva yapmaya başladığı ve bunun bir kıyamet alameti olduğu gibi anlamsız bir yığın neden söylemek geçti... Gülerdim, gülerdi, ben ölürdüm...
"Çok güzel şeyler yaşadık." dedi. "Adeta bir mucizeydi. Öyle mutluydum ki, herkes bana bi tuhaf bakıyordu. Dün, Firuze'ye anlattım durumu, bittiğine çok şaşırdı"... Yaa, demek çok şaşırdı Firuze. Sen de onunkine şaşırırsın vakti gelince. Öööle geyikleyip gidersiniz hayat boyu, daha durun bakalım, birbirinize anlatıcak kaç hikayeniz olucak. Ben, konu mankeni olarak bulunuyorum zaten hayatınızda. Firuze kim, bilmem etmem. Ama muhtemelen bu olup biteni benden daha iyi anlıyodur. Sen konuş Firuze, ben de ööle çok psikoloji kitabı okumadım hayatta. Nedir şimdi bu olup biten, ben neresine düşüyorum? Belki de bu Firuze, Muzo' nun dişi olanıdır.
Şimdi, yüzünde, ayağına kızgın ütü düşürmüş gibi acılı bir ifadeyle ayrılık replikleri attığı bu kafede ilk buluştuğumuzda, "bana olan duygularını" anlatmıştı... "Emin misin?" diye sordum, ilkten, " insan yaşamda neden emin olabilir ki" anlamında bişeyler söyledikten sonra, "iğrençsin" demişti, "neden durduk yere seni kırmak talebiyle yaşamına giriyim ki, nası yani ööle anlık bişey, sen beni ne sanıyosun?" Gözlerinden, inanmamam gerektiğine dair şeyler okuyordum ama, galiba, yıllar öncesinin laneti kalkanlarımı aşağıya çekiyordu. Belalara karışma, vurulup düşme sırası bana gelmişti. Yıldızsız, hilâlli bir gecede, bir tuhaf ses, ısrarla adımı okuyordu.
"Biliyorum, benim başlattığım bu ilişkide, yine ben daha mesafeli davranabilirdim. Şimdi bu kadar kırılmazdın belki. Ama bunu ben seçtim. O sırada içimden gerçekten ööle geliyordu"... O konuşuyor, söz konusu kızgın ütüden benim ayaklarıma da düşüyor, boğazımda petrol yüklü tankerler ardı arkasına infilak ediyor. Kılavuz kaptan içimden bir kaç sözcük geçirmeye çalışıyor, daha dudaklarıma ulaşmadan kül olup gidiyorlar. Oysa, "Demek senin seçimin haa" demek istiyorum." Başka hoş seçimlerin var mı peki? Örneğin içi yavru dolu bir kuş yuvasının üstünde zıplamak ister misin, akvaryumda dolaşan kırmızı balığı yutmak? Oynarken, canını yakmak istediğin başka bir canlı türü var mı?" Birileri kafenin dekorlarını söküyor sanki, Muzo ile Firuze oyunu seyredip bitirmişler, yerler çekirdek kabukları, frigo kağıtları, buruşturulmuş sıra numaralarıyla dolu. Perdeyi güveler yiyor. Sigara benim, dekor değil, yanımda getirdim, garsona kaptırmayıp cebime atıyorum. "Neyiniz vardı" diye soruyor garson, O, "ne istediğimi bilmiyorum" diyor, garson, "hangimiz biliyoruz ki " diye söyleniyor. Ben konuşamıyorum ya; garson, oyun bitsin diye benim laflarımı da söylüyor. Bir güve gelip, perdenin hepsini yiyip bitirdiklerini dolayısıyla boş yere perdenin inmesini beklememiz gerektiğini anlatıyor... Ya da bana öyle geliyor.
Arabadan inerken, "Sen yine de beni tanıdığın için o kadar mutsuz olma" diyor, peki, olmam. İstediğimiz zaman birbirimizi arayabiliriz. Hatır felan sormak için yani. "iki medeni insan gibi"... Tabi, ben bir kertenkeleyim ya, kopan kuyruğum yeniden çıkınca ararım seni. Korkma sen ama, aziz dostun, "eks sevgilin" kertenkele, kellesini vurup yerden yere, kendisini dağıtmaz. "Hadi, sen de kendine iyi bak. " Kapısı kapanınca, arabanın içindeki ışık da söndü. Şimdi, her yer karanlık. O, apartmanın kapısına doğru kuş gibi hafiflemiş yürüyor. Karanlıkta, peşinden pıtı pıtı koşan küçük bir şeyi farketmiyor. Belli ki henüz bilmiyor. Oysa, "Kırık kalpleri götürürsün peşinden. Çocukken yarım bıraktığın ekmekler gibi, ardınsıra koşarlar."
Atilla Atalay
|
|