Yazar |
Konu Arama Konu Seçenekleri
|
terapist
Yönetici
Kayıt Tarihi: 01.Ocak.2007
Aktif Durum: Aktif Değil
Gönderilenler: 1803
|
Alıntı Cevapla
Konu: ÖYKÜLER Gönderim Zamanı: 22.Mart.2012 Saat 13:19 |
Bu bölümümüzde sizlere sevimli ve bir o kadar da değerli öyküler sunacağım...
Ancak sevgili dostlar eserleri salt buralardan okumak ve bunu alışkanlık haline getirmek paylaşmak, yazar açısından verdiği emeğin karşılıksız paylaşılması demektir ki bu da haksızlık ve saygısızlıktır.
Benim buradaki amacım tanışmamış olanları tanıştırmaktır. Beğendiğiniz yazarın lütfen kitabını alınız... Bu "medeniyet" tir Bu "etik"dirEn sevdiklerim arasındaki Atilla Atalay öykülerinden örnekler sunuyorum... Kitaplarını almayı unutmayın
AVRUPA
TRENİ
Alo, Sıdıka,
Kenar ben. Seni düzeyli bir vize işi için arıyorum, samimiyim.
- Vize mi?
Nası yani Kenar? Sende konsolosmuşum gibi bir his mi uyandırıyorum? Bu yine bir
telefon seksi fantezisi mi? Vize vermem mümkün değil ama cenazen için
"Defin Ruhsatı" alma konusunda sana yardımcı olabilirim Kenar. Bizzat
gebertirim.
- Avrupa
Treni kaçmaktadır bugün Sıdıka... Biz o trenin yataklı vagonuna pinmek için...
- Alkol mü
aldın sen Kenar? Avrupa Treni dediğin şeyin restoran vagonunda felan mısın?
- Ne
münasebet Sıdıka, alkol felan kullandığım yok. Peki sen alkol aldın mı Sıdıka?
Bana "hoh" demek ister misin. Ama hemen şimdi deme, şu an internet
cafedeyim, yarım saate evde olup üstüme rahat bişeyler giyerim, o zaman
"hoh" de...
- Bak gene
başladı eş..eşkenar!
-
Avrupalıların önünde ne bağırıyosun Sıdıka. Bu koşullarda tabii ki bizi o
topluluğa almazlar. Bu gün erişkin iki insan arasındaki bir fantezi isteğine
bile bu şekilde tepki gösteriyorsak geçmiş olsun bize.
- İmdat
diyorum Kenar ya, "İmdat Freni"ni çekiyorum.
- Tabii
Sıdıka, sen bu tren kaçsın istiyosun. Bu Kenar hep sana mahkum olsun istiyosun.
Çünkü neden; İsveçli, Norveçli, Danimarkalı her türlü fantaziye açık sarışın
hatunlarla baş edememekten korkuyorsun. Ama sırf senin yüzünden memleket bu
tarihi fırsatı kaçırmıycaktır Sıdıka!
- İyi de
salağım benle ne ilgisi var, trenin raylarına mı yatıyorum? Hem bak sana bişey
söyliyim mi, biz topluca o treni kaçırsak bile, seni tek başına kesin alırlar
oralara. Ne olsa bilim ve teknikte bizden daha ileriler, senin gibi özel bi
yaratığı incelemek istiyecek bi üniversite laboratuvarı olduğundan eminim.
- Benim
laboratuvarda ne işim olur ki Sıdıka. Eğer, hani yani, bana "Deney
Hayvanı" demek istediysen...
- Yok
"fayans" demek istedim... Biliyosun laboratuarlar komple fayans kaplı
olur.
- Fayans mı?
Anlamadım ki... Hıh... Biliyorum, mahsus anlaşılmaz kadını oynayıp beni kendine
kul köle etmek istiyosun Sıdıka. Ama senin bu tür şeytanca oyunlarını yemez
Kenar... Günün birinde beni fayans gibi pürüssüz ve ak pak teni olan
Danimarkalı görl firendimle görünce kafanı vurucak duvar arıycaksın... Elveda
Sıdıka. Adiyö...
- Hadi ya...
Hehe... Elveda Kenar.
- Pişmansın
de mi? Bana fayans demiycektin Sıdıka. Som altından taç olsan affetmez artık
seni bu Kenar. Elveda.
- .....
- Elveda?
Kapattın di mi riyakâr kadın... Kukla ettin beni kendine ama artık bitti,
finito. Kenar yok artık. Elveda? Alo...
* * *
- Alo
Sıdıka... Bu defa seni tamamen temiz ve milliyetçi hislerle arıyorum,
samimiyim... Türk’ün Türk’ten başka dostu yok Sıdıka... Her ne kadar bana
fayans demiş olsan da seni affediyorum. Neden dersen, bu bana Danimarkalı bir
kızın "May Honey" yani, "balım" demesinden daha iyidir.
Neticede söyleyen benim insanımdır. Hiristiyan Kulübünün burnu okka gibi fakat
havada olan bir neferi değildir. Ben onlara elveda dedim artık Sıdıka, o ecnebi
meraklısı Kenar geride kaldı. Ve evet, ben bir fayansım Sıdıka, senin
fayansınım... Fayans ettin beni kendine... Alo... Alo?
|
|
terapist
Yönetici
Kayıt Tarihi: 01.Ocak.2007
Aktif Durum: Aktif Değil
Gönderilenler: 1803
|
Alıntı Cevapla
Gönderim Zamanı: 22.Mart.2012 Saat 13:20 |
Burnu Fındık Atilla Atlay
Çocukken perilerin postanelerde yaşadıklarını sanırdım. Öyle ufak posta
kutularında telefon kulübelerinde değil, bildiğimiz gişesi felan olan postane
binalarında işte. Uzunca bir süre bu fikrimi kimselere açıp onaylatmadım ama bu
durumdan gayet emindim. Postanede periler vardı, onlar Nazan’a
havale yollayıp çocuğu hasta etmişlerdi. Üstelik perilerin en kudretlisi peri
padişahı, Nazan’ın
yemyeşil gözlerine aşık olup, onu daha bebekken, büyüyünce başka birisinin
gelini olmasın diye nikahına almıştı... Böyleydi yani...
Büyüklerin felçli Nazan bebek için, kimi zaman "Ateşlenip havale geçirdi,
böyle kaldı" Kimi zaman da, "Cin tuttu, peri padişahı nikahına
aldı" diye açıklama yapmaları, kafamda böyle birleşmişti. Çünkü dedemin
arada bir İsanbul’dan
gelen havaleyi almak için postaneye gittiğini biliyordum. Demek ki havale
işleri postaneden dönüyordu, perilerin üssü de oradaydı. Periler, pulların
arkasını yalıyor, telefonu kulağına dayarsan sana ıslık çalıyorlardı. Bigün
postacının üstüne kasten bir düve iriliğindeki köpeğimiz Tarkan’ı
salarak adamcağızı dut ağacının tepesine kadar kovalattırdım. Postacıya yönelik
bu menfur suikast girişimim sonunda, bendeki bu postacı ve postane nefretini
gerekçeleriyle dedeme açıklamak zorunda kaldım. Kendisi gülüp, "Öööle
değil len" dedi, "Nazan’ın havalesi başka bişey, postaneynen
felan alakası yok... Hastalık o... Çok ateşi çıkıp beynini yakmış... Anladın
mı?". Anlamadım tabi. Dedem peri konusuna bir açıklama getirmeksizin sert
bir ses tonuyla "Hangisi anlatıyo sana bööle şeyleri anneannen mi, teyzen
mi, deyiver bakalım bana" diye bağırdı. Anneannemi ve teyzemi dedemin olası
hışmından korurken, benim gözüme henüz aklanmamış postacıyı harcamayı da ihmal
etmedim, kesin konuştum: Postacı... Hepsini postacıdan duydum...
Teyzem, çeşitli zaman aralıklarıyla beni ayakta mutfak kapısının pervazına
yaslanıp, pervaza, kurşunkalemle boyumun uzunluğunu belirten çizikler atıyordu.
Nazan’la
birlikte büyüyorduk. Nazan’ın
annesi Emine Yenge, bazen durduk yere bana bakıp ağlamaya başlıyordu. Keşke
Nazan da benim gibi bahçelerde koşup oynasaydı, keşke büyüyünce benim gelinim
olsaydı... Oysa O yatağında öylece yatıyor, kimseleri görmüyor, duymuyor,
yalnızca arasıra gelen perilere gülümseyip uzun uykulara dalıyordu... Ben,
gizlice yastığına yanağımı koyup baktığı yerleri gözetliyor, O’nun
kimi zaman duvarda bazen tavanda ya da yerde görüp gülümsediği perileri bulmaya
çalışıyordum. Ama Nazan ben gibi ağaçların cindoruğuna çıkıp dalından kiraz
yiyemez, çaya girip balık kovalayamazdı, ben de perileri göremezdim...
Görebilseydim, bi çift lafım vardı o perilere... Gidip padişahlarına
söylesinlerdi. Annesi hep ağlıyor, babası derdinden tenekeyle rakı içip
bahçelerin gölgesine, ısırgan otlarının arasına devriliyordu. Yeterdi artık.
Bıraksındı Nazan’ı.
Hem, büyüyünce O benim gelinim olacaktı... Bir keresinde tüm bunları kocaman
bir kömür sobasına söyledim. Nazan oraya bakıp gülüyordu, periler sobanın
oralardı biryerde olmalıydılar...
Söylediklerim peri padişahının yüreğini yumuşattı galiba. Ertesi yıl Nazan bir
kaç insanı tanımaya başladı sanki. Başucuna gidince onlara belli belirsiz
gülümsüyordu. Bunlardan birisi bendim. Annesinden öğrendiğim gibi işaret
parmağımı usulca burnuna dokundurup gülerek "Fındık burunlu kız, fındık
burunlu kız" diyordum... O koca yeşil gözlerini açıp öyle bir gülüyordu
ki... Artık iyiden iyiye inanıyordum, az kalmıştı, Nazan kalkıcak, büyüycek,
benim burnu fındık gelinim olacaktı...
Ama bir yaz gecesi, bahçede, başucuna gittiğimde bana bakıp, önce yüzünü
ekşitti, sonra katıla katıla ağlamaya başladı. Ne yapacağımı bilemedim, öylece
kalakaldım.
Sıcak yaz gecesinde herkes bahçelerdeydi. Köyün tepesindeki mağaradan kaynayan
su, yollardaki arklardan kıvrıla kıvrıla usulca herkesin bahçesine geliyor,
hanımlar akşam serinliğinde bostan sularken beyler çardaklarda külbastı yapıp,
mağaranın buz gibi suyuyla buğulanan bardaklardan rakı içiyorlardı. Annesi,
akşamları ferahlasın diye Nazan’ı
da bahçelere getirip ordaki bir kerevete yatırıyordu. Esasen ben akşamları
Nazan’a
pek bulaşmaz, adamlar sofrasında oturup "laf dinlerdim". Ama bu kez
farklıydı. Dayım eliyle bir ateşböceği yakalayıp, sigarasının jelatinine
koyarak bana "Çoban ampulü" yapıvermişti. Elimde jelatin içinde yanıp
sönen ateşböceği yle bir süre dolaştıktan sonra onu Nazan’a
göstermeye karar verdim. Daha görür görmez ağlamaya başladı. Bir bana bir
elimdekine bakıp hıçkırıyor, gözlerini sımsıkı kapatıyordu. Periler mi söyledi,
ne oldu, nasıl akıl ettim bilmiyorum; jelatini gevşetip ateşböceğini gökyüzüne
bıraktım. Ağlaması bıçak gibi kesildi. Bir süre gözleriyle ateşböceğini izledi,
sonra bana baktı, "burnu fındık" dedim, güldü...
Eylüldü, bağbozumu zamanı... "Düğünlerde bu kadar çok ağlanılmaz ama"
dedi teyzem... "Bu Nazan’ın
düğünü işte..." Burnu fındık peri padişahına gelin gitti.
Düzenleyen terapist - 22.Mart.2012 Saat 13:26
|
|
terapist
Yönetici
Kayıt Tarihi: 01.Ocak.2007
Aktif Durum: Aktif Değil
Gönderilenler: 1803
|
Alıntı Cevapla
Gönderim Zamanı: 22.Mart.2012 Saat 13:21 |
DENİZ
KENARI A Atalay
- Niye öyle
boş boş bakıyosun Sıdıka. Tanımadın galiba, ben Kenar. Gerçi tanımamakta
haklısın, mevsim gereği bi miktar bronzlaştım. Fakat görüyorum ki sen hiç
yanmamışsın. Yanmanı isterdim.
- Hiii...
Aman Allahım deniz Kenar?ı... Anneme uyup Marmara Denizi?nin ölüsüne girmeye
gelirken, koli basilinden elma eşeleğine, hatta katil yosuna kadar her türlü
çöp ve pislikle karşılaşmayı göze almıştım ama sen hesapta yoktun Kenar.
- Ben ise
seni böyle mayolar içinde görüceğimi rüyamda görsem inanmazdım Sıdıka. Bir
rüyasın değil mi? Ya da bir nesin Sıdıka? Ben senin için neyim?
- Şu
kadarını söyliyim Kenar; sahilde babam ve abim var, ikisi senin için bir kabus
olabilir. Ayrıyetten tek başıma da şuracıkta seni boğabilecek teknolojiye
sahibim.
- İyi de
Sıdıka?m ben zaten boğuk durumdayım. Seni gördüğüm dakikada nefessiz kaldım.
Biliyorum, ben senin için gönül eğlendirdiğin bir oyuncağım adeta. Bu durumda
benimle oynayabilirsin Sıdıka. Tamam, var gönlünü eğlendir. Deve güreşi yapmak
ister misin?
- Git
başımdan Kenar yaa. Koca denizi dar etme insana. Zaten şurada kırk yılda bir
suya girip ferahlıycam. Hadi, olay büyümesin. Ben senin söylediklerini duymamış
olıyım, hatta sen olmamış ol.
- Tamam
Sıdıka, gideceğim bu hüzün denizinden, beni intahara sürükleyen bu kahrolası
maviden. Yalnız senden ufak bir ricam var, şunca zamandır seni seven Kenar?ın
"elveda" demeden önceki son arzusu olarak kabul et; suyun altında
bacaklarını açar mısın, arasından geçip gideyim.
-
Çaktırmadan arkana bak Kenar. Sahilde elini alnına siper etmiş düşman denizaltısı
gözetler gibi buraya doğru bakan mavi basma elbiseli kadın benim annem oluyo.
Ve seni farkedip alarma geçmesine üç saniye var. İnan bana Pörharbır?dan sonra
tarihin göreceği en kanlı deniz muharebesi başlamak üzere.
- Başlasın
Sıdıka, ben zaten Pörharbır olmuş bi insanım. Bu arada tüy diplerin pürtük
pürtük oldu, zannedersem üşüdün ama sana nasıl yakıştı anlatamam... Kötü bir
niyetim yok Sıdıka, sadece üşümeni beğendim "pürtük" dedim diye
yanlış anlama lütfen.... Sıdıka?
-....blurp...
- Suyun
altında bu kadar kalmamalısın Sıdıka. Sıdıka? Nerdesin ruh ikizim? Bari
baloncuk çıkar Sıdıka. Bak, ben yüzmesini bilen bir insan değilim ki. Yani ama
yeter artık bu kadar naz olayı. Suyun yüzüne çıkmazsan gidiyorum ben. Samimiyim
Sıdıka, istenmediğim bir denizde daha fazla duracak değilim. Gidiyorum bak,
elveda. Elveda Sıdıka... Taştan bir kalbin olduğunu biliyordum ama aynı zamanda
su geçirmez olduğunun farkında değildim.
Yordun sen
bu Kenar?ı, kukla ettin kendine. Ama artık bitti. Elveda. "Blurp"
haaa... Öyle olsun bakalım, değmezmişsin be Sıdıka, işin gücün riya imiş.
- Yavrum
insan niye kendini durduk yere boğmaya çalışsın ki. Anneden gizlenmez be
evladım, varsa bi derdin söyle. Gözümden kaçtı zannetme, yanına salaktan bi
oğlan geldi ondan sonra suya soktun kafayı sen. O çocukla aranızda bişey mi
geçti Sıdıka. O *..*** ne söyledi de dört varil su yuttun, söyle kız ne geçti
aranızda. Cemiyete rezil olduysak, hazır hastanedeyken yeni bi surat ve kimlik
yaptıralım efbiay şeysi gibi. Kız hadi sööle de gidip estetik cerrahiden
ameliyat günü alıyım. Yavrum çıkarsana kafanı yorganın altından, annesinin sözü
bu kadar mı batar insana ayol. Hayır vırvırcı bi insan olsam neyse. Tamam
bundan sonra o yorganın altında yaşa sen, orda yuva yap kendine, başka anne
bul. Sanki kötü bi laf söylüyoruz, sanki boş yere konuşuyoruz. İyi bakalım,
kimselerle konuşma sen, kimsenin lafını sözünü beğenme, herkes psikopat bi sen
akıllısın. Kız çık dedim, bak hallaca verir o yorganla beraber dövdürürüm seni
cadaloz.
|
|
terapist
Yönetici
Kayıt Tarihi: 01.Ocak.2007
Aktif Durum: Aktif Değil
Gönderilenler: 1803
|
Alıntı Cevapla
Gönderim Zamanı: 22.Mart.2012 Saat 13:22 |
DİGİTAL
KENAR
Alo...
Merhaba Sıdıka, ben arkadaşın Kenar Öbürtekin, bu bir bant kaydıdır. Yani bu
kısmını ben kaydediyorum, biraz soona başlıycak şiir kısmını "Cep
şiir" servisinden 16 kontür karşılığında ikimiz için seçtim duygularımın
ifadesi bakımından... Sinyal sesinden sonra dinle ve beni düşün... (Dııt) "Yürek
değil, çarıkmış bu manda gönünden...." Ehem...
- Şşş alo...
Alo yine nooldu kontörümün Kenar’ı?
- Alo
Sıdıka, alo bu benim Kenar, yani bir bant kaydı olarak değil, şahsen bizzat
kendimim. Canlıyım Sıdıka ve bir canlı olarak benim de hislerim var. İşte bu
hislerimden bir kısmını sana şiir olarak yollıyım dedim ama bi yanlışlık oldu.
A - 27 yi tuşlayıp İclal Aydın’ın sesiyle "Ben sana mecburum"u
yollıycaktım, ters bastım heralde. Nerden çıktıysa "Manda gönü" diye
bişey çıktı.
- Asıl sen
nerden çıktın Kenar, seni hayatımdan silmek için hangi tuşa basmam gerekiyo?
- Ayıp oluyo
ama Sıdıka, ben sana kalbimi veriyorum sen bana error veriyosun. Oysa kızlar
kendilerini güldüren hatta şiir yollayan erkeklere sadece error vermezler...
Diyeyim ben, sen anla artık.
- Ben sana
ne diyim bilmem ki Kenar. Eskiden klasik bi salaktın ve bu dijital kazma
halinden daha katlanılabilir bi tarafın vardı. Semtlere Internet kıraathaneleri
açılalı beri dilin "error" felan gibi laflara da dönmeye başladı.
Tebrik ederim, kazmalığın her alanında en son teknolojiye göre yeniliyosun
kendini. Umarım ben hayattayken memleketimizin güzide ayılarının hizmetine
"ışınlanma" teknolojisi filan da girmez. Çat kapı üç boyutlu olarak
hiç çekilmezsiniz.
- Bırak
şimdi, cebine yolladığım koala resmini aldın mı? Hani sarılan hayvan.
- Hayır
almadım Kenar. Ben de sana vaşak ya da sırtlan gibi bir yırtıcı hayvan
yollıycam ama ışınlanma teknolojisini bekliyorum.
- Böyle
yırtıcı konuşmaların var ya Sıdıka, nası hoşuma gidiyo biliyo musun? Öööle
Sırtlan felan dedin de ayıptır söylemesi şu an benim üstümde Puma eşoftman var
Sıdıka. Ya senin? Alo... Aloo. Gene kapattın mı yoksa riyakâr kadın! Ben sana
kontörlerce para harcayıp şiir yollamaya uğraşıyım, sen fantaziye kalkışınca
telefonu kapat, görlfriendlik görevlerini yerine getirme. Quittirip gidicem
senin hayatından çok arıycan bu Kenar’ı çook.
* * *
- Sıdıka gel
yavrum, seninle baba oğul gibi konuşalım...
- Nası yani
baba? Sen, esasen abimle konuşmak istiyosun da bi yanlışlık mı oluyo? Yoksa
doğumum sırasında benim hakkımda seni yanlış mı bilgilendirdiler?
- Her neyse
Sıdıka "baba kız" diycektim dilim sürçtü. Çünkü aklım o oğlanda. Hani
adı Yakup olan. Seni cebinden ardığımda telefona çıkan o Yakup kim Sıdıka?
Cevap ver! Ben bu cep telefonunu sana fink hattı olarak mı aldım?
- Ben öyle
birini tanımıyorum baba? Yani beni aradığında cep telefonuma Yakup isimli
birinin çıkması çok saçma. Hihihi... Anladığım kadarıyla sen yine yanlış
tuşladın o dolma parmaklarınla. Dedik sana o kadar küçük telefon alma diye.
Sonra da sarhoşken felan o dolma gibi parmaklarla yanlış yunluş yerleri
arıyosunuz.
- Bunlar
nası konuşmalar kız bööle Türk erkekleri felan. Sıpaya bak sıpaya, anasına uyup
bi kartlı telefon aldık diye kendini reklamlardaki "Özgür kız" sandı.
Bak şu beş kardeşe. Ellerim niye bu kadar büyük, parmaklarım niye bu kadar
dolma biliyon di mi Sıdıka.
- Evet
babaanne! Fakat gerçekten bi yanlış anlama, en azından bir yanlış tuşlama var.
-
"Sıdıka" diye hafızaya aldım kız ben seni. Tek tuşta arıyo. Üç kez
aradım üçünde de Memur Yakup diye bi adam çıktı...
- Haa sahi,
Kenar’a tuzak olsun diye telefonumu semt karakoluna yönlendirdiydim de
- Bu durumda
Kenar kim? Aom dı dıdıdıı dırıdırıdıı. Benim adım Zekeriya Saka çok güzel
döveriim, şiddetim pek hoştur iyi tekmeleriiim... aomm.
Düzenleyen terapist - 22.Mart.2012 Saat 13:26
|
|
terapist
Yönetici
Kayıt Tarihi: 01.Ocak.2007
Aktif Durum: Aktif Değil
Gönderilenler: 1803
|
Alıntı Cevapla
Gönderim Zamanı: 22.Mart.2012 Saat 13:23 |
Festival
Jürisi Atilla Atalay
- Bence erkek oyuncu ödülünün Şevket’e verilmesi çok manasız...
- Saçma! Filmlerin hiç birisinde Şevket diye birisi yok zaten...
- Hadi ordan... Ben bi sürü Şevket gördüm... Asıl siz film gösterilerinde uyukladığınız
için, bi tane bile Şevket görememişsiniz, kalkıp fikir yürütüyosunuz...
- Asıl sen su gibi votka içip perdede olmayan Şevketler görüyosun... Şuna bak
kibrit çaksam infilak edicek, leş gibi votka kokuyo herif...
- Burası Antalya Film Festivali diil mi kardeşim? Şevket diye birisinin olması
lazım... Bir ay önce Arif’in yerinde oturuyodum, yanıma geldi, “Abi bizim film
festivalde, sen de jürideymişsin” dedi... Şööle esmerden bi çocuk... Bi sürü
votka içtik, hesabı bana kitleyip tüymüş... Madem ki bööle bi terbiyesizlik
yaptı, Şevket olayı bitmiştir artık... Benim için Şevket yok... Finito...
Bitdi.
- Siz bi kahve için de öyle oylamaya geçelim...
- Lan yoksa biz Şevket’in yerinde
içiyoduk da Arif diye biri mi geldi?.. Ben karıştırıyo muyum?
- İtiraz ediyorum... Bu adam jüriden çekilsin... Dut gibi sarhoş, burnunun
ucunu göremiyo... Demin en iyi kadın oyuncu oynanırken de oyunu “Sezercik” diye
bişeye verdi.
- Buldum bi
dakka... O çocuğun adı Şevket diildi. Suphi galiba... Şiir yazıyodu... Bana
şair jürisi için kulis yapıyodu, o arada kitledi votka hesabını... Şiir
jürisinde mansiyon bile verdirtmiycem o şerefsize... Bittin sen Suphi...
Finito...
- Bu ayyaş da her boka jüri... Bundan habersiz apartmana başkan bile seçilmiyo
şu ülkede. Geçen yıl ilkokullar arası “Tasarruf ve biz” konulu kompozisyon
yarışmasında halamın kızını harcayıp, birincilik ödülünü Cihangir’de 38 yaşında
cüce bir hayat kadınına verdirtti... Neyse... Oylamaya geçelim... Bence en iyi
erkek oyuncu ödülü Namık Tilbe’ye verilmeli... Dinamik bir oyunculuk, yeni bir
yüz...
- O adam kim yaa? Yüzünü kim yeniltti?
- Türk Sineması votka krizi içinde... Saçmalamaya başladı... Namık Tilbe’yi
nası tanımazsınız beyefendi?
- Ben ona bi heykel yarışmasında bi ikincilik verdirtmiş miydim? Hani topluca
bi çocuk, burnu var hani...
- Herkesin kendi çapında bir burnu vardır beyefendi... Ama görünen o ki,
bazılarımızın beyni yok...
- Noporm... Öpsi..
- Hıı?
- Zzzzzzzzt... Tokai, Erenköy distüribütörlüğü...
- Edepsizler... Laf dinleyin şurda... Sizin kulis oyunlarınıza pabuç
bırakmıycim... Hakkeden, hakkettiği ödülü alıcak, işte o kadar... “En İyi Erkek
Oyuncu” ödülü Namık’ındır...
- Zzzt... Babayii...
- Sabote etme efendi... Otur votkanı hortumla... Bu tip kayırma ve kliklerle
sinemamız bi yere gitmez... İtme insanı be! Bi çarparım...
- Yaşlı jüriye el kalkmaz, Erol Taş kesilirsin...
- Asıl siz, taraflı kararlara katılmıyorum diye bana karşı Mütecaviz Coşkun
kesiliyorsunuz.
- Naapalım... Burada Türk Sineması tartışılıyor... Francis Ford Coppola
kesilicek halimiz yok ya. Anca Tecavüzcü Coşkun kesilinebiliniyor... Zaten
salon yok, bi bok yok..
- Ne alâka frigo yaa? Konuyu niye dağıtıyosunuz şimdi? Salon filan nerden
çıktı... Oylamaya dönelim...
- Ben Cemil Filmer’le beraber Yeşilköy’de film çekiyorum... Bi baktım Kriton
İliyadis geliyo... Bizim sesçi çocuk... Abi dedi, negatifler ışık almış, ilk
beş sekans yeniden çekilecek...
- Aaa ama... Konuyu daatmayın dedikçe...Geyiğin kralı dönüyo... Zıçarım
jürisine... Ben çekiliyorum arkadış... Ne haliniz varsa görün...
- Kalsaydınız, orontgutz. Noporm öpsi?
- Zzzt dedirtmiycem işte..
* * *
- Sonunda
jüriden çekillip gitti inek... Tutturmuş kulis var, kayırma var... Sen kimsin
lan?.. Delirtmeseydik gidiceği yoktu adinin... Oyunculuk yeteneğimi kullanarak
sinirlerini bozdum... İlk ikisi çabuk üşüttü de bu sonuncusu dişli çıktı...
Neyse, çatlak sesler ayıklandığına göre, önceden belirlenen listeyi basına
veriyoruz... Gazetecilerden kıllanan olursa ne diyceğinizi biliyorsunuz: Noporm
opzi... (Ebekulak/İletişim Yayınları)
|
|
terapist
Yönetici
Kayıt Tarihi: 01.Ocak.2007
Aktif Durum: Aktif Değil
Gönderilenler: 1803
|
Alıntı Cevapla
Gönderim Zamanı: 22.Mart.2012 Saat 13:24 |
HINDAROĞLU HENEK BEY
- Allah alayını bildiği gibi yapsın, topunun köküne kıran girsin, ocaklarında
incir ağacı bitsin, hortlayası hokkabazlar ... Meraba Sıdıka ben geldim...
Faraş ağızlı, sütü bozuklaa ot kafalılaa..
- Vay Şetaret Hala... Biz de, halam kaç zamandır Sinop'tan bu tarafa kaçmadı
diye endişe ediyoduk. Özlemişiz yaa. Beddua seansın bittiyse söyle bakalım, bu
sefer neden kaçtın, yoksa yine eniştem yüzünden mi?
- Köyü televizyonculaa bastı o yüzden gaçtım Sıdıka. Antimedyağ oldum gaari ben,
nefret ediyan televizyan olayından. Özel hayatımıza gameralaa girdi, tiksiniyan
hepsinden...
- Atıyosun hala. Tee Sinop'a gelip de sizin özel hayatınıza niye girsin ki
kameralar. Onlar sürü halinde, burdaki bir avuç silikon, porselen, botoks
karışımı yaratığın peşinde dolaşıyolar. Anca deprem felan olacak ki sizin
tarafa bi kaç tanesi düşsün...
- Öyle değil gız, dizi çekmeye geldilee. Şimdik dağda bayırda, ıssız köy ve
mezralarda geçen diziler moda ya. Bizim köye de bi ekip geldi, "Hındaroğlu
Henek Ağa" mı ne öyle tuhaf isimli bi dizi çekiyolar.
- Fena mı kız hala? Layla Kapısı görmekten gına geldi, televizyona bakar bakar
azcık memleket hasreti gidermiş oluruz.
- Sen öyle zannet, az kaldı hasret gidereceğin bir memleket bile galmıyodu
ortalıkda. Evvela bütün köylü "Gelin bizim evde çekin, ev turistik
olsun" diyerekten birbirine düştü. Sarıdanaların Ökkeş, Borucu Tevfiği
"Set bizim evde kurulacak sen çekil aradan" deye vurdu. Soona
Tevfiğin kardeşleri de Ökkeş'i vurdu haliynen. Ökkeş' açılan yaylım ateşi sırasında
Torbaların Ömer yanlışlıkla vurulunca Ömer'in oğulları Tevfiğin kardeşlerini
bıçakladılar. Soonacığıma...
- Ay yeter hala... Bana bak, takip edilmediğinden eminsin değil mi? Hayır yani,
peşine filan takıldılarsa çatışmalar bizim eve de sıçramasın.
- Aman evlerden uzak. Rabbim kimsenin yuvasına televizyoncu uğratmasın. Demin
onu anlatıyodum. Bu televizyon ekibi sonunda Göbeksizin Hamdi'nin evini seçti.
"Çekim yaparken sessizlik olsun köpek havlamasın, eşek anırmasın"
dediler diye, Hamdi köpeğini vurdu, eşeği çayıra saldı, bebeği ağlıyo
diyerekten gelini de anasıgilin köyüne yolladı. Gelin askerdeki gocasına mektup
yazdırmış "Babangil beni bebeğiminen beraber evden govdu" demiş.
Oğlan da mektubu alınca askerden firar edip köye geldi. Ondan soonacığıma
efendim... Ay dilim damağım kurudu kız. Git bi çay koy...
- Hayatta çay felan koyamam şimdi. En heyecanlı yerinde bıraktın kız hala. Hadi
devamını anlat. Naaptı firar eden oğlan? Gelin soona evine döndü mü?
- Az sonra... Firari Er Mıstafa, bubasıgile neler söyledi? Bahtsız gelin Hacer,
ikinci bebeğine mi hamile... Azz sonra... Sen önce git de çay getir.
- O hoo sana da bulaşmış televizyonculuk kız hala. Şaka bi tarafa, o televizyon
ekibi sizin köyün başına sardırdığı belayı çekse "Hındaroğlu Henek
Bey" mi ne, işte o acaip adlı salak diziden çok daha sağlam bi drama
olur... Eee?
- Eeesi, Firari Er Mıstafa, "Sen bu evi televizyonculara kiralıycam diye
benim hanımımı nasıl kovarsın, al öyleyse" diyerekten iki teneke benzin
döküp babasının evini cayır cayır yaktı. Yirmi hektar ormanlık arazi de
birlikte yandı. Yanan ormanlık yeri kendimize tarla yapacaz diye on onbeş kişi
daha kavgaya tutuşup birbirini vurdu.
- Ay hakkaten volkan patlayıp lav püskürse televizyonculardan daha az zarar
verirmiş köye. "Köyden bi tek ben sağ kurtuldum" deme sakın hala...
Eniştem yaşıyo di mi?
- Ona yaşamak denirse yaşaya. Onbir kere vuruldu, ben buraya gaçarken hala
vurulup duruyodu.
- Nası yani kız hala. Eniştemi öyle bir durumda nasıl terkedersin. Hemen köyü
arayalım, belki yaşıyodur, kan felan lazım mıdır acaba?
- Öyle değil gız, televizyonculaa rol verdi buna. Hındaroğlu Henek Bey'in
kâhyası rolünde. İlk bölümde Ağa'nın hasımları vuruyo bunu. Yalnız enişden
gabiliyetsiz çıktı biraz, bitürlü güzel vurulup ölemiyo. Oluncaya gadar habire
çekiya gameracılar. Herif "güzel ölemedim" deye eve bana gapris
yapıya, yok yere hır çıkarıp çoluğa çocuğa girişiya. Huzurumuz gaçdı Sıdıka...
Allah alayını bildiği gibi yapsın, hortlayası hokkabazlar..
Düzenleyen terapist - 22.Mart.2012 Saat 13:27
|
|
terapist
Yönetici
Kayıt Tarihi: 01.Ocak.2007
Aktif Durum: Aktif Değil
Gönderilenler: 1803
|
Alıntı Cevapla
Gönderim Zamanı: 22.Mart.2012 Saat 13:25 |
MADAM SAKA
- Sıdıka kız... Niye ööle tek başına zifiri karanlıkta oturuyosun? Odanda zenci
mi saklamaya çalışıyosun? Kimse çıkar dışarı o marsığı, baban ikinizi de
öldürür...
- Anne ordan baksana karanlıkta ışıldıyo muyum?
- Yok bi bok gözükmüyo, körolmayası, yakıyorum ışığı. Söyle o zenciye çıblaksa
giyinsin, açıyorum.... Sahi naapıyosun kız ööle karanlıkta manyak gibi?
- Dedim ya anne, ışıldıyo muyum diye bakıyorum. Koca nükleer santral yıkıldı
cayır cayır radyasyon var gezegende. Belki de öldük, "tüketim durmasın,
küresel ekonomi zarar görmesin" diye bize söylemiyolar.
- Bitmedi mi kız o nükleer şeysi. Televizyon gaste felan bi gram laf etmez
oldu. Survivor'daki Nihat Doğan maceralarını gösteriyo hepsi. Sen de normal
insanlar gibi ööle şeyleri takip etsene. Tutturmuş gezegen de gezegen diye.
Sana ne faydası var salak kızım, gezegen getirip önüne bi tas çorba mı koyuyo?
- Dikkatli düşünürsen göreceksin Safiye Saka. Herşeyi bu gezegen koyuyo
önümüze. O yoksa biz de yokuz.
- Mesaj verme lan anneye. Bak koca bakan bile çıktı söyledi, "Bekarlık
nükleerden daha tehlikeli" dedi. Bu da kalkmış "Ne yapsam da esnaf bi
koca bulup yuvamı kursam, bir an evvel üç çocuk yapsam, beyim Doblo alsa
TOKİ'ye girsek" diye düşüneceğine, galaksiyi düşünüyo.
- Bir başka bakan da sana "şişman değil şişko" dememizi söyledi
ama...
- Niyeymiş bana şişko deniyomuş? Koskoca Bakan'ın işi yok da özel kalemine
"Bundan böyle Safiye Saka'ya şişko densin" diye talimat mı vericek?
Uydurma şimdi, konuyu dağıtma. İlmen isbatlanmış işte, bekarların düzenli bi
hayatı olmadığı içün, sapır sapır dökülüp ölüyolarmış, nerde kaldı nükleer?
- Orası doğru; ölülerin düzenli bir hayatı olur bak...
- Bişiy sorucam Sıdıka; Madam Küri evli diil miymiş? Radyasyonu bulan kadın o
diil mi? Madam Küri'de Mösyö Küri diye bi adamla önce yuvasını kurmuş, sonra
radyasyonu bulmuş, sonra da radyasyondan ölmüş. Bak herşey sırasıynan. Madem
ananı, atanı diil Madam Küri'yi örnek alıyosun kendine, ozman evvela yuvanı
kur, sonra radyumla plütonyumla felan istediğin şeyle uğraşırsın, kocan izin
verirse.
- Afferin kız, sen bayaa biliyosun periyodik cetveli, elementleri felan.
Plütonyum dedin de mi demin?
- Ne zannettin, gençliğimde ben de altın elementiyle uğraştım. Simgesi
"Au", bulmacalarda çıkar hep... Aah ah... Çok uğraştım ben altın
elementiyle. Mösyö Zekeriya Saka "araba alıcam" felan diye hep yattı
benim altın elementlerinin üzerine. Düğünden sonra üç bilezik, abinin ve senin
doğumunda takılan çeyrek altın elementleri, hepsini yidi baban. Mösyö
eşşoğleşek...
- Oh madam, neler söylüyorsunuz?
- Az bile söylüyorum senin o kazma babana. Ömrümü yedi herif altın peşinde.
Düğünde takılanları anında gasp etti. Sonra anamgil ölünce iki "Ata
lira" kaldıydı, baca deliğine sakladıydım. Ne dayak yedim, yerini
söylemedim. Herif eve "Define bulma cihazı" getirdi, üç gün evi
aradı. Tam cihaz "düt düt " etti altınları buluyodu, bi punduna
getirip dışarı attım bunu. Kapıyı kitledim içerden. Terlikle vura vura cihazın
düdüğünü bozdum. Merdiven dayayıp balkon camını kırdı içeri girdi. Beni döverek
konuşturamayacağını anlayınca abingili sobaya atmakla tehtid etti. Abin ufak
tabi o zaman odun sobasına sığıyo. Evladım mevzuubahis olunca çıkardım verdim
altınları. At yarışında "hop" diye yiyip yuttu kel varil. Sonra
abinin sünnetinde altı tane çeyrek altın takıldıydı. Gizli yerim olan baca
deliğini öğrendi diye o altınları da bahçedeki kümese sakladım. Asla bulamaz
zannediyodum ama, bir gece sansar gibi kümese dalmış sinsi herif... Sen
doğduğunda ise konu komşu, akrabalar yedi çeyrek altın taktılar. Bu sefer...
- Ay yeter anne anlatma, testere filmi gibi... Aferin iyi ki bekâr kalmamışsın,
düzenli bir hayatın olmuş, muntazaman dayak yemişsin Mösyö Zekeriya Saka'dan.
- Mösyö deme kız babaya. Beyimdir, nikahlı kocamdır, ben derim ama sen
diyemezsin. Sehven dayak yemişim felan etmişim, ama bilimsel olaraktan
bekarlardan altı sene daha fazla yaşıycam.
- Bravo madam. Sözün bittiği yerden beş durak sonraki bi yerlerden doğru
konuşuyosunuz.
- Kız ikide bir madam deyip durma. Burası Kürigillerin memleketi değil. Bu
topraklarda kerhane patroniçelerine felan "Madam" derlerdi eskiden.
Kerhane nerde? El cevap: ailenin olmadığı yerde. Kişi evli olsa, hanımıynan
veya beyiylen haftanın belli günlerinde cinsi münasebette bulunup banyosunu
etse, kerhaneye niye gitsin? Her türlü melânet bekarlarlan dulların başının
altından çıkıyo. "Bu çocuk bitti öbürünü yapayım" diye düşüneceğine,
ota boka kafayı takıyolar işte bööle. Yok efendim nükleer santralmiş,
radyasyonmuş, uranyummuş... Al o zaman kapatıyorum ışığı. Madem nükleere,
enerjiye karşısın, elektrik felan sana lazımlı değil, buyur yarasalar gibi
karanlıkta otur.
- Peki pencereye rüzgar gülü takabilir miyim, ordan enerji üretsem.
- Sen bilirsin, aslında bize de kolaylık olur. Karakolda "Rüzgar gülü
takarken pencereden düşmek suretiyle" diye ifade veririz. Bak söölüyorum,
bu ışık açılmıycak Sıdıka Saka, terlik yağdırırım kafana. Baban gelsin adama
"mösyö" dediğini de sööliycem. Karanlıklar kaltağı seni.
|
|
terapist
Yönetici
Kayıt Tarihi: 01.Ocak.2007
Aktif Durum: Aktif Değil
Gönderilenler: 1803
|
Alıntı Cevapla
Gönderim Zamanı: 22.Mart.2012 Saat 13:28 |
O giderken ne
yapacağınızı bilirsiniz… Kara gün dostlarınızı arar, yaşamınızı alkol buğulu
geyiklere gömer, on bin kitap, yüz bin film izlemeye çalışırsınız…
Öğrenciyseniz, okulun en kazık dersine, durduk yere niye kafayı takıp,nasıl tek
vuruşta o dersi haklayabildiğinize kimse –kendiniz dahil- hiçbir anlam
yükleyemez… Deli gibi halı sahada top koşturanlar, çeşitli kurslara yazılanlar,
kibritten ev, şişe içinde gemi, marangozluk yapanlar, balık tutmaya kalkışanlar
bile olur… Bu unutmaya çalışmanın hüzünlü bir deliliğidir… Onunla birlikte
kendinizi de unutmaya çalışırsınız aslında… Kendinize "Yaşam devam
ediyor,geçip gidecek." dersiniz… Unutur musunuz peki? Bu zamanla ilgili
bir şeydir… Parmağına çekiç vurmuş bir insanın, elini deli gibi sallayıp
zıplaması, söz konusu acıyı asla geçirmez…
Gittiğini boş verelim şimdilik… Ben geleceği günü anımsıyorum… Asıl çekici o
gün vurdum parmağıma… Duvara yağlı boya resim asmaya kalkıştım. Resmi severdi…
Onu etkilemek istiyordum… Olduğumdan başka görünmek istemiyordum… Ama
gerçekten, odam benden izleri asla taşımazdı… Kitaplarımı, kasetlerimi boş
karton kutulara yığar, bir tek benim bilebileceğim yerlere koyardım… Onların
dışında çek yat, televizyon, masa falan işte…
En baba kitaplarımı bulup ortalığa serpiştirdim… Çalmam gerekir diye
bağlamalarımı,gitarımı akord edip,çekiç vurduğum parmağı 45 dakika kadar emdim,
duvara astığım resme tükürdüm sonra… Acayip canım yanıyordu… Buzdolabının
buzluğundan bir parça et çıkarıp parmağıma bağladım… Zonklaması biraz
azalmıştı…
Aslında başlangıçta iyi niyetliydim… Sadece odam benden izler taşısın
istiyordum… Sonra annemlerin oturma odasındaki hayvani müzik setini kendi odama
nasıl soktuğumu, Fıratlara telefon edip evlerindeki mor, lila ve fuşya renkli
köşe yastıklarını niye ödünç istediğimi bilmiyorum… O gün çıkıp beş saat
Gitanes sigarası aradıktan sonra, kendime Zippo çakmak almam da bir muammadır…
Aniden geldi… Elini sıkıp onu öperken, avcuna, az önce parmağıma sardığım et
parçasını bırakmışım… Gözünden yaş gelinceye kadar güldü…
Ama zaten her şey komikti… O oda benim değildi,o herif ben değildim…
Allahtan manyak mavi gözleri epey derine bakardı,onca şeyin arasında beni de
gördü…
O ilk gelişinden sonraki gidişinde, ardından, oturduğu yerlere oturdum… Kamera
gibi bakmaya çalıştım… Yastıkları görmüş müydü, müzik setinin yeri iyi miydi? O
inanılmaz zarifliğiyle attığı adımlardan attım, durduğu yerlerde durdum, onun
gibi bakabildiğimi sanarak baktım, durdum…
Bunlar işte… Her geliş gidişte bir seri anlamsız hareketi tekrarlarsınız…
Unuturken, sinemaya gidersiniz, öyküler okursunuz, gülersiniz, gözleriniz
dolar… "Gerçekten başından geçti mi? " diye sorarsınız öykücülere,
oysa "Anlatılan sizin hikayenizdir" hep…Birileri avcunuza kalbini
bırakır, derin mavi bakmayı bilmiyorsanız, göremezsiniz...
Atilla Atalay
|
|
terapist
Yönetici
Kayıt Tarihi: 01.Ocak.2007
Aktif Durum: Aktif Değil
Gönderilenler: 1803
|
Alıntı Cevapla
Gönderim Zamanı: 22.Mart.2012 Saat 13:28 |
Öpücük Balığı
İşe telefon açıp, “gelirken buğday al” dedi. “Naapıcan buğdayı kızım” diye
sormadım.. Söylemezdi ki.. Dünyanın en sevimli delisiydi.. O öyle biriydi işte.
Küçücük giz dolu oyunlar başlatırdı. Ne buğdayı, naapıcak acaba, nereden alıcam
ben şimdi..
Merak etmeye başladığım anda kendimi çoktan oyunun içinde bulurdum.. Evet, oyun
başlamıştı. Savaş’a “Buğday almam lazım, nerde satılır” diye sordum..
-Haa?
-Buğday
-Eee, nolucak buğday?
-Hiç.. Tavuk buldum da bi tane.. Buğday veriyim diyorum..
-Sittir lan..
Ciddi miyim diye gözlerime baktı.. ben de çok ciddi baktım..
-Gültepe’de bir civcivci var ama.. Buğday satar mı bilmem.. Daha çok suni yem
olur onlarda..
-Yok, suni yem olmaz, buğday lazım.. Yumurtanın sarısı doğal renginde olmuyo o
suni şeylerle.. Pis bi rengi oluyo.. En iyisi buğday..
-Ha bi de yumurtluyo.. Harbi tavuk yani, ciddi bi tavuk kimliğine sahip.. Bir
ara ben de besledim.. Spenç tavuğu diyorlar.. Tam yumurta tavuğuydu.. Bazıları
et tavuğu oluyor ya, pek yumurtlamaz onlar.. Bak ne diycem, esas darı sever
hayvan.. Çift sarı çıkarır.. Darı al sen ona..
Oyun böyle bir şeydi işte.. O başlatırdı.. Hayatınıza aniden buğday, darı,
tavuk, yumurta ve size “yedi kafayı” diye bakan bir sürü insan girerdi.. Komik,
sürükleyen, ama paylaşılan giz nedeniyle bir o kadar da heyecanlı bir oyun..
Büroda durduk yere başlattığım tavuk geyiğine daha fazla dayanamadığımdan,
buğday bulmak üzere çıktım. Buğday.. Noolcak acaba.. Kuruyemişçilerde var
mıdır?
-Keşkeklik mi? Aşureye falan mı katçaanız?
-Ne?
-Buğday sormadın mı?
-Ha evet, olabilir..
-Sonunu dün sattım..Yok..
Hıyar kuruyemişçi! Lan madem yok, niye aşure mi keşkek mi car car ediyorsun..
sana ne.. Bu millet de bi tuhaf ha.. Buğday var mı, var.. Ya da yok. Bitti, bu
kadar.. Sana ne ne olacağından. Az kaldı özel hayatıma giriyordu herif.. Hem
bir tarım ülkesinde buğday bulmak bu kadar zor mu olur kardeşim..
Sinirleniyorum ama.. Hani lan bu ülke bir tahıl ambarıydı.. Adam başı buğday
olması lazım.. Kendi kendime gülüyorum.. Biliyorum, o da gülecek.. Gülücez..
Öpücem sonra.. Sonra, sonra.. Noolcaksa o buğdaylar..
Mısırçarşısı’na gidiyorum, oradaki baharatçılarda kesin vardır.. bu arada,
kendimi gerçekten tavuk gibi hissetmeye başladım.. Buğday arayan acıkmış bir
tavuk.. Bık bık bık. Bıdaaak.. Aslında içimde garip bir mutluluk var. Her şeyi
birden unutup bir avuç buğday için İstanbul’u dolaşıyor olmak içten içe hoşuma
gidiyor. Onu bu yüzden seviyorum galiba. Bana da sıçrayan bir tılsımı var.. Her
şey bombok giderken, nooluyosa bir şey oluyor.. Onun yarattığı illüzyona dalıp
oyun oynuyorum.. Çocukmuşuz biz.. O, mısır saçlı, habire sümüğünü çeken afacan
bir kız, ben dizleri yara içinde haşarı bi velet.. Dünyanın zillerini çalıp,
vınnn kaçıyoruz.
Şimdi ne kadar alıcam ki ben buğdaydan.. Bir kilo yeter mi acaba? Evde tarım
yapıcak diil ya, yeter herhalde.. Anlarmış gibi buğdayları karıştırırken
yakaladım kendimi, iyisini seçicem sanki.. Neyse, aldık işte.. Bir kilo
buğdayımız oldu. Yanında bir tane de ufak rakı. Manyağım lan ben.. Bariz
manyağım..
“Geldi mi buğday” diye sordu. Gözleri ışık ışık.. Meraktan çatlıyorum ama,
belli etmeden “ıhı” diye torbayı uzattım. Cadı! Aldı torbayı masanın üstüne
koydu. Ne olacak şimdi bu buğday? Sormayacağım ama.. ”Naaptın” dedi.. Elinin
körü.. Saatlerdir buğday arıyoruz herhalde.. “Toprak mahsülleri ofisine gittim
canım. Taban fiyattan destekleme alımı yaptım..” Gülüyor. Her şey o gülsün diye
zaten.. Bence onun kadar güzel gülebilen yoktur. Ama bu gerçek yani. Çok gülen
insan gördüm ben. İşim gereği. Hakkaten bakın, ben bu konuda otorite sayılırım.
Ben sizinle geyik çevirirken o kayboldu. Birazdan, elinde bembeyaz bir
güvercin. “Bak şimdi “dedi; “Bu senin dilek güvercinin.. Ona avucundan buğday
yedireceksin, sonra gagasından öpeceksin ve bir dilek tutup gökyüzüne
bırakacaksın.”
Dedim ya, tılsımı var onun. Aniden güvercin de çıkarır, tutup yaşamınızı bi
saniyede masala çevirir.. Bitmesin istersiniz.. “Bitmesin” diye dilek tutup
güvercini gagasından öptüm. Balkona çıktık sonra. Pıt pıt kanat sesi.. Pıt pıt
iki çocuğun yüreği.. Balkona yıldız tozları mı yağdı? Çok mu güldük.. peki çok
gülmek iyi midir gerçekten.. Ağlar mı sonra insan.. Babaannem Deli Fadime’nin
dediği gibi “Dünyanın düz murâdı yok” mu.. “Çok muhabbet tez ayrılık“mı peki..
Noolur “öyle diilmiş” olsun. Noolur bitmesin.. Pıt pıt.. Yüreğim.. Gece.. Yemin
ederim, yıldız tozu yağıyor..
Ertesi sabah Kadriye oldu.. Espiri olsun diye bahar temizliğine girişti.
Kadriye.. Onun masal kahramanlarından biri. Söylediğim gibi, yaşam bir oyun
onun için. Gerçekle dalga geçer hep, sevmez sanki.. İlk Kadriye olduğunda yeni
tanışmıştık.. yine işe telefon edip yufka ve çökelek istemişti. Buğday gibi
değil, onları daha kolay buldum ve eve gittim. Kapıyı çaldığımda yeri
siliyordu. “Ayağını çıkar kocacım” dedi, “yeni sildim”. Çok güldüm. Yufkayla
çökelekten “yanmaz tavada sana böreği” yaptı, yedik. Sonra eline bir tığ alıp
dantel örüyormuş gibi yapmaya başladı. “Delirdi” diye baktım. Saçlarına bigudi
tuttururken “Naapıyosun yaa” diye sordum. “Nooluyo kızım”.. Garfield gibi
gözlerime baktı. “Yarın eltimgil gelecek” dedi. Sonra güldü. Nasıl güldüğünü
biliyorsunuz. O gün bana “annesi gibi” olmuştu. Ya da benim annem gibi.
Oynuyordu. Başka bir şey. Herkesin “gerçek” diye bildiği şey, onun için sonuna
kadar sahte ve saçmaydı. Komikti ama, ürkütücüydü. Yani hep oynanamazdı ki..
Eninde sonunda hayat “bööle bişeydi” işte.Yoksa değil miydi.. O Kadriye olup
“çekirdek aileyle” dalga geçmeye başlayınca ben de rolümü aldım. “Fehmi” diye
bir herif oluyordum. Çizgili pijamamı ayağıma geçirdiğim gibi biraları içip
televizyon karşısında pıt pıt zapping yapıyordum. Gülüyorduk sonra. Kadriye ve
Fehmi çekirdek rolünden çıkıp biz oluyorduk. Pıt pıt, iki çocuk yüreği..
Onun masal kahramanları bir tane değildi ki.. Bazen Müge ile Furkan olurduk.
Aslında onlar bizim arkadaşımızdı. Ama o, onların ilişkisini sahte ve anlamsız
bulurdu. “Kola alır gibi işte, birbirlerini ve herşeyi tüketiyorlar.” Müge
olduğu zaman “Eskeyp’e gidelim mi, Trafo’ya zıplayalım mı diye sorardı. Ama
asla gitmezdik. Onun dünyasından çıkamazdım. Ben çıkmak ister miydim peki? O
zamanlar bu soruyu kendime hiç sormadım. O, “dışarıdakiler”i öyle iyi biliyor
ve anlatıyordu ki, ara sıra “dışarı kaçtığımda” bile onunla oyun oynuyormuşuz,
o bana “gerçeğin masalını anlatıyormuş” gibi olurdum..
Ha bir de, en önemlisi “öpücük balığı” vardı.. Onun en yalın ve samimi hali.
“Ben öpücük balığıymışım” deyip yanağıma bin tane masum öpücük konduruyor,
dakikalarca pıt pıt pıt öpüyordu. Öpücük balığı, öpücük balığı, pıt pıt pıt..
Masallar biter mi, biter işte. Arasına reklam girecektir, güzellik maskesi
takılacaktır, savaş vardır, birileri öldürülecektir, birini kör
bırakacaksınızdır, birinin yüreğini söküp atacaksınızdır.. Zehirlenecek
denizler, ağlatılacak çocuklar.. İşiniz vardır yani, öyle önemli, öyle
vazgeçilmezdir ki..
Bir gün bana “gitme” dedi.. Ama hep öyle derdi.. “Yelkovan dokuzun üstüne
gelinceye dek.. Bu şarkıdan iki şarkı sonra..” Hiçbir keresinde bırakmazdı
beni. İyi, tamam, oynadık, bitti. Dönüşte yine oynarız.. Dinlemezdi.. ”Bak
şimdi bu çerez tabağını dökücez; leblebiler saatmiş, üzümler dakika, fındıklar
günmüş ama.. Sayalım, o kadar sonra git..” Pazarlık ederdim. “Fındık gün
diilmiş, leblebi saat.. ona tamam.” “Peki” derdi. Sonra aniden nereden
bulduğunu bilmediğim tek şamfıstığını çıkarıp “peki bu yılmış, yıl olsun“
derdi. “Yüzyılmış tamam mı, ölüm gelinceye kadarmış..”
Üzümleri, leblebileri falan sayardık sonra. Tek şamfıstık, o yüzyıldı.. O
ölümün geldiği zamandı. Onu pek tartışmazdık. Onu açar, yarısını yer, yarısını
bana yedirirdi. Sonra, sonra o öpücük balığı ve ayrılık..
“Ben gidiyim” dedim.. Sesi boğuktu.. ”Gitme” dedi.. Ama söyledim. Hep öyle
derdi.. Giderdim sonra. Döndüğümde oradaydı, bilirdim. Yine “gitme” derdi..
“Gitme” dedi.. Gözlerinde yaş tomurcukları, birazdan duracak dünyalar, sanki
hepimiz ölücez. “Bu kez gitme”..
Gitmesem olur sanki.. “Ama bunun sonu yok ki” dedim.. “Yok işte salak “dedi..
”Hep sonunu istiyorsun. Sonu, bittiği yer, tükendiğim zaman.. Yerine yenisini
tüketmeye başlayacağın zaman.. Bu kez gitme işte.. Gitme..”
Karşısında bir çocuk gibi duruyorum.. İçimden bir çocuk o duvarı tırmanıp
aşmaya çalışıyor ama olmuyor.. Birileri yıllarca ördü o duvarı.. Annem koydu
bir tuğla, sonra babam.. Dayım, öğretmenim, komutanım, patronum, radyom,
televizyonum.. Gidicem ben, işim var işim.. Çıkıp sokak kedilerini tekmeliycem,
yalan söyliycem, rakı içicem.. Hasan’a borcum var.. Tarık’la sözleştik, kaçıcaz
hafta sonu, karı bulmuş.. İlknur iş arıyo sonra.. Resmen iş istiyo işte,
aramıştır.. Onun yeri ayrı ama İlknur da fena değil şimdi.. İşim var.. İşim..
“Gidiyim ben” dedim.. Bu kez gözleriyle “Gitme” dedi.. Ben de ona “gözlerim
sana mı kaldı” gibisinden baktım.. Tek mi sana kısmet olacak sanıyorsun benim
“çivileyen bakışlarım”.. İşi var gözlerimin. Kritik pozisyonlara bakıcam, topa
konsantre olucam, Top Secret’ı izliycem, günlük kuru yakından takip edicem..
İlknur’un kalçalarına bakıcam.. MTV’nin klipleri, savaşlar, siyah-beyaz yerli
filmler.. İşi var gözlerimin..
Sonra yıldırımlar çaktı.. Hiç susmadım.. “Hayat masal mıydı yani?.. Dışarıda
millet birbirinin gözünü oyarken, biz burada yanak yanağa.. Noolcaktı yani..
Leblebiden saat olur mu.. “Vakit” denen nanenin ne demeye geldiğini herkes
biliyor artık.. İyi.. Pıt pıt pıt öpüşelim, sen beni seviyormuşsun, ben seni
çok.. Ee, Anangil “Oturma odası takımını erkek tarafı alsın” dediğinde ne bok
yiyecez peki? Öpücük balığını mı satacağız..” Nefes nefese sustum..
“Dışarıdakiler” dedi.. “Dışarıdakiler, bunu beceremez işte.. Öpücük balığını
kimse alıp satamaz.. Sen bile.. Diyelim ki öyküsünü yazdın, beş para etmez..”
***
Bir varmıştı, şimdi bir yokmuş..
Nevizade Sokağı’ndayız, yol boyu meyhane.. Masanın altından İlknur’un elini
tutuyorum.. Dördüncü kadehten sonra sayamaz oldum rakıları. Bir çingene,
yanındaki masaya keman çalıp haykırıyor “Dönülmeyyz akşamıyyn ufuğuğun daiiz,
vakiyyt çook geyç artık..” Elini darbukaya röntgen filminde her patlattığında
gözümün önünde bi dudağı gökte bi dudağı yerde masal devleri görüyorum.. Gümm!
Dev.. Güm! Lamba cini.. Güm! Haramiler..
Kocaman bir davulun üstünde küçük bir şey kırıntıları dökmüşler gibi, belki
öpücük balığının yemleri onlar.. Hani onun en yalın ve sevimli hali gibi..
Gümm!.. Zıplıyor hepsi, gümm zıplıyor her şey.. İlknur’un göğüsleri kliplerdeki
gibi havalanıp zıplıyor.. Uçuşup tekrar yerine düşüyor, tabaklar, yıldızlar,
sigaram.. Canım yanıyor.. Sonra pıt pıt pıt.. darbukaya üç parmak darbesi
vuruyor çingene.. Masalların sonunda gökten teklifsizce düşen üç elma bunlar..
Ben görüyorum, İlknur görmüyor, kimse görmüyor..
Müzik bitti.. İlknur bir şeye gülüyor.. Masanın yanı başında, tuhaf, simsiyah
gözlüklü, başı sımsıkı bağlı bir kadın var.. O hep var Nevizade sokağında..
Elinde kocaman bir çerez kavanozu, sormadan, avucundaki çay bardağını kavanoza
daldırıp, bardak dolusu kuruyemişi masamıza boşaltıyor.. cebimden para bulup
kadına uzatıyorum.. Aklımda zamanın en acı tadı.. ”Peki kaç leblebi var bunun
içinde teyze” diye soruyorum.. Kadının suratını yıllar bıçaklamış, sesinde
hırıl hırıl alaycı bir öfke; “Manyak mısın sen koçum?” diyor.. İlknur gülüyor,
benim gözüme üç elma kaçtı, masalların kötü kalpli cadısı avucumdaki parayı
yolarcasına kapıp yan masaya seğirtiyor..
Az önce bir masal bitti, kimse bilmiyor.. Öpücük balığı bir iskelede, güneş
altında çırpınıyor.. İlknur’un gözlerinin işi var, benim yüreğim kovulmayı
çoktan hak etmiş, boşta gezer.. Uzaklarda bir çocuk, uyuyakalmış ninesini
sarsıp “Bana masal anlat” diye ağlıyor..
Diyelim ki öyküsünü yazdım, beş para etmiyor..
|
|
terapist
Yönetici
Kayıt Tarihi: 01.Ocak.2007
Aktif Durum: Aktif Değil
Gönderilenler: 1803
|
Alıntı Cevapla
Gönderim Zamanı: 22.Mart.2012 Saat 13:29 |
PANİK BUTONU
- Sıdıka, bak unutmadan sööliyim, büfenin üstünde Nefise Abla'nın panik butonu
var. Sabahleyin bıraktı. Toz felan alırken kurcalayıp da sakın basma butona.
Polis gelir, Nefise Ablangilin kocasını alır, durduk yere elalemin yuvasını
yıkarsın...
- Nefise Ablamın panik butonu niye bizde duruyo ki? Lazım olup da basmaya
kalksa o yarma kocası buraya varamadan öldürür kadıncaazı. Panik butonu
mağdureye en yakın yerde durucak ki kocasından şiddet görünce hemen abansın
düğmeye...
- Kocası bozar diye butonu bizde saklıyo. Elektronik işi geliyo herifin
elinden. "Az yazsın" diye apartmanın elektrik saatini felan bozmuş.
"Alarmı da bozar" diyo Nefise.
- Pilli mi acaba bu şey?
- Kız elleme butonu, yanlışlıkla basarsın, karakola sinyal gider, yuva yıkılır.
Ortada üç tane çocuk var, bi yuva neliklerle kuruluyo, cart diye bi butonla
yıkmak olmaz, günahtır.
- Peki üç çocuğa da ayrıca buton vermişler mi? Çünkü o ayı çocuklarına da
girişiyo.
- Olmaz ööle şey, çoluk çocuğa buton mu verilir. Yanlış basar, eve ceza gelir.
Abin mesela üçbuçuk yaşındayken trenin imdat freni kolunu çekti, o zamanın
parasıyla yirmibeş lira "usulsüz kullanım cezası" ödediydik. Eve döndüğümüzde
baban sinirden abini hortumla dövdü, beni de merdivenden yuvarladı...
- Hah ben de bu konuya gelicektim: Bu durumda, çok önceden beri ailemize ait
bir panik butonunun bizde de olması lazım. Hatta buton ne ki, gerektiğinde
babamı durdurmak üzere direk Pentagon'a bağlı bir kırmızı telefon hattı
verilmeliydi.
- Bilmem belki de vardır. Ailenin reisi diye imza karşılığı babana teslim
etmişlerdir panik butonunu.
- Peh... Tabi ya ööledir, hepimizin nüfus kağıdı bile haala babamda duruyo.
- Dursun işte babanda. Naapıcan sen kız kendi nüfus kağıdını?
- Ne demek "Naapıcan kendi nüfus kağıdını" bu nasıl bir soru anne ya?
Nüfus kağıdı benim.
- Çene yarıştırma kız anneyle. Mühim evraklar ve televizyonun uzaktan kumandası
babada bulunur. Kadın kısmısı ise kömürlüğün anahtarı ve çamaşır makinasının
kullanım kitapçığını muhafaza etmekle yükümlüdür. Cemiyet kaidesi bu, örf. İki
elektronik, efendim iki modernlik çıktı diye, hemen atadan dededen gördüğümüzü
unutacak mıyız? Olmaz olsun böyle atom çağı...
- Ahaha... Atom çağı mı? O geçeli çok oluyo anne. Atom parçalandı bitti,
Cern'de atomaltı Higgs Parçacığını bile buldular.
-. Hımm...O zaman şimdi ne çağındayız biz? "İleri demokrasi mi" ne?
- Sen karıştırma kafanı, "uzay çağı" diyelim, bitsin...
- "Bu çağda uzaylı koca bulurum. Herifin mezhebi geniştir, moderndir,
larcdır, istediğim gibi parmağımda oynatırım" diye plan kuruyosan, hep
söyledim, yine söyliyim Sıdıka: Uzaydan adam çıkmaz! Hem nerden biliyoruz
uzaylı kocaların kadın dövmediklerini. O yüzden sen hiç "Artıkın uzay
çağındayız" diyerekten uzaylılara güvenme. Yine ne varsa insan kocada var.
İnsan koca belli bi yaşa kadar serserilik haytalık etse de neticede alkolu
bırakır, tevbe eder, umreye gider, yaşlanır durulur. Ama uzaylıyı tut tutabilirsen.
Bi kere herifin kaç yaşında yaşlanıp durulucağını bilmiyoruz. O yüzden oynama
elalemin butonuyla batonuyla felan... Gülme, ışık hızıyla terlik fırlatırım,
kafan gözün parçacık olur bak...
* * *
- Alo Sıdıka, nasılsın fena ahlaklı kadın? Kenar ben. Kendine köpek ettiğin
Kenar. Temiz bir yuva kurup metalik gri bir Doblo araba almak isterken, hayatın
girdaplarında vicdansız bir kadının ve...
- Çok yanlış bi yeri aramışsın sen Kenar. Flaş tiviyi arıycaktın, Yalçın
Abi'nin programını...
- Bırak şimdi, bir kadın entirikası kurma bana. Ben hangi numarayı aradığımı
gayet iyi biliyorum. Bak Sıdıka, sana delikanlı gibi mertçe bir soru soracağım:
Bana elektronik kelepçe mi taktırdın lan? Bi türlü sizin evin sokağına
giremiyorum. Geçen ordan geçmeye çalıştım, arabanın dingili kırıldı. Dün yaya
olarak yaklaşmaya çalıştım, sizin sokağın başındaki kuruyemişçi leblebi
kavuruyodu "İftar vakti niye ortalığa leblebi kokusu yayıp milletin
nefsine eziyet ediyosun lan" diyerek herifle kavgaya tutuştum, karakolluk
olduk. Bugün dedim ki "Lan bari taksi tutayım, Sıdıkalar'ın kapısı önünde
ineyim"...Bu sefer taksici yavşakla kapıştık. Kaavenin önünden sizin oraya
kadar "Kısa mesafe alamam" dedi terbiyesiz evladı. Ben kendisine
hesap sorunca da bi sürü taksici toplanıp şahsıma darp ettiler. Noolacak bu
taksici terörü Sıdıka ya? Bazı taksici esnafının yaptıkları Sarı Şehir
Magandası lafını hakketmiyor mu? Bu sarı dehşet daha kaç vatandaşı dövecek?
Herneyse konu dağıldı, ne diyodum ben Sıdıkam?
- Bence ne dediğini bilmiyodun.
- Yok yok şey diyodum; bi türlü sizin evin oraya yaklaşamıyorum Sıdıka. Ne
oluyo da böyle oluyo? Yoksa bilmeden bana uykumdayken bir cihaz mı taktırdın.
Elektronik olarak mı oluyo bu aksilikler. Taktırdıysan çıkar Sıdıkam, onun
yerine nikah yüzüğü takalım. Bak evlenince alışırız birbirimize. Alo... Ben
şimdi kapamak zorundayım Sıdıka. Sarı Öfke peşimde. Bi taksici şu an yerimi
tesbit etti, telsizden adam topluyo. Elveda Sıdıkam. Eğer bana bişey olursa bu
Kenar seni çok seviyodu...
|
|