Beykoz Akşamı Bir hafta sonu ve
bir Beykoz akşamı birleşsin istedik eşimle… İstemese miydik acaba? Bir
kaç nesli geçen köyüm yaşamında her gün biraz daha mutsuz olduğumu
farkettim. Ramazandan dolayı olacak saat 23 00 civarında olmasına rağmen
oldukça kalabalıktı ortalık... Ama yüzlerce insan ile omuz omuza
yürürken çok üzüldüğüm konu hiç kimseyle selamlaşamadığım yani hiç eş
dost ile rastlaşamadığım oldu… Acaba dostlarım dışarı çıkmaktan mı vazgeçtiler? öyleyse haklı olabilirler çünkü ben de bir daha çıkmam. Deniz
kenarında muhteşem bir akşamda denize hiç bakmayan, çok iyi olmasada
kokusunu içine çekmeyen ,bir yerlerde oturursa denize arkasını dönen
insanların arasında kendimi çok tuhaf hissettim. İnsanlar ne tür bir aşağılık kompleksi içindeler ki olmayan
değerleri yüzünden farkedilemeyişlerini beşbin liralık arabaya on bin
liralık ses sistemi taktırarak bu muhteşem akşamı dump dumpf larla
geçirerek eğlendiklerini sanıyorlar… Ne
tür bir zeka susturucuyu delerek gürültü yapmanın, hatta kıyamet
koparmanın kendisine ilgi oluşturacağını düşünebilir… tek ilgi ağzını
bozmaktır. Bahis mevzuu bu araçların doğan görünümlü şahin olması ne tür bir bağlantıdır? Arada ekmeğini yemiş sonra teneke fiyatına satılmış, satın alınmış BMW ler de yok değil... Hangi
kıt kafa gecenin köründe iç çamaşırı ile yüzmeye kalkar ve bunu kıyamet
kopartarak yapar... Üstelik yüzdüğü yer açık lağımdır. Acaba; vaay beee
oğlana bak amma acayip atladı helal olsun gerçi karın üstü çakıldı,
donu da sıyrıldı ama olsun yine de,’ helal koçum sana’ diye
düşündüğümüzü mü zannediyorlar... Sizi bilmiyorum hepinizden özür
diliyorum ama ben ‘oha öküz’ diyorum. Benim
gördüklerimi siz de görüyorsunuz tekraren anlatmanı anlamı yok da…
Bunca kuralsızlığın vurdum duymazlığın, saygısızlığın, rahatsız
ediciliğin neredeyse tamamı yasalarla düzenlenmiş ama yine de
yapılıyorsa… Yasa tanımaz mıyız? Yasaları uygulamanın yaptırımı mı yok? Yaptırımları kontrol edecek sistem mi yok? Bilmiyorum demeliyim… Bildiğim her şey birbiriyle çelişiyor. Sadece bir yaz akşamının öyküsü değil sıkıntıların dizilişi...
Yıllardır Beykoz’a trafik düzeni gelmez. İsteyen istediği yerde durur,
kaldırıma çıkar, yayayı yola indirir, bunu hak zanneder... söylediğiniz
zaman malımı nasıl boşaltacağım diyen bir ‘mal’ la muhatap olmak
durumunda kalırsınız uğraşmaz, uğraşamaz pes edersiniz. Bir çare gözüktü sanki... Asfaltlarımız yenileniyor. Bu iş oldukça profesyonelce yapılıyor. Bu
arada kaldırımlara ‘baba’ tabir edilen direkler dikiliyor. Bu direkler
araçların kaldırıma park edilmesini engelleyecek başka işlevleri olamaz.
Gönül isterdi ki şaşırmış bir aracın kaldırıma çıkıp yaylara zarar vermesini de engellesin... Buna imkan yok neyse diğer işleve de şükür ama
bu biraz biz size kaldırıma çıkıp araç parketmenin hödüklük olduğunu
öğretemedik bari direk koyalım da çıkamayın anlamına da gelmiyor mu? Bu
aynı zaman da direk koyamadığımız yerlere çıkabilir, araç
parkedebilirsiniz de demek değil mi? Yol ortadan bölünüp geliş
gidiş olarak ayrılacakmış, böylece trafik sorunsuz akacakmış... Olur...
1150 yerde durup yolcu indirip bindiren minibüsleri, otobüsleri, mal
boşaltan, para çeken, bir dakikada geliyorum diyenleri
engeleyemiyeceksiniz yapmayın bence... Sen
naapıyorsun(!) dediğinizi duyar gibiyim... Otoparka verecek beş liram
varsa arabamla Beykoza inerim... Yoksa çayırdaki parka bırakır yürürüm. Aslında medenice yaşamayı öğretebilseydik bunlara gerek kalmazdı... ha bir de yasayla kontrol ve caydırıcılık gerekiyordu onu atlamayalım. Medeniyet derken; Bu medeniyet neyin nesi arkadaş... ben karşılaştıklarıma bakınca, kendimle öğrendiklerimle, yaşadıklarımla çelişiyorum. Yine
dün akşama dönelim... Beykoz’un zarif yeri Adem’in çay bahçesini geçip
Vakfıda dönünce birdenbire hayat bitti... Biz de eşimle kolkola
yürüyoruz,Hem birbirimize destek oluyor, hem de duygusal bağımızı
sürekli yaşamanın yolu gibi geliyor bu bize... Levent
gıdanın önüne geldik. Yola bir araba parketmiş, kaldırıma da Levent
gıdanın iki metre boyundaki dondurma dolabı parketmiş ve karşıdan bir
hanımefendi geliyor... görünüşü gerçekten hanımefendi ama yürüyüş
hızının çok ötesinde olimpiyatlara hazırlanan sporcu gibi saatte 8 km
hızla yürüyor, bizi görünce sanki daha hızlanarak üzerimize hamle
yaptı... bu arada buzdolabının bitimine yakınız duraladı sadece yarım
saniye duralamasına neden olduk... dikkatinizi çekerim durmasına değil
duralamasına... Ve geçerken ‘aaah medeniyet nerelerdesin’ dedi ve dayanamayıp müdahale ettim. Hanımefendi ne diyorsunuz... Deyince
efendim sağdan yürüyeceksiniz... Öyle iki kişi salınarak benim yolumu
kesip bekletmeye hakkınız yok. Hanım geçtiğimiz yol iki metre, onun da yarısından ilerideydik... Siz
koşar adım gelmek yerine normale düşseydiniz zaten sorun olmayacaktı...
Medeniyet aynı zamanda özverili davranmaktır da deyince hayır efendim
beni bekletemezsiniz vs, vs, vs... İnanın o hanım biraz önde olsaydı biz
durur bekler ve gülümserdik. Eve
dönüyorduk... çayır inanılmaz kalbalıktı. gecenin saat on ikisiydi..
İnsanlar yapılmaması gereken herşeyi yaparak mutlu oluyorlardı... Benim
en sevdiğim ‘ateş yakmak yasaktır tabelasının altında aynı anda yakılan
bir kaç ateş... Sanırım insanlar hükmedemediği durumların çokluğunda; yasak ihlal ederek, çocuklarını, karısını döverek, yolda kavga ederek mutlu oluyorlar. Beykoz akşamı bitti... Durun minik bir sabah gözlemi var... Eşimle çayırda sabah yürüyüş yapalım ve sonrası ekmek alarak dönelim istedik... Akşamın kalabalığından kalanlar... Ah be insanoğlum... Sen insanoğlu mu değilsin, ben mi anormalim... Dört
temizlik işçisi yayılmış temizlemeye çalışıyor akşamdan kalanları...
Akşam kalabalığın Pek çoğu sahur yapıp öyle gitti... Yani çöpünü onlarca
çöp kutusu varken canım çayıra atarak oruca niyetlendiler... Allah kabul etsin diyemiyeceğim doğrusu. Güzel şeyler yazmak istiyorum... olmuyor. Bundan başka şeyler dökülmüyor tuşlardan... ‘Sürç-ü lisan ettiysek affola’ Bu bir bitirme uslubu... ancak sürçtüyse de söylediklerimin arkasındayım. Sevgiyle, İyiliklerle... R.Sinan AKBAŞAK
...................
|